Hayatın kurgu da olsa gerçek de olsa değişmeyen bir özelliği var. Acımasızlık ve zamansızlık. Bazen her insanın dertlere "Adamsanız, teker teker gelin" diyesi, "bir mola lütfen " diye bağırası tutuyor.
Bu gece gördük ki hayat bu aralar Nisan üzerinde oldukça yoğunlaşmış durumda. Zaten baştan aşağı bir bulutlu bir yağmurlu olan hayatında hayat tam ışıldama başlamış, kış güneşi ısıtmış olsa da bu yalancı bahar maskesini indirip Nisan'a kışı getirmekte gecikmedi. Babasından darbe, annesinden veto, patronluğunu yapacak cadı bir üvey kardeş derken Efe'ye de derdini anlatamayınca zaten iyice sefilleri oynamaya başlamıştı. Üstüne düşene bir tekmeyi de zalim kader attı hanım kızımıza. Olmadı, yetmedi beter ol dercesine bir de kanser ettiler. Bilindiği üzere tıp çok gelişip ince hastalığa tedavi bulunduğundan beri Yeşilçam'ın en gözde hastalığı kan kanseridir.
Her şey bir yana dizi için klişeyi iyi bir şeye çevirme fırsatı olarak görüyorum. Sıkı takip edenler bilirler, dizi şimdiye kadar hep duyarlı bir çizgide ilerledi. Kişisel fikrim; ekrandaki her yapımın bu tür toplumsal gerçeklere parmak basmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Bu doğrultuda beklentim işin reyting kaygısıyla ajite edilmeden doğru aktarılmalı. Kanser hastalarıyla ve yakınlarıyla empati yapılıp löseminin tedavi edilebilir bir hastalık olduğunun anlatılması. Nitekim Nisan'ın ilk tepkileri, hastalığı kabullenememesi, soğuk algınlığı diye gidilip kan hastalığı çıkması,kemoterapi süreci, çekimlerde gerçek hastaların kullanılması güzel ayrıntılardı. Ama gönül istiyor ki tedavi süreci daha ayrıntılı işlensin, insanlara doğru ve umut dolu mesajlar verilsin, toplumda kanser hastalarına verilen tepkiler, bunların hasta üzerine etkileri v.s, hep bunları görmek istiyor insan.
Ölü makyajıyla geziyorum anlamıyor, gece makyajıyla hiç anlamaz merak etme sen!
Nisan başa geleni çeke dursun, Efe ne zaman uyanacak merak ediyorum. Şuna kimsenin itiraz edemeyeceğini düşünüyorum Nisan 2 bölümdür gerek makyaj gerek yaptığı rolle yaşayan bir ölü gibi dolanıyor. Kızarmış gözler, rengi atmış bir yüz, koyulaştırılmış göz altları, devamlı yorgun ve bayılacak durumda gezmesi... hastayım diye boynuna tabela asmadığı eksik. Ama kıskançlık denen hayvani içgüdü öyle bir şey ki Efe diye seslendiğimiz romantik prensin dahi gözlerini kör ediyor. Ne oldu bu kıza nesi var diye düşüneceğine, aman da Bora'ya niye sarılıyor diye hiddetlenmekten başka bir şey yapamıyor. Tek düşündüğü bölgemi nasıl işaretlesem. Bora desek fırsatçı değil, gıcık değil. Ne diyeyim Efe, kedi can sen et derdindesin. Sevmiyorum bu işi, seven kıskanır meselesini. Seven önce adamakıllı sevsin , sonrasına sıra gelir elbet. 2 gün boyunca iki kelime konuşabilmek için peşinden süründükten sonra yüzüğü atan Nisan'ı suçlayıp, hak ettiği cevabı alması sevindirse de sonuç olarak ağlayan gene Nisan'dı. "Yüzüğü attın mı kalbinden de atamıyor insan bir anda". Nisan'ı bir sen anladın o da yanlış anladın bence. Şirkette "hımm ikisi de gelmemiş, kesin bir arada benim dedikodumu yapıyorlar" diye fesatlık edeceğine, bir düşün iki dakika bu kız ne çekiyor diye.
Son bölümde dizinin en büyük sırrı açığa çıksa da dizinin hikaye açısından bir arpa boyu yol ilerlemediğini gördüm ne yazık ki. Ellerinde kalan son koz da buhar olup gitti böylece. Mezarlık sahnesi bir nebze iyi olsa da, yeterli değil. Uzun süredir ortalıkta gözükmeyip ölen Farise bahane edilip Kadim gene hapisten kurtarıldı. Zaten Efruz da annesinin ölümü, babasının suçlu çıkmasından çok "ühüüü, Efe benimle hiç konuşmayacak şimdi " derdindeydi. Efe'ye yaptığı babalarımızın suçunun bedelini biz ödüyoruz temalı konuşması iyi olsa da hala samimiyetine inanmıyorum bu karakterin.
2 Şükrü Özyıldız'dan biri bana düşmedi ona ağlıyorum.
Tüm aksaklıklara rağmen dün akşamın en güzel ayrıntısı baştan beri defalarca yazdığım gibi Seda'nın insancıl aşık kadın yönünün ortaya çıkarılmasıydı. Bu kadın aşık olduğu erkeği kaybetmiş, onun bebeğini karnında taşıyan bir karakterdi. Bu kadın babasız büyümüş bir karakterdi. İşlenseydi kötülüklerinin , kıskançlıklarını sebebini görüp onun tarafını tutan bir çok izleyici olacaktı belki de.Keşke bu iş daha önceden yapılsaydı, keşke el ele hep beraber arasalardı gerçek suçluyu. Başak Parlak gayet başarılı bir iş çıkarsa da çok geç kalınmış bir hamle olarak görüyorum bunu.
Hepsine toplu olarak bakarsak dizide gerek konu gerek diyaloglar açısından bir kan kaybı var. Öyle ki en sevmediğim karakter İsmail'in hallerine bile sevinir oldum. Son bölümlerde ortaya çıkan tarz karmaşası ciddi bir sıkıntı. Dizi iyi bir drama ve gizem vaat ederken bir anda birazcık mahalle havası, bol kıskançlı soslu aşk beşgenleri, basit entrika hamleleri ile sıradanlığa doğru yol alıyor. Kısıtlı kadroyla adeta dar alanda kısa paslaşan dizi son darbeyi de yayın saatinin değişmesiyle aldı ve bu zaten çok da iyi olmayan reytinglere yansıdı. En azından final de yapılacaksa kalan bir kaç bölümü ağız tadıyla, eski heyecanımla izlemek istiyorum.