Mutluluk

Yaşasın Sefse! Sefer ve Sema’nın sarılması nasıl büyülü bir şeydi öyle? Sefer’in muasır medeniyetler seviyesindeki laflarına gülüp, Sema’nın kıskançlığına yorum yapıyorduk ki o sarılma anında tüm sesi kestik bizim evde. Uzay-zaman düzlemi büküldü gibi bir şey oldu. Zaten o kupalar öyle yan yana geldi ya, dedim tamam bu sefer mutlu olacaz çok geç kalmadan. Geçen bölüm sonunda dört farklı tonda çok başarılı bir şekilde icra edilen “Ulan Sema.” cümlesiyle acıyı hissetmiştik. Sefer hastalığı biraz hafife almış gibi oldu aslında ama zaten bunların dramı arkada bu bölüm intikama yoğunlaşalım dendi herhalde. Onca zaman kendisinden gerçeğin saklanmasının intikamını çok başarılı bir şekilde aldı Sefer. Tahmin ettiğim gibi çok da uzatmadı zaten.

Soğukkanlı bir şekilde Sema’ya lafları geçirdikten sonra yine çok romantik bir şey yaparak sevdiğini nasıl mutlu etti belli değil. Kerestelikle romantikliğin mükemmel karışımısın resmen Sefer. Portakalları bile düşünmüş be. O değil bir nesil mafya koca arayacak senin yüzünden. ^.^ Yani işte bu küresel sermaye romantizmi çikolata, tek taş yüzük, kırmızı gül, peluş ayıcık, kalpler, balonlar filan bunlara indirgedi ama romantizm demek hikâyesi olan şey demek aslında, sizin hikâyeniz de çok güzel lan. İlk evlenme teklifini kıroluk dozu yüksek olduğu için pek sevmemiştim ama bundaki maçoluk seviyesi tam kararındaydı. "Otur şöyle benim canımı sıkma.” Sema Zülfikâr’a bir dahakine sen şahit olursun demişti, gerçekten de öyle oldu. Yaza düğün olacaktı, kışa nikâh oldu. Ama o kadar hazırlandıkları düğünden çok daha samimi, çok daha romantik oldu. Bakalım bu hastalıkla bu evlilik olayı nasıl devam edecek. Sefer’in gördüğü rüya hayrolsa bari. 


Mutsuzluk

Sefer’le Sema altı hafta boyunca bizleri kanser ettikten sonra nihayet kavuşurken bir süredir çok iyi giden Ayşegül’le Poyraz çok fena oldu. Evet, herkesin aynı anda mutlu olması dizinin raconuna ters, biliyoruz. Ayşegül Poyraz’ın yalan söylemesine bozulmuştu kıskançlıktan daha çok, haklıydı da. O şarkıyı o kızla dip dibe söylerken görmesine rağmen ertesi gün Poyraz’a sürpriz yapmaya evine gitti, ama o gördükleri hiç hoş olmadı. Bölüm boyunca sıvayıp, tüy dikmesine rağmen türlü şebekliklerle yırtan ve bizi de çok eğlendiren Poyraz bu sefer güldürmedi. O sahnenin yanlış anlamalar üzerine kurulu alelade dizileri hatırlatması da hiç hoşumuza gitmedi. 


Fitnelik

Songül’ü unutuyordum az kalsın. Kendisine fena halde saygı duydum. Her şeyi geçtim Sema’nın arabasındaki o oyunculuk neydi öyle? Hem Songül Umman hem Ece Özdikici, şahanesiniz. Kötüye ihtiyaç duyan dizide sessiz ve derinden heyecanı diri tutan karakter oldu resmen. Nasıl öleceğini ben de merak ediyorum Sadreddin gibi.

Sözlerime burada son verirken, Sinan’ın Poyraz’la görüşememe olayının çözülmesini, artık halasıyla da bir zahmet tanışmasını (Meltem’in yol geçen hanına dönen evinde buluşabilirdi mesela babasıyla), Lost gibi her hafta ortaya yeni sorular atmaya başlayan dizinin sonunun ona benzememesini, geçiş bölümü olarak düşünmek istediğimiz bölümlerin sona erip sadede gelinmesini temenni eder, “Albayım sen ne ayaksın?” demekten de kendimi alamam efendim.

Sevgiler.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER