Ayşegül’ün hamile kalmasını yadırgamıştım. Ama tepkileri kendisinden bekleyeceğimiz gibiydi. Sonunda Begüm’ün hapsinden kurtulan Sinan’ın kıskançlık soslu şirin tepkileri de. De, keşke yine ağzından kaçırıp kardeş haberini annene vermeseydin Sinan. Kendisi aptalca olsa da can sıkıcı planlar yapıyor. Gerçi bir bebeğe zarar verecek kadar zalim değil diye biliyorum. Belki sonunda artık durumu kabullenip AyPoy’un peşini bırakır da kendine yeni bir yol çizmeye karar verir.
Portakallı şiir
Ayşegül’e hamilelik haberini vermek aynı konu yüzünden Sefer’le evliliklerinin ilk tartışmasını yapan Sema’ya düştü. Hem çok sevindi hem çok üzüldü garibim. Bu noktada kimselerin pek bahsetmediği o sahneyi atlamamak istiyorum. Karşıdan güneş ve rüzgâr vururken balkonda konuşan SefSe, şiir gibi değil miydi? Sefer’in “Ama kızları daha çok sevecektim.” demesiyle Sema gibi benim de gözlerim doldu, hüzünlere gark oldum zaten. Çaktırmadan derinlere dokunuyorsunuz. Böyle güzel bir konuşmanın kız babalığı üzerine düşündüğüm bir güne denk gelmesi de sahnenin bendeki etkisini arttırdı sanırım. Geçen hafta kendinden büyük topları sürüklemeye çalışırken bayıldığım o ufaklıkla ne kadar şeker görünüyordunuz siz öyle? Bahri Baba’nın tavsiyesini (fragmandaki replik bölümde değişmiş, kaçırmadık) değerlendirebilirsiniz bence de. (Sabıkalı bir adam ve hasta bir kadının evlatlık alması kolay olur mu gerçi bilmiyorum.) Ama bir de kızınız olmalı. Annesine benzemeli, çok güzel olmalı, babası onu da her şeyden çok sevmeli, biz de ekran karşısında aşırı tatlılığa maruz kalıp ölmeliyiz. Tabii Sema’nın hastalığında bir mucize olursa, ki bence olabilir, hatta olmalı.
Şiir dedim de, Bahri Baba aşkından şair olmuş. ^.^ Sanırım Despina ismi de o şiirden esinlenilmiş. Ben sevmedim. Bahri-Despina sahnesine tema müziği yapmışlar gıygıylı, o bile tuhaf geldi, gayriihtiyari gülmeme engel olamadım. Acaba Dafne’yle birlikte Despina da gitti mi? Şiirden etkilenip yoldan dönmesin de? Bahri böyle iyi. Zaten asıl düşman da ortaya çıktı. Despina o naiflikle yapamaz o ortamlarda. Fransa'da takılsın biraz. Vizeyle filan uğraşmadan gidebiliyor zaten son dakikada karar verip. Negzel.
Yöö!
Bölümde hissettiğim bir diğer duygu Çiğdem’e karşı nefretimsi bir şeydi. Ama Meltem’le Zülfikâr’ı sarılırken gördüğünde de içimin yağları eridi, çok mutlu oldum. Çok da iyi oldu çok da iyi güzel oldu. Haydi Çiğdem sana güle güle. Zülfikâr da ergen gibi iki kadın arasında bocalayan bir tip oldu, kendine gelsin tez vakitte. Ekibin tüm ağırlığını Sefer taşıyor böyle olunca. Sefer’in Friends izleyip shipper’lık yaptığından da şüphelendim bu bölüm. “ZülMel mi ÇiğdeKâr mı?” hızlı soru taktiği bir diğer manyak dizi karakteri Phoebe Buffay’i anmamıza sebep oldu gece gece, iyi oldu. Pamuk’un nereden geldiğini bilmiyorduk, şimdi nereye gittiğini de bilmiyoruz. Gerçi büyümüştür artık hayvan ama sona doğru bu iki soru da cevabını bulursa çok hoş olur.
Songül’ü patlatacak kişinin Selçuk olacağını hissediyorum. Ama emin olamıyorum da, bir kez daha dört ayağı üzerine düşebilir. Yine bir taşla kaç kuş vurdu belli değil haspam. Sadreddin yavrum da nasıl sevindi sonunda Songül’den kurtulduğu için, yazık. Gerçeği öğrenince İpek’e kıyamayacak gibi duruyor. Ama belli de olmaz.
Toparlarsak, duygu geçişlerini özlediğimiz Poyraz Karayel’i hatırlatan, eğlenceli bir bölümdü. Güldük, hüzünlendik, sevindik, sinirlendik, heyecanlandık, şaşırdık. Sanırım bazı karakterleri de yolcu ettik ya da yolcu etmeye hazırlandık. İsa’yla ödevimizi yaptık, Albayımızı gördük, duvardaki kaplumbağa resminden yine ürktük, Oğuz Atay’a tekrar selam çaktık. Öze dönüşün sinyalleri gibiydi sanki bu bölüm. 41 kere maşallah diyelim tekrar ve böyle devam etmesini dileyelim.
Sevgiler.