Lale ve Onur’un tanıştıkları ve
geceyi birlikte geçirdikleri zamana dair elimizde
bulunan tek flashback; arabanın üzerinde oturup, Onur’a Ersin’i anlattığı
sahneydi. Rahatça, onlarca flashback çıkabilecekken, geceye dair bir tek onu
izlemiştik. Halbuki birlikte metroya bindikleri, sokakta pilav midye vs. yedikleri birçok sahne vardı. Sadece fotoğraflarda
kalmıştı bizim için. Hatta, daha sonraki bölümlerde anladığımız, arabaya
bindikten sonra, direkt gece kulübüne gitmedikleri yönündeydi. Çünkü Onur dans
ettikleri zaman alkollüydü. O geceyle ilgili izlememiz gereken çok fazla şey
olduğunu düşünüyordum o yüzden. Ve uzunca bir müddet de, izleyeceğimize dair
umutlarım vardı. Sonra hepsi buhar oldu, ayrı mesele. Ama o gece bile, onu
sevmeyen adam için hayallerinden nasıl vazgeçtiğini anlatan Lale’yi izlediğim
için, şimdi sürekli öğretmenlik yapmak benim “hayalim”di diye gezmesine,
bildiğiniz gıcık oluyorum.
Çünkü, hayalim kelimesinin altını
dolduramıyor. Öğretmen alımı yapılacağını bile,
arkadaşından öğrendi. Yani konuyla o kadar ilgili(!) Ben bizzat, kendi kuzenimi
biliyorum, çocukluğundan beri tek hayali öğretmen olmak olan. Binbir zorlukla
okuyup, atanamadığı halde, -mülakatı geçemedi çünkü-şimdi eşiyle çocuğuyla
Kahramanmaraş’ta yaşayıp, köyün birinde sözleşmeli öğretmenlik yapan.
Hayallerine sahip çıkmak böyle bir şey yani. Evet Lale’nin öğretmen olmak
istediğine inanıyordum ama sadece ilk başlarda. Hatta birkaç bölüm falan.
Ersin’i bırakmamak için, Trabzon’a öğretmenlik yapmaya gitmediğini öğrendikten
sonra benim için konu “hayal” olmaktan çıktı. O yüzden Lale’ye kızgınlığım.

Valla annem, babama böyle sarılmıyor by Emir Sarıhan
Altı boş yazılan senaryoya da,
ayrıca kızgınım. Mülakattan bahseden yok. Zorunlu
hizmetten bahseden yok. Hatta bir yerde Betül, Hikmet Hanım olarak, “1 yıl
gidersin.” vs diye cümle kurdu. Zorunlu hizmetin süresi 1 yıl mı Allah aşkına?
Kaç öğretmen alınacağından bahsedilmiyor ve Lale sürekli “Puanım yüksek, bir
sürü öğretmen alınacak.” deyip duruyor. Eğer öğretmen atamalarına değinmek
istiyorlarsa, her detayıyla yazıp, sosyal mesaj vererek işleyebilirdi bu
konuyu. Böylelikle replikler havada kalmazdı.Kızdığım diğer bir mesele de, Lale’nin Doğu’ya
gitmeyeceğini zaten biliyor oluşumuz. Yani, o sadece İstanbul’u yazmaya “karar”
vermeden önce de, gayet ortada olan bir durumdu bu. E izleyicinin gayet
rahatlıkla tahmin ettiği şeyi yazıp, Lale ve Onur gerginlik yaşasın diye, bunu
yapmak niye?
Kadınların toplumdaki yeri, çalışması vs bunların hepsi ayrı konular. Bizim dizide
işlenenle, hiçbir alakası yok. Lale zaten kendi ayakları üzerinde rahatça
durabilen bir kadındı, Onur’la evlenmeden önce de. Röportaj sahnesindeki
flashbacklerle, eski bölümlere gittim. Ay ne güzel, ne keyifli, nasıl da tekrar
tekrar izlenilesi bölümlerdi onlar! Eskiden, heyecanla, acaba bu bölüm nasıl
güzel geçecek diye ekran başına otururken, şimdi ise, “Acaba bu bölüm nasıl
sinirimiz bozulacak?”diye oturuyoruz. Şimdiki geldiğimiz noktaya bi’bakın. Lale ve Onur’dan yoksun, üç
bölüme yayılacak kadar çok, yan hikayelerin, bir bölümde verilmesi. Bizim
gerçek konumuzu özensizce izlememiz.

Ay yine Lale ve Onur izleyemeyen
izleyiciyi sinir etmeyi başardık.
Bölümün en keyifli sahnesi, Filiz’in
Onur’a plaket hediye ettiği sahneydi. Pelinsu şirketten gitti diye Onur’u
tebrik edip, bütün şirkete lokum dağıtan Filiz
Sarıhan canımızdır. Kahkaha atarak, keyifle izledim. Sanırım onun dışında da,
keyif alarak izlediğim başka bir sahne yoktu.
Betül, çok akıllı biri değil
aslında. Sadece bizimkiler, -affedersiniz- fazla aptal. Mesela, Şadi’nin bu
kadar çok ipucu elde etmişken, makyöz
“plasik makyaj”dan bahsetmişken, ve Betül’ün ordan çıktığını görmemişken, bu
konuyu çözememesi çok tuhaftı. Aynı zamanda hiç tanımadığı, araştırıp
soruşturmadığı kadına, evladını emanet edip evini açan Lale’nin hiçbir şeyden
şüphelenmemesi, tercihlere baksa, Hikmet’in bir haltlar karıştırdığını
anlayacak olan Lale’nin hiç sayfası kontrol etmemesi, Onur’un Hikmet Hanım’ın dansını
gördüğü halde, Betül olacağı hiç aklına gelmemesi vs. Bunların hepsi, gerçekten
hayretler içinde izlenilesi durumlar. Ne kadar da izleyici zekasıyla dalga
geçen bir dizi.
Hele şu evin kapısının yol geçen hanı gibi olması yok mu? Site ne kadar güvenlikli
olursa olsun, özel hayat diye bir şey var yahu. Kapıyı açan giriyor, açan
giriyor. Acaba o kapıyı kitli mi tutsak? Ya da insanlar bahçeden girmese mi
eve? Hani “özel” hayat ya. Bir de sürekli, sanki çok fazla baş başa sahneleri
varmış gibi, hoopp kalabalık yemek sofraları, Songüllere gitmek falan. Bir de,
sürekli sahne tekrarlıyorlar. Mesela bu hafta, Nilüfer, Kurtuluş’a dükkana
yapılan teklifi anlatıyor. E ben zaten bunu 5 dk önce izledim. Niye tekrar
izliyorum? Hani müzik? Hani konuşalanları duymama? Saçlarıma aklar düştü...
Yazı devam ediyor..