“Üç kişilik bir mutluluk sarın bana, bedelini peşin ödedim!”
Bin bir çeşit yalnızlığı varmış insanın, hepsini tek tek denedim.
Geçen bölümün yorumunu Belgin öldü mü ölmedi mi, kestiremiyorum diye bitirmiştim. Normal seyre göre ölmüş olması gerekir ama sapasağlam karşımda görürsem de şaşırmam, diye eklemiştim. Aynen öyle oldu. Tekin’in pek bir iddialı kiralık katili, Belgin’i öldürmeyi becerememiş. Öldürmeyi beceremediği gibi anlaşılan doğru dürüst bir zarar da verememiş ki Derin’in “Beş dakika geç kalsak ölmüştü.” söylemine karşın hastanede bir gece bile yatmadan taburcu ediliverdi.
 
Hastanede kızına “Çok pişmanım!” diyerek timsah gözyaşları dökmesine rağmen Belgin ertesi sabah, özüne dönmüştü. Üstelik bu defa güçlü olan da oydu. İlk bölümden beri Tekin’in ardındaki asıl gücün Belgin olduğunu düşündüm. Tekin, fevri ve anlık kararlarla hareket eden bir adam oysa Belgin daima kontrollü ve planlı davranan taraf… Ortak özellikleri herkesi kullanılabilir görmek ve vicdan taşımamak. Özetle onlar birbirlerini iyi tamamlıyorlar. 
 
Hiç yaşamadım, hep izledim seni hayat…
 
Mirkelamoğlu ailesinde Tekin ve Belgin’in ilişkilerini anlıyorum da onlarla Derin’in bağını bir türlü çözemiyorum. Tek evlatları Derin… Anne ve babasına rest çekip evden ayrılmış ve –sözde – onlarla bir bağı olsun da istemiyor. İlginçtir anne ve baba kızlarının bu kararını sorgulamıyor ve onu yeniden kazanmak için harekete geçmiyorlar.
 
Derin’e gelince anne ve babanın her rezilliğini biliyor ama niyeyse onlar dışında herkesi suçluyor. Babasının mahkemesinde her ikisinin de göz göre göre yalan söylediklerini işitiyor, yalancı şahit olarak getirilen Yiğit’i sessizce dinliyor ve dışarı çıkıp Bora’ya “Sen bizim başımıza gelen en kötü şeysin!” diyebiliyor. Hastanede annesinin başucunda “Bu kadar mı ağırdı yaşadıkların, anne?” diye ağlayan Derin’e; geçmişte senin bilmediğin üç cinayete suç ortaklığı, sevgilin dâhil üç cana kast etme, kundakçılık, adam yaralama, oğlu yaşında bir adamla yasak aşk ve bol miktarda kötülük; daha sayayım mı annenin yaşadıklarını, demek istiyorum izninizle…
 
Hastanede “Beni bırakma, sensiz yaşayamam!” anne diye haykırırken iki sahne sonra anne ve babasından yine uzak durmaya çalışan kadına dönüşüyor. Derin, ailesine bağlı; ana babasına düşkün bir evlat mı yoksa onların yaptıklarını onaylamayan hatta onlardan utanan bir kadın mı? Hani, bir karara varsanız ve ona göre yazsanız da bizim de izlerken başımız dönmese…
 
Bütün kırıklarını toplayabilir misin kalbimin?
 
Allah’tan bu hafta Ali ve Derin ilişkisinde aynı çelişkiler yaşanmadı. Hatta gazetedeki haberi görüp de “Ali böyle söylemez, bu işin içinde bir iş var!” demeyi bile başaran tek kişi oldu.
 
Üstelik fikir Aslı’dan çıkmış dahi olsa ilk kez Ali için bir şey yapmaya da kalkıştı. Büroda sözleşme aramak akıllıca hareketti ama başarabilselerdi. Yine de hem Derin’in Ali’yi düşünmesi hem de Aslı’yla arasının düzelmesi adına o sahneyi sevdim.
 
Derin’in ailesi konusundaki dengesizliği alabildiğine sürerken Ali’yle ilişkisindeki gel – gitlere son vermiş gibi görünüyor senaristler. Ancak karakter o kadar defolu ki yama tutmuyor bir türlü. Bu saatten sonra yapılacak bir şey olduğunu da düşünmüyorum açıkçası.

Yazı devam ediyor..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER