Bölümün sonuna geldiğimde kafamın içinde bir tek soru vardı. Biz nasıl başlamıştık? Olaylar, yaşananlar, duygu değişimleri hepsi fazlasıyla ağır geldi bu sefer. Kendimi tek tek kızların yerine koydum, onların düştüğü duruma düşsem ne yapardım acaba diye fazla kafa patlattım. Ama aklıma gelen çözümler öylesine berbattı ki işin içinden çıkamadım. Hepsinin derdi dünyadan büyük ama yaşı çocuk. Gülmek için yaratılmış gözleri yaşlarla dolup taşıyor. Daha 16 yaşında bir insan bu kadar felaket yaşamışken bundan sonra başına gelebilecekleri düşünüp de nasıl tutunur hayata? Bütün bu sorular hepsi insanı hayattan soğuturken nasıl devam edilir yola? Cevabını bilen varsa bize de söylesin.
Ya benimsin, ya toprağın!
Eylül bu sefer başardı. İçimizdeki kızgın alevlere su serpti ama o alevlerin yüreğinde açtığı yaralar kolay kapanmayacak. Daha ne kadar yaralanabilirsin, en fazla kaç yarayla yoluna devam edebilirsin ve daha bunun gibi bir sürü sorunun cevabını aldık 46 bölüm boyunca. Aslında Eylül de annesi gibi... İkisi de kovuldukça tekrar yüz buluyorlar. Ne Mesude Kemal’den ayrılır ne de Eylül annesinden vazgeçer. Bumerang gibi ikisi de fırlatılıp atıldıkları noktaya geri dönüyorlar. Hangi biri sayılır ki Mesude’nin kızına yaptıklarının? En kötüsü de her seferinde "bu tamam, artık çıtayı yükseltemez" dedikçe Mesude yeni seviye atlıyor. Sayesinde kızı artık yürüyen mezar. Eylül’ün enerjisinden, mutluluğundan, sevincinden parlaması gereken gözlerinde hiç umut yok artık. Mesude yine her zamanki gibi kanımı donduruyor. O kadını izlemek bana hiç iyi gelmiyor. Dengem bozuluyor. Her ne kadar bu bölüm kafasındaki topuzu hatırladıkça güldümse de yine de sinirlerimi alt üst etmeyi başardı.
Sanırım bir seneye yakın zamandır beklediğimiz olay bu defa yaşandı. O adliyenin kapısından kaç kere döndük sayısı bilinmez ama bu sefer oldu. Annesi daha duygu sömürüsü yapmaya devam eder ve ümit ediyorum ki Eylül’ü vazgeçirmezse bir devrin kapanışına şahit olacağız.
Gelelim içimizi dağlayan bunca olay yaşanırken Mehmet Aykaç’ın sesiyle mest olduğumuz dakikalara. Bu dizinin kadrosunu oluşturanlar her kimlerse, sadece oyuncu değil aynı zamanda da müthiş sesler bulmuşlar. Herkesin mi sesi güzel olur? Bir de ağırlıklı olarak hemen hemen her bölüm Sezen Aksu’un başka parçasının seslenmesi de ayrı bir güzellik.
EySer sevenlerin gözü aydın diye bilirim çünkü uzuuuuun zamandır Serkan’ın şarkı söylemesini istiyor hatta hangi şarkıyı söylesin diye anketler bile düzenliyorlardı ki nihayet seslerini duyurabilmişler. Sanırım bu onları bir süre idare eder. Yaz geldikçe bölümler güzelleşiyor mu ne?
Ne demek bedava dakikaların bitti?
Gülmek için yaratılıp ama buna asla şans tanınmayan diğer güzel kızımız ise Cemre. Aghata Christie romanları kahramanı kılıklı halası yüzünden sonunda akıl hastanesine de kapatıldı ama Nazan Hanım onu oradan çıkarmanın bir yolunu illa ki bulur. İşimiz Nazan’a kalmış. Sanki böyle ölmüşüz de ağlayanımız yok gibi bir durum. En azından Cemre artık durumu biliyor ve kendinden şüphe duyarak psikolojik bir rahatsızlığın eşiğinden döndü. Önümüzdeki bölüm oradan çıkacağına hiç şüphem yok.
Tam Defne bu aralar pasif kalıyor, form mu kaybediyor diye düşünüyordum ki, yine kendini mahvetmenin bir yolunu buldu. Tebrikler Defne. Nazan Hanım'la Defne’nin yaptıkları elinde sopa, ipte yürüyen cambaza benziyor. Defne kendi tarafına çekerse düşecekler ama Nazan Hanım farkında değil ki, kendi tarafına çekerse de düşecekler. Olacak, olacak biz bu sezonun sonunda o mirastan kurtulacağız.
Yazı devam ediyor..