''O gün orada güçlü
durdum ama köşeyi dönünce yere çöktüm. Bazı köşeler senin zırhınmış...''
Feridun Andaç
Tek bir yalan, kaç hayatın kararmasına sebep olur? Kaç
hayatı delip geçer, kurşun gibi? Kaç çocukluğu ayırır, köklerinden? Kaç
masumiyeti yok eder, en derinden? Bir yalan daha fazla ne kadar acımasız
olabilir? Azade Karabey! ''Sen Karabeylerin yüz karasısın!'' dediği adamın
çocukluğunu, masumiyetini, bir gün iyi olabilme umudunu tek bir an bile
düşünmeden çalan ve çaldığı ailesinin yüz karası olarak büyümesini seyreden,
sözde ANNE!
Kime ne kadar yanacağımı, kime ne kadar üzüleceğimi
bilemeyerek izledim geçen haftayı. Seyrettiğim her sahne kalbimden bir şeyler
alıp götürdü bende. Yoğun bakımın kapısında, duyduklarını idrak etmeye
çalışırken Baran, dilinin bile varamadığı şeyi doğru mu, değil mi diye sormaya
çalıştı Azade'ye; titreyen sesi, acıyan kalbi ve tüm hayal kırıklığı ile
birlikte. Dünya mı başına yıkıldı yoksa Baran mı dünyaya fazla geldi o an,
bilemedim. Baran'ın yol arkadaşını almıştı elinden, Azade. Kendi içinde
geçmişle yüzleşirken Baran, ben onun yolda yalnız kaldığı yıllara sarıldım sıkı
sıkı. Oysa her şey çok farklı olabilirdi. O küçücük yaşıyla, tek başına savaş
verdiği her şeyle, omuz omuza Fırat ile birlikte mücadele edebilirdi. Tüm
acılarını ikiye bölebilirdi. Omuzları değil de yüreği belki biraz daha az
ağrıyabilirdi, Baran'ın...
"Beni biraz dinlendirir misin?
Omzunda, koynunda, dizlerinde... Hiç fark etmez. Ama saçlarımı okşa.
Kendimi taşıyamaz hâldeyim."
Oğuz Atay
"Çok ağrım
var." Dedi Baran, Dilan'a sığınırken hastane kapısında. Duyduklarını
taşıyamaz halde yıkıldı Dilan'ın kollarında, bankın üstüne. Dönüp geçmişe
baktığında hangi birini sorgulayacaktı kendi içinde? Kardeşin kardeşe silah
çekmesini mi? Kendi evinden kardeşini kovmuş olmasını mı? Yoksa yıllarca yanı
başında sahipsiz, sevgisiz büyüyen kardeşinin gözlerine asla bakmayışını mı?
Evet, Azade büyük bir günahın başlangıcıydı ve fakat Baran da gözlerini
kapatmıştı Fırat'ın iyi olma çabasına karşı.
Baran da hep irdelemişti Fırat'ı ve hep ayrı tutmuştu Karabeylerden.
Düşündükçe, aklına gelenlerin içinde boğuluyordu sanki Baran. En yorgun, en
bitkin, en çaresiz olduğunda durup, düşündüğü; dinlenip nefes aldığı tek yerdi
Baran'ın, Dilan... Yatak odasında, küçük bir çocuk gibi sevdiği kadının
dizlerine yığılan Baran'ı kalbime koydum ben. İyi ki Dilan'ı vardı. Omzundaki
yüke ortak olamasa bile Baran’ın kalbindeki tüm dertlere ortaktı Dilan...

"Herkesi geç!
Hepimizi geç! Sen bunu o çocuğa nasıl yaptın? Fırat'ın gözlerine nasıl
baktın?" Diyerek haykırdı Baran, Azade'nin yüzüne yüzüne konakta.
Hastanede, içinde kalan cümleleri tamamlamak istercesine. Kalbi titriyordu.
Annesinin evlat acısıyla ölmesine mi yansın, Baran yoksa Fırat'ın asla annesine
sarılamayacak olmasına mı, bilemedi. İçinde dinmesi mümkün olmayan çok büyük
bir fırtına vardı, Baran’ın ve fakat yine yeniden, dimdik ayakta kalmak
zorundaydı. Yine yeniden kardeşine, babasına destek olmak zorundaydı...
"Uyan
artık." Dedi Baran, Fırat'ın başucunda konuşurken. Bu kez muhatabı
amcaoğlu değildi. Kardeşiydi. "Öyle
kardeş olalım ki, yılların kimsesizliğini senin kalbinden söküp atalım..."
diye devam etti, gözlerinden süzülen yaşları bir çocuk gibi elinin tersiyle
silerek. Baran sanki o gün, orada, Fırat'ın başında büyütmüştü yarım kalan
çocukluğunu. İki kere abiydi artık. Ve iki abilik düşünecekti her şeyi. Sol
kolu yanındaydı ve sağ koluyla tamamlanmıştı kendisini. Telafisi olur muydu
geçmişin bilinmez. Keza masumiyeti çalınmıştı hayatlarının. Ancak her şeye
rağmen ben Baran'ın Fırat'ın kalbinde eksik olan aile sevgisini, abi
sıcaklığını iliklerine kadar hissettireceğinden hiç şüphem yok. Fırat’a ait
olduğu kimliği çok kısa bir zamanda tüm sevgisi ve sahiplenme duygusuyla geri
iade edeceğinden hiç şüphem yok.

Velhasıl kelam Fırat uyandı ve yandı yeniden umut ışıkları.
Baran kimseyi bu kadar karmaşık duygularla beklememişti muhtemelen. Düz bir
insandı çünkü ve bu gerçeği Fırat'a nasıl anlayacağının, Fırat'ın bunu nasıl
karşılayacağının büyük kaygısı vardı içinde. Fırat'ın konağa geldiği sahne çok
ama çok başkaydı. Amca diyerek Kudret’e sarılması, amcaoğlu diyerek Baran'a
dönmesi, Kudret ve Baran'ın canına bir şey batarmış gibi birbirleriyle
bakışmaları çok ince detaylardı. Baran'ın Fırat'a sarıldığındaki o rahatlama
duygusu hissettim en derinde bir yerlerde. Abisiydi artık Fırat'ın ve Cihan’dan
hiçbir farkı yoktu...
Herkeste farklıdır gerçeklerle yüzleşmek karşısında
gösterdiği tutum. Fırat köşesine çekilip içini dinlemeyi tercih etti gerçekleri
karşısında. "Baksana, kendine anlatmaya mecali yok." Dedi Dilan,
Fırat'ın peşinden gitmek isteyen Baran'a. Çünkü Fırat'ı en iyi Dilan anlardı.
Kendine anlatamadığı şeyin ağırlığını o da daha önce en ağır şekilde
taşımıştı yüreğinde. Kendi evinde bir sığıntı gibi büyüyen Fırat; öz abisiyle
değil kardeş, amcaoğlu bile olamayan Fırat; annesi ve babası tarafından
sevilmediği için kendini sevgiye layık görmeyen Fırat; o gece sabaya kadar
içinde kaç yangın söndürdü, kim bilir... Ayten yengesiyle ektiği ama annesi
diye sığındığı ağaçla neler konuştu, kim bilir. “Aile limandır Fırat... İçindeki çocuğu hepimiz iyileştireceğiz.”
Dedi Dilan, yaşadığı büyük hayal kırıklığına rağmen tutunacak dal olarak hep
hayalini kurduğu o aileyi göstererek...
İlk defa "Baba!"
Dediğinde gerçek bir sevgiyle sarılıp sarmalandı, Fırat. Sonra kardeşi sardı
onu acıyan yerinden, daha sonra abisi. Aitlik duygusunu daha önce böylesine
tatmamıştı. Babasını koy kenara Fırat'ın Baran tarafından sevilmeye, başının
okşanmasına o kadar ihtiyacım vardı ki. Kocaman sarıldı abisine. Baran'da
Fırat'la birlikte tamamlamış oldu eksik olan yanları sanki. Üzerinden yıllarım
yükü kalkmış gibi gözlerinin içi ışık saça saça oturdu masaya.

"Çok
mutluyum" dedi odalarına çekildiğinde karısına, Fırat. Bir insan
geçmişinin kocaman bir yalandan ibaret olduğunu öğrendiğinde mutlu olur mu?
Olur. Şayet Fırat gibi hayatı boyunca bir köşede yapayalnız, irdelenen bir
çocuk olmuşsan şimdi hep imrendiği o aileye kavuşunca mutlu olur. Geçmişi
geçmişte bırakıp geleceğe sıkı sıkı sarılmayı tercih etti, Fırat. Yarınlara
sarılmak yapabileceği en güzel şeydi. "O
adam. " değildi artık. Baran'ın öz kardeşi, Cihan’ın öz abisi, Karabey
kardeşlerin ortancası ama bundan daha da önemlisi kalbime zehir saçan Hasan
Karabey'in oğlu değildi artık. Sağında abisi, solunda kardeşi, arkasında dağ
gibi durabilecek bir babası vardı Fırat'ın. Hoş geldin Karabeylerin
ortancası...
"Ben geldim
anne..."
En çok beklediğim sahnelerden bir tanesiydi, Fırat'ın
annesinin mezarına gitmesi. Yıllarca annesi tarafından sevilmeyip terkedilmiş
bir çocuk olarak büyüyen Fırat için bir mezar taşı bile şükür sebebi
olabilirdi. Artık biliyordu, annesi terk etmemişti onu. Bir mezar taşından
ibaret bile olsa gidebileceği, dokunabileceği, dertleşebileceği bir annesi
vardı artık. Bir yere aitti. Bir yeri ve yurdu vardı artık. Ağladı Fırat,
sadece yengesiyken bile Ayten'in ondan esirgemediği şefkati hatırlayınca,
annesinin ona verebileceği o koşulsuz sevgiden mahrum kalışına ağladı... Önce
babasıyla sonra annesiyle en sonda Azade Karabey ile yüzleşti, Fırat. “Seni yarım biriktiğim için özür dilerim.” dedi
Azade Karabey. Yanlışın var Azade Karabey, sen Fırat’ı yarım bırakmadın; var olmasına engel oldun. Onu sıfırla çarptın.
Barış'ın bendeki çıtası zincirli odayı öğrendiği sahneydi.
Gözlerinden tutunda çenesindeki titremeye kadar o kadar muazzam yüklenmişti ki
sahneyi, satır satır yorumlamıştım o sahnenin Baran'daki tüm duygularını.
Geçtiğimiz haftaki bölümler bende o çıtayı katladı Barış. Fırat'ın kapısında,
gerçekleri öğrendiği sahneden tutunda da Azade ile yüzleşmesi, konaktaki
haykırışlarına kadar... Sesinin tonu, bakışlarındaki belirsizlik, yere göğe
sığdıramadığı öfkesi ve öğrendiği gerçek karşısındaki o mide bulantısı hissine
kadar Barış Baran'ı oynamamış da yaşamış resmen. Barış olarak ağlayamadığı tüm
anlar için ağlamış adeta. Bunun üstü gelmez demedim ben hiçbir zaman, söz
konusu Barış olduğunda; bunun üstü nasıl gelir acaba diye merak ettim. Keza net
emindim, Barış her zaman üstünü getirecektir. Emeğine, yüreğine, ilmek ilmek
işlediğin karakterine olan saygına sağlık Barış Baktaş. Bir kez daha iyi ki
Baran sana emanet. Bunun üstü hangi sahne olacak merak içindeyim...
Haftanın bendeki diğer yıldızı hiç şüphesiz ki Gökhan
Gürdeyiş. Fırat’ın o ele avuca sığmayan hallerinin tersine yaşadığı hayal
kırıklığını kendine sığınarak çok güzel yansıttı. Annesinin mezarının başında
ağlayan Fırat yetti de arttı bana. Emeğine, yüreğine sağlık.
İnanıyorum ki bölümler sadece benim içimden geçip gitmedi.
Keza o kadar duygu yoğunluğu ve yorgunluğu olan bir haftaydı ki geçen hafta,
oyuncularda karakterlerine o duyguyu yüklerken içlerinden bir şey kopup
gitmiştir. Gül'ün kaybetme korkusunu kalbinde hissettiren Buse Bedir; kendi
evlat acısını unutup ölen karısı için evladına yanan Kudret Karabey'in
hissettiklerini bu kadar içten yansıtan Erol Yayvan; en masumuyken bile Fırat'a
karşı suçluluk ve pişmanlık duygusuyla ağlayan Cihan’ı giyinen Göksel Kayahan...
Hepinizin yüreğine sağlık. Ek olarak haftanın Azade ve Baran sahnelerine
kelimelerim kifayetsiz kaldı benim. Barış ve Nalan Hanım o kadar yükseldiler ki
sahnelerde ayakta alkışlıyorum. Muazzamdınız.
GENEL NOTLARIM:
* Ben Baran'ın adaletinden asla şüphe duymadım.
Yaşadığı hayal kırıklığını atlatınca duyduklarını kendi terazisinde ölçüp biçim
Fırat'ı kendi içinde bir yerlerde aklayacağından emindim. Kardeşi olduğunu
öğrenmeden Fırat'ı affetmesi, benim en büyük önceliğimdi. Adalet terazin için
bir kez daha teşekkür ederim Baran Karabey.
* Daha önce bir hata ya da ihanet mevzusu
olduğunda Hasan ve Azade konaktan sürülmüştü. Yani en azından Baran bu hükmü
vermişti. Eee, şimdi Azade ve Hasan'a ne olacak? Tamam, konakta kalmaları şart
ama kalmaları için geçerli bir bahane şart.
* Kudret Hasan'ın boğazına sarıldığında durdurmak
isteyen Dilan'a Baran'ın engel olması nereden baksan çok kral hareketti.
* Bir tarafta kocaman bir yalanın içinden çıkmış
ve perişan olmuş kocası varken Gül'ün yanında olmayı isteyen Dilan'ı kabul
etmiyorum! Üstelik Baran kucağına uzanmış dinlenirken. Gül'ün annesi yanında.
Eğer birinin Dilan'a ihtiyacı varsa o da Baran'dan başkası değil!
* Dilan'ın ya da Baran'ın birbirlerini teselli
ederken askerlik arkadaşı gibi kolunu sıvazlamasından gına geldi artık. Bir
insan sevdiğini teselli ederken sevgiyi ve merhameti avuçlarıyla yüzüne verir.
Yüzünü avuçlar ve gözlerine odaklanır. Ben buradayım, yanındayım der. Askerliği
aynı kışlada mı yaptınız DilBar kişileri? Ayrıca Dilan'ın alnı öpmekten eridi,
eridi! Başka alternatiflere geçelim biraz.
* Genel olarak bakacak olursan ben geçen haftanın
Dilan'ını çok beğendi. Eski Dilan'ın tadını verdi bana. Baran'a olan desteği,
aileye gösterdiği sahiplenme duygusu, Fırat ile olan tüm konuşmaları o kadar
muazzamdı ki; o artık bir hanım ağa dedirtti bana.
* Hikâyeye bir de Akif Komiser dâhil oldu. Konağa
ve Karabeylere hizmet ettiği sürece yeni karakterlere sonsuz açığım. Renk
katar. Gözlemlediğim kadarıyla Akif'in Baran'a karşı sergilediği sert tutumdan
hoşlanmayıp Okan kıyaslaması yapan bir kesim var. Şöyle bir durum var ki ben
Okan'ı gözümde asla bir polis memuru olarak göremedim. İkisinin arasındaki
iletişim bana hep sanki Baran'ın personeliymiş algısı yarattı. Bir çizgisi
olması gerekti Okan'ın ama yoktu. Akif karakterinde o çizgi var ve ben bu
tutumu beğendim. Baran nasıl ki Kerem'le konuşurken yerine göre arkadaşı yerine
göre bir çalışanı olarak davranış sergiliyorduysa, Akif de yerine göre
arkadaşı, yerine göre bir polis memuru olarak davranıyor. Bu çok normal.
Ben çok severek izledim geçen haftanın tüm bölümlerini. Eski
tadı bir nebze olsun bölümlerde görmek beni çok mutlu etti. Yazan, yöneten,
oynayan, kamera arkası ve önü emeği geçen herkesin yüreğine sağlık.
Sevgiyle kalın.