Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Ulu Önder Mustafa
Kemal Atatürk’ün “Söz konusu vatansa gerisi teferruattır!” sözleriyle, 10 hafta
önce ekran yolculuğuna başlayan Savaşçı dizisi onuncu bölüm itibariyle sezon finaliyle ekranlara geldi. On bölüm deyip geçmeyin. En iyi ihtimalle iki saatten yirmi saat eder. (Sadece
bizim ekranda izlediğimiz.) Eminim ki tüm set ekiplerine sorsak yirmi saat
değil iki yüz saat, on bölüm değil yüz bölüm gibi geldi, derler. O yüzden sonda
söyleyeceğimi arada kaynamaması açısından şimdi söylüyorum. Tüm ekibin eline,
koluna, emeğine sağlık.
***
Peki, biz finali nasıl kapattık, yeni sezonu nasıl
bekleyeceğiz?
Sezon finali fragmanlarını izlediğimde Nihat’ı
yakalama sürecinde Kılıç Timi’nden birine, sadece Emre ve Galip için
söylemiyorum, bir şey olma ihtimali çok korkutucu gelmişti. Üstelik sadece bir mermiden…
Can bağı ile bağlı olmak.
Arkadaş kelimesinin nereden geldiğini bilir misiniz?
Eskiden Türk askerleri savaş esnasında arkadan gelecek bir saldırıyı engellemek
için ok atarken sırtlarını bir taşa dayarlarmış. Arkada duran taş anlamına
gelen “arkadaş” zaman içerisinde sırtımızı güvenle yaslayabileceğimiz,
kendisine ve samimiyetine güvendiğimiz kişi olarak “arkadaş” halini almış.
Peki, ben bunu niye anlattım? Tabii ki Emre ve Galip! Emre’nin bacağına gelen o
kör kurşun aslında arkadaş olmanın, can dostu olmanın ne demek olduğunu bir
kere daha hatırlattı hepimize. Bir yandan dağda, vadide elinde koca makineli
terör örgütüyle savaşıp bir yandan arkadaşı, yoldaşı sırtında taşımak… Başka
bir ruh!
Ama yukarıda da dediğim için Kılıç Timi’nden birine
bir şey olması, üstelik böyle pisi pisine, izleme motivasyonumu ciddi anlamda
etkilerdi. Sanırım buradaki kriterim “pisi pisine”. Üstelik Emre ve Galip
arasındaki diyaloglar, dizi içerisinde bizlere biraz nefes aldırabiliyorken.
Gel gelelim on bölüm boyunca Emre ve Galip’in Kılıç
Timi olmaları dışında dağınık, bekar, azıcık çapkın ve çok yakın arkadaş
olmaları dışında pek bir şey öğrenemedik. Ortada bir “tim” var ve hepsinin hayatına dahil olmak istiyorum. (Aynısı Hakan Dinçkol'un canlandırdığı Turan Astsubay için de öyleyebilirim. Sadece Bulgar Türk ve arada duyduğumuz "be ya" dışında hakkında pek bir şey bilmiyoruz. Astsubay Selçuk ve Teğmen Murat ise uzay boşluğunda. Madem hep beraberiz, hepsini tanıyalım.)
Gelelim en birinci favori çiftim Hatice ve Bayram’a…
Neden bilmiyorum, bu neredeyse her hafta da yapıyorum
ama Bayram’ın hikayesi… Çok bizden değil mi? Çok gerçek değil mi? Her şey
üstüne gelirken, hiçbir şey düzelmeyecek hissine kapılıyoruz bazen. Bu dünyada
varlığımda yokluğum da bir, ha bir eksik ha bir fazla derken o telefon ya da o
kapı çalıyor ya, sanki yeniden tutunuyoruz hayata. Bayram’ın hikayesine de öyle
başlamıştık. Malum davadan dolayı görevini, mesleğini yapamayan Bayram’ın
kapısı bir sabah Yüzbaşı Kağan Bozok tarafından çalınmıştı. O günden sonra
Bayram hayata daha sıkı tutundu. Biz de buna on bölüm boyunca şahitlik ettik.
Kız olursa adını Mualla koyarsını zartık. Anısı var.^^
Açık konuşmak gerekirse Bayram’ın bu gücünün altında
yatan sadece bir isim, bir neden görüyorum: Hatice! Çünkü destek olmak, çünkü
yanında durmak! Hatice’nin de dediği gibi artık Bayat Ailesi’nin nüfusu
artıyor. Yeni bir Bayat geliyor. Artık Kılıç Timi çeyrekleri hazırlasın. (Kopuz’a
çeyrek yakışmaz. Kopuz Albay’ım tam; Yüzbaşı Bozok’tan en az yarım bekliyoruz.)
Serdar Üsteğmen’e ne diyorsunuz? Sen Selver Hanım
Teyze’ye bir araba dolusu gıybet ver, sonuç: Zeytinyağlı fasulye! Serdar
Üsteğmen’i de önümüzdeki sezon yanında bir hatun kişiyle görmek istediğimi
ayrıca belirtmek isterim. Çünkü kendisi Kağan ile Aslı’yı çok çekiştirdi. Biraz
da bizler Serdar Üsteğmen’i çekiştirelim.
Adları birer ikişer geçmeye başladığına göre bizim Yüzbaşı Kağan Bozok ile Albay Halil İbrahim Kopuz’a gelelim.
Yazı devam ediyor...