Kan Çiçekleri: Çiçek açtık yeniden

Kan Çiçekleri: Çiçek açtık yeniden
Sana rastladığım gün susuzdum, yalnızdım bir çırpıda içtim gözlerini...
Cemal Süreyya

Baran ve Dilan'ın Hara'da ilk karşılaştıkları güne gittim, bu haftaki bölümlerin tümünde, istemsizce. Nadası imkânsız, kurumuş toprak parçası gibiydi Baran; su görmemiş, güneş almamış, çok uzun zamandır yeşermemiş, hepsinden önemlisi asla dinlenmemiş ve parça parça çatlamış toprak parçası... Annesinin ona emanet ettiği merhameti ve sevgiyi kardeşine teslim etmiş kendisine kini, öfkeyi ve katı bir ruh yüklemiş, zamanla. Büyümek için girdiği yolda kardeşinin elini tutarken kendi kendini sırtından itekleyerek yaş almış, Baran. Ta ki Hara'da bir çift yeşil gözle tanışıp kalbi bocalayana kadar. 

Dilan, Baran'ın aksine baharda açan kan çiçeği gibi uçsuz bucaksız, naif ve sevgi dolu... Kuru toprakta, bir kaya parçasının ortasında, her hangi bir dağ yamacında ama mütemadiyen hiç olmayacak bir mekânda çiçek açacak kadar inatçı ve cesur. Tüm kuraklığına rağmen bıraktı tohumunu Baran’ın susuz kalmış kurak topraklarına. Çürümeden, filizlendirdi kendini ve zamanla yeşerdi Baran’ın kalbinde, aklında ve tüm benliğinde… Ne iyi geldi ona, hiç beklemediği bir anda.


 
İlk bölümde yurt dışı kabul mektubunu almaya okula gittiğinde, hocası Dilan'a "Sen çok özel bir insansın; aklına koyduğun her şeyi, bitmek bilmeyen azminle başaracağını biliyorum." Demişti. Kader Dilan'ın okul rotasını hiç istemediği yollardan olsa da hayat rotasına çevirmek zorunda kalmış ve Baran ile yollarının kesişmesine vesile olmuştu. Cehennemim diyerek girdiği evden sevgisi ve merhametiyle kendine cennet oluşturmuş ve o cennette ilk Baran'ın yorgun, taşlaşmış kalbini çekmişti. Belki de kader Dilan'a Baran'ın yıllar önce kuraklık vurduğu topraklarına kan çiçekleri tohumunu serpip yeniden çiçekler açması için bir misyon yüklenmişti. Başardı da Dilan; kendinden ödün vere vere, yara ala ala; ölümün soğuk yüzüyle defalarca tanışsa da isyan etmeden, sabırla ve sükûnetle... O gün, o Hara'da Baran'la ikinci kez karşılaştığında ailesi, okulu, mesleği ve hatta tüm geleceğinin bir bedele kurban verildiğini öğrendiğinde, aslında tüm hayatının avuçlarının içine konulduğunu nereden bilecekti ki? Baran ve Dilan, birbirlerine baktıkça yeşerdiler, çiçek açtılar; birbirlerini sevdikçe iyileştirdiler kalplerini... 


 
Baran, hiç olmadığı kadar çok Dilan'ı kendinde merkez noktasına yerleştirdi. Belki biraz kaybetme korkusu, biraz sevdası ama bir o kadar da elinden aldıklarına olan vicdanıyla daha çok yüceltti Dilan'ı kendinde, kalbinde, hayatında... Önce özgürlüğünü verdi Dilan'a, sonra kalbini, daha sonra evini... Kötü anların yerine güzellerini koymak için kendine bir rota çizdi Baran ve sahilden sonra en çok canlarını yakan, en çok kalplerini kanatan ve anılarını aleve verdikleri geçenin telafisini yapmak için yeniden yaktı Baran ateşi. Tek bir farkla: o gece, o alevlerin ortasında kalpleri üşürken şimdi birer fincan salep ile birbirlerine sokularak ısındılar ateş başında. Kötü olan her şeyi gönderip onlara kalan aşklarına şükür ederek. Baran ve Dilan'da  sanırım sevdiğin ve en özel bulduğum şey ne yaşarsalar yaşasınlar günün gecesinden birbirlerinin kollarında şifalarını bulmaları. Birbirlerinde açtıkları yaraların üzerini kapatmaktansa sarmaya çalışmaları. Biz o gece, o ateşin başında bu kez kötü anıları ateşe verdik. Ertesi güne yeniden yeşermek ve yeniden çiçek açmak için. 


 
Kötü anıların yerine güzel anıları koymanın devamında elinden almak zorunda kaldığı ne varsa tek tek karısına teslim etti, Baran: İşini, maddi özgürlüğünü, annesini... Dilan'a iyi geldiği kadar Baran'a da iyi geldi Dilan'ın iş hayatına atılması. Çünkü merkezi Dilan'dı ve Dilan tamamlanmıştı. Eksik bir şeyi kalmamıştı. Sevdası, evi, annesi ve işi... Her şey yerli yerindeydi artık. Kendi de…

SEN; aklım ve kalbim arasında kalan, en güzel çaresizliğimsin...
Cemal Süreyya

Kaybetme korkusu bir insanı çaresiz bırakan en büyük duygudur, maalesef. Baran, Dilan'ı kaybetmeyle defalarca kez yüzleşmiş ve her defasında uçurumun ucunda yetişmişti ona. Ardından Cihan ile sınanması onun duvarlarını daha da kalınlaştırmasına ve kurallarını daha da katılaştırmasına sebep oldu. Öyle ki Dilan'ı odaya kilitlemekle tehdit etmesi, ardından eline silah vermek istemesi korkularının onu getirdiği son raddeydi hiç şüphesiz ki. Silah meselesi Baran’lık bir davranış olmasa da ben anladım onu. Hiç haz etmesem de Dilan'ı korumak pahasına odaya kilitlemekle tehdit etmesini de anladım. Kiminle çarpıştığını bilmediği bir savaşın içinde, nereye savuracağını bilemez bir şekilde gelişi güzel sallıyor kılıcını Baran. Ve bu hengâmenin içinde maalesef onu en çok yoran da ele avuca sığmayan inadıyla Dilan'dan başkası değil. "Ben düşmanımdan değil sizden korkuyorum." Dedi Baran korkarak yaşamak istemiyorum diyen Dilan'a; "Yanımdaki insanlar tehlikeye kucak açarak hareket ettikleri için korkuyorum ve onların korkularını da ben üstleniyorum..." Diye de ekledi. Keza Dilan'ı herkesten korumayı başarsa kendinden, kendi başına  buyrukluğundan koruması mümkün değildi.  Dilan'ın başına gelenlerin büyük çoğunluğu kendi başına buyruk davranışlarının sonuçları olmuştu her daim. 


 
"Yaşadıklarım beni Celal olmaya itti..." Dedi Baran, Dilan'a; "Ama sen Cemal'sin Dilan, sevecensin, şefkatlisin, merhametlisin... İyi olan, güzel olan ne varsa sende vücut bulmuş gibi. İşte bu yüzden çok sevdim ben seni…” Diye devam etti. Ben, Baran'ın Dilan ile fikir ayrılıklarına girdikleri her olayın sonucunda kendine öz eleştiri yapmasını seviyorum. Baran adildi ve adaleti hiç bir konuda asla şaşmıyordu. Dilan'a yapmasını diye direttiği ne varsa aslında Dilan’ı Dilan yapan şeylerdi ve Baran Dilan’ı tüm bu özellikleriyle sevmişti aslında. Ahmet amca sayesinde de olsa Baran bunun farkına en nihayetinde vardı. Dilan'a bir keresinde seni sen yapan ne varsa seviyorum demişti Baran; buna inadı da dâhil… Dilan Baran'ın onu sokmak istediğim kalıba girse geriye bir şey girmeyeceğini anladığında yine yenide sokuldu sevdiği kadına. Yine yeniden sığındılar birbirlerinde var olan yuvalarına. En huzur buldukları yere, birbirlerinin kollarına…


 
Dilan'ın iş hayatına atılması, Baran'ın Dilan'a hak ettiği alanı korkularına rağmen açması, onları bambaşka bir boyuta çıkardı. Ben iş kadını Dilan'ı çok sevdim. Baran'ında sevdiğinden hiç şüphem yok. Şimdi devir Dilan Karabey'in devri. Baranları pistten alalım...
 
KISA NOTLARIM:
* Birlikte yürüyüşe çıkan, birlikte çalışan, birlikte kahve içen, birlikte sohbet eden Dilan ve Baran’dan güzeli olmasa gerek.

* Dilan'ın hisse sahibi olacağına sevinirken Cevahir'in ortak olma şokunu atlatamadım. Biz büyük ortak olacaktık ama.

* Üzerine basa basa korkuyla yaşamak istemiyorum diye Dilan' haftalarca korkarak Baran'ı kendinden uzak tutmak işleyişini hatırlattım durdum ekran başında. Şimdi Baran'ın korkuları mı fazla geldi?

* Baran'ın Dilan'ı odaya kitleme tehdidine çok fazla tepki geldiğini biliyorum ancak Baran'ın bunu sadece Dilan'ı korumak için söylediğini de biliyoruz. 3 ay bir odada kilitli kalan Dilan'a bu cümlenin kullanılması sizlere ağır gelmiş olabilir ve fakat bu hikâye bir travma olarak işlenseydi. Biz ne Dilan'da ne de Baran gerçekleri öğrendikten sonra Baran'da zincirli oda travması izlemedik. Bu yüzden kullandığı cümlenin onu korumak dışında bir hükmü yoktur bende. Üç gün önce az kalsın kardeşini öldürecektiler Baran'a. Nasıl davranmasını bekliyorsunuz ki? 

* Sabiha ve Baran'ın ortaklık meselesini konuşurken ki sahnede, ilk defa bir yumuşama hissettim, Baran'a dair. Ve sevdim de. Sanki ikisinin iyi olmasına yönelik bir umut var ilerisi için. 

* Baran ve Dilan ateş başına giderken Dilan'ın boynunda yeşil şaldan yapılmış bir kolye vardı. Biz fragmanda gördüğümüzde Baran'ın, şalın kalan parçasından Dilan'a kolye yaptığını düşünüp gözümüzde büyüttük olayı. Hayaller ve hayatlarda çakıldık maalesef. 

* Baran'ın Karabey fertleriyle yaptığı toplantıdan sonra "Toplantı bitmiştir şimdi beni karımla yalnız bırakın" diyerek herkesi salondan çıkarması nereden bakarsan baksan çok kral hareket. Kalbimi bıraktım. 

* Baran'a ben silah kullanamam, birine silah doğrultamam diyen Dilan'ın nevri döndüğünde Sabiha'nın boynuna bıçak dayandığını hatırlayalım. 

* Azade Karabey’in ne Gül'e ne de Dilan'a karşı tutumuna söyleyecek pek bir lafım yok açıkçası.  Keza konakta bir kötü şart o da Azade Karabey. Yeter ki bize "Azade hanımlık" olaylar yaratsın. 

* Son olarak bir anne olarak SMA hastası çocuklar benim kanayan yaramdır. Çocukların çektiği acılar, ailelerin yaşadığı çaresizlikler... Rabbim kimseyi evladıyım sınamasın. Sabiha, Dilan ve Fırat'la olan hastane toplantısında SMA hastası çocuklara bir paragraf açılması beni çok mutlu etti. Belki birilerine ilham olur. 
 
Yazan, yöneten, kamera arkası ve önü emeği geçen herkesin yüreğine sağlık.
Sevgiyle kalın.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER