Sabah
sabah ne işi? Dur bi kendime geleyim.
Senin atölye ile bir alakan yok
ki. Sen, bana burada yardımcı olacaksın. Tabii Cihan’ı ihmal etmeden.
Kim böyle bir söz işitse başından
aşağı kaynar sular dökülür. Beklemiyordu. Nasıl beklesin ki? Moda mezunu birine
hizmetçilik teklifinde bulunuyorsun. Yüzü de düşer, hevesi de kırılır. Gülfem
gibi burjuva görünümlüler yalnızca emir verir. Kendinden üstün kimse yoktur.
Küçük görür. Halkın arasına girmeyi bilmezler. Bırakın empati kurmayı
sempatizan bile değillerdir. İstedikleri yerine gelmediğinde ise kedi eniği
gibi kapının önüne bırakıverirler.
Gülru, küçük çaplı şokunu
atlattıktan sonra saygı değer Gülfem Hanımının teklifini kabul etti. Aptalsın
Gülru! Ne olursa olsun hayatının fırsatını yakaladığını düşünüyor. Yonca’nın
“diplomalı hizmetçisi mi olacaksın?” serzenişine ise; Kendimi ispat edene kadar
ne olmam gerekiyorsa onu olucam, diye cevabı ağzına tıkıyor.
Köşkte bir yandan bunlar olurken diğer
tarafta akşamki parti hazırlıkları hız kesmeden devam ediyor. Meğer aynı gün
Enver Sipahi’nin yedisiymiş. Teşvikiye’de mevlit okuttuklarını yarım ağızla
söyleyiveriyor halasına. Onun için önemli olan akşama Hekimoğlu ailesinin
şerefine vereceği parti. Her şey kusursuz olmalı. Eskiden olduğu gibi yankısı
büyük olmalı. Gülfem Sipahi imzası gibi. Parmakla gösterilsin yeter.
Yener
her zamanki şuursuzluğuyla tabaktaki helvayı ve evdekileri yemekle meşgul.
Enver Sipahi’nin yedisiymiş,
kırkıymış kimin umurunda? – Oysa ölen kişinin kefeni yedi gün kurumazmış. Bu
nedenle yedi gece dua okunurmuş. – Gelenek mi? O da ne? Okundu, bitti
işte. Salih Efendi ve ailesi olmasa
Enver beyin ruhu huzur bulmayacak. Adamcağız duasını okudu, helvasını kavurttu.
İnsan olarak addedeceğim nadir karakterlerden biri Salih Efendi. Halide Hanım
her zamanki densizliği ile müştemilat katına destursuz girdi. Servisler
yetişmiyormuş. Gülru ile Yonca’yı almaya gelmiş. Gülru dünden razı. Yonca için hava hoş.
Yangın
söner. Tamiri de yapılır. Peki, Cihan’ın içindeki üstü örselenmiş kor nasıl sönecek?
Onda bıraktığı hasarı nasıl tamir edecek?
Cihan’ın böyle bir şey yapacağını
tahmin etmek güç değildi. Partiyi cümbüşe çevireceğini düşünmüştüm. Az daha
katliama dönüştürüyordu. Depodan aldığı bir bidon benzini evin her köşesine
boca etti. Ve Gülfem’in gözünün içine baka baka kibriti çaktı. Olağan her şeye
donuk ifadelerle tepkisiz kalan Gülfem’den tepki göstermesini bekler miydiniz?
Beklerdim. Bekliyordum da (!) Duyguları, Gülfem Sipahi kimliğini ele geçirmesin
diye kendini her zaman frenliyordu. Derinliği bol katmanlıydı. Kazdıkça yeni
keşifler, psiko analizler yapılacak türdendi. İlk defa içinden değil, çığlık
çığlığa ağlıyordu. Kaybetmek istemiyordu. Zaten yirmi küsur yıllık bir kaybı vardı.
Doğru düzgün kardeşini tanımadan onu da kaybedecekti. Tüm çabası
kurtarmaktı. Parti yeri can pazarına
döndü. Çünkü içeride Cihan ile birlikte iki kişi daha vardı. Gülru ve Mebrure.
İçinde
bir nebze dahi olsa insanlığa ait izler varmış. Alevlerle birlikte gecenin
karalığında yüzüne yansıdı. Gülfem’e olan inancımı arttırdı. En azından
içindeki 1001 odandan birine girebildim.
Mebrure lavaboya gitmiş. Tam
kapıdan çıkarken alevlerle burun buruna geldi. Cahide Hanım, gelinine bakması
için Şevket’i görevlendirdi. Hani kocası ya.. Kapı açtığı gibi o da alevler
maruz kaldı. Mebrure kurtarsın diye yalvardı ama Şevket orada, alevlerin
arasında kalmasından memnundu. Ölmesini istiyordu. Başındaki dertten ebediyen
kurtulmasını istiyordu. Mebrure ne kadar yalvarsa kâr etmedi. Ölümün sıcak
yalnızlığına bırakıp gitti. Allah'tan Ömer durumu çabuk kavradı da kadıncağız
yanmaktan son anda kurtuldu.
Kahramanlık sırası bu defa
Gülru’ya gelmişti. Önümüzde Şevket gibi bir örnek varken Gülru, onun yapamadığı
adamlığı yiğitçe Cihan için yapmıştı. Ne pahasına olursa olsun Cihan önemliydi.
Kardeşi gibi görüyordu Cihan’ı. Dumandan etkilenmemesi gerekiyordu. Daha büyük
sonuçlara sebebiyet vermemek adına kendinden vazgeçti. Yiğitlik erkeğe has bir
şey değilmiş. Bunu Gülru’da analiz etmiş olduk. Herkes yapamaz. Yalnızca
vicdanı olan biri yapabilirdi. İşte o zaman vicdan ile yiğitlik bir araya
geliyor. Cinsiyet farkı gözetmiyor. Önemli olan insan olabilmek. Duman, nefes
almasını zorlaştırmıştı. Dayanacak gücü kalmadı. Tam alevlerin arasına
yığılıyor derken, Ömer Bey kucakladığı gibi dışarı çıkardı. Dışarısı mahşer
yeri gibiydi. Gülfem ve Gülru’nun kardeşlerinin çığlıklarıyla inliyordu. Kimse
can’ına zarar gelsin istememişti.
Babasının
ruhu oradaydı ve yalnız kalmayı istiyordu.
Şevket ve Taner Hekimoğlu’nun
baba-oğuldan ziyade iki düşman gibi çatışmasını izledik. Şevket, yıllar önce
hevesi uğruna genç bir kadının hayalleriyle oymamış. Böylece hayatındaki tüm
arzuları baba Hekimoğlu tarafından elinden alınmış. Babasının ölmeden önce
yaptırdığı anlaşma olmasa Mebrure ve oğlunu çoktan kapının önüne koymuştu. Bu
nedenle ikisine de hıncını ve nefretini kusuyor. Cahide hanım ise Hekimoğlu
adına zeval gelmesin de ne olursa olsun tavrında. Hekimoğlu evinde Mebrure’ye
insan gibi davranan yalnızca Ömer. Şevket’in gözünde hâlen bir dakika sonra
adını bile unuttuğu hizmetçi parçası.
Taner, annesine yapılan haksızlığa daha fazla tahammül edemedi. Ellerine
sağlık. Onun gibi pislikler laftan, sözden anlamaz. Gözünü korkutmak gerekiyor.
Gerekirse ölümüne dövmek. Ama babası, dediğinizi duyar gibiyim? Babası ise
babalığını bilsin efendim. Babalık hakkı, öyle spermini vererek var olmaya
sebep değil (!) Emek vermek. Sevmek. Anlamak. Dinlemek. İyi gününde olduğu
kadar başı sıkıştığında kucağını açabilmek demek. Emek vermediğin birine nasıl
hakkın geçebilir ki? Evet, Şevket Taner’in biyolojik babası. Yalnızca
biyolojik.
Kendinden
başka kimseyi düşünmeyen, kanında pislik bulunduran Şevket gibilerine haktır.
Ellerin dert görmesin Taner!
Yarım kalmış, kırık bir aşk
hikâyesi onlarınki. Kızgındı. Çok kızgındı. Korkak olduğunu söylüyordu. Bizden
korktuğun için kaçtın, diyordu. Çaresiz bıraktığı için kızgındı. Açıklamasına
izin vermediği neydi? Ne halde yakalamıştı ki arkasına bakmadan kendini Amerika’ya
savurdu? Bir erkeği yaralayan ne olabilirdi?
Gülfem yarasını kanatacağını bildiği halde soruyordu. Çünkü Ömer,
arkasında birçok soru bırakarak gitmişti. Enver beyle ilgisi olduğunu
düşünüyorum. Tek başına verilen bir karar olamaz. Küçük, ama etkili bir
hesaplaşma olmuştu. Gülfem biraz olsun ketum darlığını bozmuştu. Yaşananları
silemezdi. Ancak sayfa atlayarak yeni bir başlangıç yapabilirdi. Gece güzel
geçecekti.
Bahçe
duvarlarından atlamak, kapı önlerinde beklemek zor geldi beyimize.
Salih ve Recep Efendinin
tartışmasından sonra ikisinin tavrını merak ediyorum. Biri namazında niyazında
iken diğerinin ayık olduğu zaman yok. Başta Gülru’nun vereceği cevap önemli.
Kabul mü ederek vezir mi, yoksa rezil mi?