Hoş geldin Paramparça!
02 Aralık 2014
Yıldız Tunç'un senaryosu, Cevdet Mercan'ın yönetmenliği ve Endemol Türkiye yapımcılığında Star Tv'de başlayan diziyi Erkan Petekkaya ve Nurgül Yeşilçay hatırına izlemeye başladım. Hikâye için ABC Family'nin Switched at Birth adındaki formatından esinlenmiş demek haksızlık olur. Çünkü hikaye alenen -gündelik hayatımızda galiz kullanımı pek yerleşik olan- "Seni hastanede karıştırmış olmasınlar?" şakasından yola çıkmış. Hemen söyleyeyim bu dizi tutar. Para kazanır mı bilemem ama, izlenir. Çünkü günlük dizi matematiğini ve sıradan klişeler kullanan bir hikaye akışı var. (Klişe bana göre candır da eğer yeni bir kılıfla servis edilebilirse) Misal aynı kanalda yayınlanan Deniz Yıldızı da bir günlük dizidir. İki iş arasındaki farkı sorarasan, Paramparça çok daha pahalı bir kadroya sahip ve çok daha 'şık' bir prodüksiyonu olan, afili görüntülerle bezeli bir iş olmuş derim.
Hikayede hemen her şey günlük dizi mantığında gelişiyor. Ancak günlük dizi izliyorsanız sorgulamayacağınız tesadüflerle dolu bir senaryosu var. Her şey tesadüfen oluyor. Koskoca İstanbul'da 'Gül' ve 'Gür' aileleri aynı hastanede doğum yapıyor. Dolayısıyla da doğan çocuklar karışıyor. 16 yıl sonra Gülseren'in kızı hiç yer kalmamışcasına Tarabya'da biyolojik babası Cihan'ın sahibi olduğu mekanda okul arkadaşlarıyla kaçamak yapıyor ki haydi diyelim bu noktada kan çekiyor ( En çok bu klişeyi beğendim). Ne tesadüftür ki Gülseren de kızına aramaya gidiyor ve bak Allah'ın işine, Cihan ile karşılaşıyor. Görsel mantık da aramıyoruz bu durumda. Mesela 14 yaşında çocuğu olan Gülseren'in 1961 doğumlu bir annesi var. Matematiğim zayıftır ama anası Gülseren'i 16 yaşında doğurmuş olsa Gülseren 37 yaşında olur. Bu demektir ki hikayenin başında doğum yapan Gülseren'in 21 yaşında olduğuna inanmamızı istediler. Varyasyonlar size emanet, uygun yaşı bulunca koyun cebe. Ayrıca da Gülseren'in her yaşta olduğuna inanırız, dediğim gibi günlük dizilerde böyle detaylara pek ince bakmaz seyirci.
Gülseren'e bir araba çarpıyor, hayatı değişiyor. Sonra Cihan'ın kızına araba çarpıyor, onların hayatı değişiyor. Gülseren güzel bir kadın, patronu asılıyor. Ekmeğimin peşindeyim diye isyan ediyor ve işsiz kalıyor. Baş belası bir görümcesi var, kan kusturuyor. Cihan, karısıyla zaten çok mutsuzmuş. Karısı hırs küpü, kontrol delisi, kızı doğurmadan önce de zaten boşanacaklarmış gibi detaylar defalarca verilerek, Cihan- Gülseren aşkına seyirci defans yapmasın diye yer hazırlanıyor. Final sahnesinde evin sarışın oğlu "demek yediği ilk değil" dedirtecek kadar umursamaz karşılıyor babasından yediği tokatı. Çok örnek sayarım da izlemeyene spoiler olmasın diye kısa kesiyorum. Kısacası Paramparça hiçbir özgün öğe içermeyen, günlük dizi olacak kapasitede bir hikaye ve senaryo iken çok para harcanarak şık bir prodüksiyon haline gelmiş. Günah mı, ayıp mı? Elbette değil. Günlük Diziler ekran izleğinin temel taşıdır ve çok da severiz. Severim.
Her şeye rağmen Erkan Petekkaya ekranda izlemeyi çok sevdiğim bir oyuncudur. İçinde olduğu projeleri de her durumda en az bir sezon sırtlanır ve taşır. Kemik bir seyircisi var. Bakınız Dila Hanım. Aksini söyleyen taş olur, Dila Hanım'ın hayatta kalmasının sebebi Erkan Petekkaya seyircisidir. Nurgül Yeşilçay, son zamanlarda ekranda yüzü gülmese de iyi bir oyuncudur. Gülseren, onun ruh verebileceği çapta bir karakter haline gelir inşallah. Yeşilçay ve Petekkaya ikili olarak da enerjileri yüksek ve izlenir olmuşlar. Her iki oyuncunun da ekran işleri konusundaki tevazulu duruşlarını severim. Ekrana iş yaparken asla 'festival filmi' yapıyormuş gibi kasılmazlar. Samimi ve içtendirler, önemseyerek işlerini yaparlar. Zaten Paramparça'nın bence en büyük kazancı da bu ikili ile çalışmak olmuş.
Rejiye gelirsek, yönetmen Cevdet Mercan'ın her çektiğini ağzı açık izleyen koşulsuz hayranlarından biri değilim. Ancak sektörün en sağlam yönetmenlerinden biridir. Aksini söyleyen yine taş olur. Evvelce çektiği kimi işleri de keyifle izledim. Açıkçası Paramparça'nın yoksunlar mahallesi de Kayıp Şehir'in devamı mahiyetinde olmuştu nazarımda. Paramparça'da şık mekanlar, şık resimler, şık işçilik, şık kamera hareketleri vardı. Ama hikayeyi izlerken önüme serilen bu şıklık, içinde durabileceğim, meraklanacağım, heyecanlanacağım bir 'dünya' kurmama yardımcı olmadı. Üzgünüm.
Dizinin kullandığı İntizar şarkısı hariç müziklerini de, sahnelerdeki kullanım biçimini de, ses işçiliğini de sevemedim. Ayrıca defalardır da söylüyorum; Star Tv yayın çıkışında bir sorun var.
Misal Paramparça'nın ortam seslerinin hışırtısından başım ağrıdı. İnanmayan
olursa buyursun gelsin, bölümü benim evde izlesin. Özetle Paramparça pazartesi gününde kendine yer açar ve izlenir. Hoş, bu ara bütün tahminlerinde yanılıyorum ama bu tutsun isterim.
Paramparça'ya emeği geçen herkesin gönlüne bereket. Yolu uzun ve bereketli olsun ancak izlemem çünkü hikayesinin müşterisi değilim.
Not: Karakterin adını Gülümser diye yazan bunak Ranini'ye, doğrusunu hatırlatan Ömer Cebeci'ye teşekkürler
Böyle işte..
R.