Uyuyan Güzel’i uykusundan sadece Prens Charming’in uyandırdığı gibi, Şebnem Gürsoy’un da oyununa son veren Selim’in öpücüğü oldu. Hoş Selim’den olsa olsa odunların prensi olur ama neyse. Prens prenstir deyip geçelim, önemli olan işe yaraması öyle değil mi? Nikah masasında o aydınlanma anına kadar her şeyin bir oyun olduğunu kabullenemeyip mucize beklerken, Şebnem’in Arda’ya söyledikleriyle tüm hayallerim hayal oldu resmen. Bölümün sonuna kadar, hala bir umut en baştan beri hatırlamadığının yalan olmasını umut edip keşke böyle olmasaydı diyerek izledim bölümü ama olmadı öyle. Şahsi fikrim; Şebnem karakterinin diğerlerine göre çok daha fazla sevilmesi sebebiyle karakterler arası denge tutturmaya karar vermiş yeni senaristlerimiz. Bakın Şebnem’de hata yapıyor, hemde çok aptalca diyerekten. Eski hikayelerinde bu konudan baya müzdariptiler malum, umarım gerekli dersleri çıkarmışlardır zira inanılmaz bir ön yargı var onlara karşı sosyal medyada. Seyirci zaten seveceği karakteri seviyor, zorla sevdirme işlemine girmeye gerek yok bence.

''İnsan sevdiği insanların mutlu olmasını ister. Ben senin çok mutlu olmanı istiyorum Şebnem.''
Aslında diyor ki ; ben seni çok seviyorum Şebnem. Birde kadınlara karmaşık derler.
Şebnem’in İstanbul’a geldiğinden beri yaşadığı değişim gözler önünde belki ama daha gidecek çok yolu var gibi görünüyor çünkü kendisinin de dediği gibi tek çocuk sendromunu en ağır şekilde yaşıyor. Suçlu olduğunu bilmesine rağmen üste çıkmaya çalışması hala bunun etkilerinin kanıtı gibi. Evi terk ettiğinde, aklına ilk olarak Selim’in gelmesi hoş bir ayrıntıydı ama. Zor durumlarda ona sığınması doğru yolda olduğunu gösteriyor. Ama koca bir amamız var ortada işte, oda Hülya. Gerçek hayatta da var böyle insanlar. Hülya en başlarda o her şeyi takmayan cool kadın tavırlarını birkaç level atlatıp resmen hayırdan anlamayan ve ısrar ettikçe sinir bozucu olan bir karaktere dönüştü. Esas çiftin arasına giren üçüncü kişi olmasını bir yana bırakırsak, şu tavırlarıyla bile sinir bozucu bulabilirdim onu. Neyse ki Şebnem toplantı sahnesinde dersini verdi gibi ama alındı mı? Onu bilemiyorum. İkinci bir Melis karakterine hiç gerek yok bence, biraz gurur herkese iyi gelir.

Bakışlarla adam öldürebilse, şuan Ege'nin helvasını yiyor olurduk herhalde.
Kainat’da o gururdan bolca var, biraz ödünç verse fena olmaz, hem iyi bile olabilir. Bu bölüm anladık ki Kainat’ın yolu Can’dan geçiyor. Ege çoktan tarih olmuş. Eh ne diyelim bize hayırlısı olsun demek düşer. Ama Can karakterini ne kadar çok sevdiğimi bilen bilir o yüzden bu ilişkide kaynana olarak erkek tarafındayım. Dizide anne figürü pek olmadığından bence bu eksikliği kapatabilirim evet. Can’ın o güzelim ilan-ı aşkına geçmeden önce yeşilçam filmlerinden fırlamış sahnesine iki çift laf etmezsem olmaz elbet. Can, kızımdan ayrılmak için kaç para istiyorsun diyen kötü baba tavrın neydi öyle ya? Elinde bir çek defterin eksikti. Kainat ona borçlu kalmasın istemişmiş, e sana borçlu kalmıyor mu böyle yapınca? Ben bile Kainat’la aynı fikre sahip oldum, düşünün artık. Neyse gelelim 11 bölüm sonra edilen ilan-ı aşka. Can biran hiç söyleyemeyecek sanmıştım yalan yok ama cd olayından daha güzel oldu bu atraksiyon. Fazla abartılmamış, bir özür ve bolca duygu içeriyordu. Sonu kötü bitti ama olsun. Babanın gelmesini bir kenara atarsak, seni seviyorum cümlesine verilebilecek en kötü cevabı aldı Can. O kadar umutsuzmuş ki, bir tamam cevabına bile sevindi. Aşk insanı böyle bir karaktere dönüştürebiliyor demek ki.

Bir mısır karşılığında ikinci bir şans alabiliyor muyuz? Hiç mi? Pki.
Bu konuda kimse Müfit’in eline su dökemez ama. İlk tanıştıkları anları tekrar yaşatıp ikinci bir şans istemesi çok romantik bir hareketti. Hepimiz ekran başında biraz kıskançlık hissettik. Seniha’ya ne kadar hak versem de, o şansı hak ettiklerini düşünüyorum ben. Hiçbir şey için geç değildir, ortada büyük bir güven sorunu var az biraz daha çabalaması gerekiyor Müfit’in. Yoksa Harun Bey kaptı kapacak kızı, aman dikkat.

Arkadaki çocuk parkıyla planın ne kadar çocukça olduğumu vurgulanmak istenmiş acaba?
Özgür’ün yalanının ortaya çıktıktan sonraki o duygusal dönemeçte karakter sıkıcı bir hal alıp, dizideki yer alma amacı tartışılırken birden en eğlenceli karaktere dönüşmesi gerçekten taktire şayan. Hep söylüyorum, Önder’le ikisi bromance takılacak iki karakterken rakip olmaları büyük şanssızlık. Bu bölüm centilmenlik anlaşması adı altında İzafet’le olan sahnelerinde acayip güldüm, çok eğlencelilerdi. İzafet zaten apayrı bir karakter, hangisi olursa olsun yeter ki olsun modunda birde Önder ve Özgür eklenince tadından yenmedi sahne. Umarım bu üçlünün daha çok sahnesini görürüz diyeceğim ama zor gibi. Özgür Almila’nın seçimini çoktan yaptığını düşünüyor, biraz uzak kalması en iyisi belki de. Almila ne istediğini bilmiyor, hayatta her şeye sahip olamayız Almila’cım.
Şebnem’in güven sorununun altında hep Seniha’nın nikah masasında terk edilmesi yattığını düşünüyorum ben. Rol model olarak teyzesini almış, anne babasından gerekli ilgiyi göremeyip Seniha tarafından yetiştirilince, erkeklere olan bu güvensizliğinin başka açıklaması olamaz. Arda tarafından nikah masasında terk edilmesi de bunu etkilemiştir mutlaka ama temelinde başka bir şey var bu olayın. Ona karşı olan ilginin sürekli canlı tutulmasını, onunla ilgilenilmesini, onu korunmasını istiyor. Bu yüzden Selim’in onun başında sabaha kadar beklemiş olması çocuk gibi dans edecek kadar sevindiriyor Şebnem’i. Dip not: ŞebSel tarihindeki en tatlı sahnelerden biriydi bu, belki kısık ateşte pişiyor bu ilişki ama emin adımlarla ilerlediğine inanıyorum ben. Ortada sadece güven sorunu var, aralarındaki tek engel o. Onu da hallederlerse, Hülya falan vız gelir bence.
Hızlı sahne geçişlerinin toparlandığı, karakterlere yeni yol ayrımlarının çizildiği, ayrıntıların unutulmadığı güzel ve eğlenceli bir bölümdü. Yayında ve yapımda emeği geçenlerin emeğine sağlık.