Poyraz Karayel: Yaslı ve öfkeli
Ekipten öfke fışkırıyor.
3. Poyraz döneminin ilk gününden hepinize selamlar.

Geçen hafta Ağla Sevdam’lı kürtaj sahnesini sevmediğimi yazmıştım. Özette tekrar izleyince yine hiç etkilenmediğimi fark ettim, hatta az bile demişim. Fantastik arabesk desem yeriymiş. Peki geride bıraktığımız bölümde onca olay olmuşken niye bundan bahsettim? Çünkü Ayşegül’le Poyraz’ın bu haftaki acı çekme halleri çok daha etkileyiciydi bence. Bir süre birbirlerinin yüzlerine bakamamaları, konuşamamaları, sonunda bir araya geldiklerinde de gerçekle yüzleşmemek için, içlerinde fırtınalar koparken ağızlarından bambaşka şeyler dökülmesi.

Garibim Sinan’ın her şeyden habersiz bir emzikle tüm duyguların ortaya dökülmesine sebep olması. Ayrı ayrı kabullenip, sonra yine sarılmaları. Yani demem o ki, ortada acı olduğunu anlamamız için bangır bangır şarkılara, uzun uzun bakışmalara gerek yok. Güneşin hiç batmadığı, müziğin hiç susmadığı diyarlara kaçıp gidebilme isteği çok daha derinlikli bir anlatım şekli. Keza daha evvel 4. bölümde gördüğümüz iç seslerin siyaha boyanması tekniği. Görünen o ki bu hikayenin rengi daha da siyahlaşacak böyle giderse.


Luke, I am your father.

Bir de kırmızı vardı bu bölüm. Önce Sema’nın kırmızı elbisesini gördük. Bu arada o topuklu ayakkabılarla çimde yürüme olayı bana kır düğünlerini hatırlattı. Evet hanımlar, tecrübe etmediyseniz bilin istedim, kır düğünü demek çamura gömülen topuklar demektir. ^.^ Hah, kırmızı diyordum. Poyraz’ın kabusundaki kanlı elleri. Hafiften bir Macbeth rüzgarı estirmedi değil. Poyraz’ın iyilikle kötülük arasındaki gel-gitlerinin biliçaltındaki tezahürü mü desek yoksa? Poyraz için “o adam” olma vakti gelmiş miydi gelmemiş miydi? Bölüm sonuna kadar bunun cevabını aradık. Poyraz müdürüne rozet ve silahını verme artistliğini yaparak polislikten henüz resmi olarak olmasa da ayrıldı.  Ancak söylemem gerekiyor, bütün o kötü olmak isteyen Poyraz halleri bence üzerinde bir hayli sakil durdu. Lakin bölümde en çok sevindiğim sahnelerden biri Poyraz’ın sevgilisini kürtaja götürüp ölümüne sebep olan gerizekalıyı patakladığı sahne idi. Ellerine, ayaklarına sağlık.

Poyraz Adil’in son kötülüğünün hesabını kendi başına sormaya başlamışken, Bahri de hiçbir masraftan kaçınmayıp darağacı filan kurarak Adil’i aramaya koyuldu. Sonunda Şevket’i kıstırıp Adil’in yerini öğrendi de ne oldu? Bahri ve avanesi sadece 5 (sayıyla beş) kişi, afedersiniz mal gibi kapıda beklediler. Böyle bir kahramanlık şekli yok. Bahri kusura bakma ama böyle mafyalık olmaz. Özellikle son iki bölümdür fenalardasın. Despina için ayağına kadar gelen Adil’i saldın, hem babanın hem oğlunun katili gitti üstüne doğmamış torununu da öldürdü, sen ‘istemem yan cebime koy’ modunda evden gitmek bilmeyen Despina Hanım’ın gönlünü eylemeye çalışıp doğru dürüst plan bile yapmadan Adil’in karşısına sap gibi çıkarken adam diğer oğlunu da delik deşik etti. NŞA’da ortalığı yıkman lazım ya, bu ne rahatlık ayol? Harcanan Sadreddin gibi görünüyor ama bence Bahri karakterinin durumu çok daha vahim.


Belki şuralarda birkaç tane kaplumbağa vardır.

Geçen hafta Sadreddin ve Ali İl övdüydüm bir hayli. Bu da bana kapak olsun. Ama bölümün başından itibaren sonu ince ince hazırlanmıştı. Sema’ya “Mutlu olmama şu kadarcık kaldı.” deyişi, Songül’ü kendisiyle cezalandırışı, o kadar ikaza rağmen acele edip Adil’i yakalama planını (evet beş kişiyle yakalayacaklardı o içeri girmeseydi) mahvedişi, koltuğu hak etmediğini kabullenişi, ayağına kadar gelen İpek’e yine bir zarar veremeyişi. Böyle orijinal/derin kötülerle çok karşılaşmıyoruz. Ben kendisini ilk Bahri’ye yaptığı “Sen beni hiç sevmedin ki.” konuşmasında sevmiştim. Baba ilgisinin eksikliğinden, ötelenmekten, sürekli kendisini kanıtlama telaşında saçma sapan işler yapan, kaybettikçe kaybeden biriydi Sadreddin. En son buldu sandığı aşkı da kaybedince iyice sempatimizi kazandıydı. –di’li geçmiş zaman kipinde yazıyorum ama belli olmaz. Belki haftaya bir hastane sahnesinde karşımıza çıkar. Mantıken o kadar kurşunla hayatta kalmaması lazım ama insan mezarı görmeden emin olamıyor işte bizim dizilerde. “Senin baban benim.” cümlesi de Poyraz’ın üstleneceği yeni misyonları düşündürdüğü için Sadreddin’in ölümü olması gereken gibi. Göreceğiz. Öldüysen Allah rahmet eylesin Sadreddin (Bu nasıl bir cümle be?). Mavi gözlerine gurban.

Diğer taraftan Poyraz kötülerin tarafına geçti de ne oldu? Dur önce 3. Poyraz olmasına sebep olan olaya geleyim. Kürtajcı doktoru öldürmek. İlk sezonda Bahri’nin kestiği racon gereği Kulaksız Adnan’ın eline sıkarken bile eli titreyen Poyraz’ı sonradan çokça adam öldürürken gördük. O yüzden hele eski bir Dexter’cı olarak suçlu bir adamı öldürmesine niye özel bir anlam yüklendiğini anlayamadım. Ayşegül’ün gözünün önünde olması mı diye düşündüm bu adamın milat olması. Evet adam silahsız, çatışma içinde değiller ve ortada bir nefsi müdafaa yok. Ama 31. bölümde br sahne vardı mesela. Ufuk’un kaçırdığı Ayşegül’ü kurtarmaya giderken önüne iki silahlı adam çıkıyor. Adamlar silahlarını atıyorlar. “Ayşegül nerde?” diye soruyor. Birinin dizine sıkıyor, sonra tekrar soruyor bu kez adamın karnını kurşunla dolduruyor. Gerek yok ki adamı öyle hınçla öldürmesine, zaten etkisiz hale getirmiş. Yani bu gibi sahnelerden ötürü ben pek farkı fark edemedim sanırım.


Yazı devam ediyor..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER