“Tanrı’nın duruşmasında soracağız. Bütün bunlara neden izin verdin?
Cevap bir yankı olacak: Bütün bunlara neden izin verdin?”
Seçil’in hikayesi aslında çok tanıdık. Kendimizden olmasa da yakın çevremizden, yakın çevremizden olmasa da akşam haberlerinden çokça tanıdık bir hikâye.
Kimsesiz bir genç kızın yetimhanede başlayıp, bir suç örgütünün elinde solan yaşamı. Böylesine kalp acıtan bir hikâye yaşamamış olsak da pazar akşamı Yargı’yı izlemiş ve şu an bu yazıyı okuyan her kadının Seçil ile empati kurabildiğine eminim. Çünkü muhtemelen hepimiz en az bir kere gece yolda yürürken takip edilmiş, biriyle telefonda konuşuyor numarası yapmak zorunda kalmış, otobüste veya dolmuşta tek başımıza kaldığımızda tedirgin olmuş, tanımadığımız bir arabadan açılan son ses şarkıya kulak tıkamak zorunda kalmışızdır.
“Belki de bu dünya başka bir gezegenin cehennemidir.”
Yargı’nın geçtiğimiz Pazar yayınlanan bölümünün sözü Aldous Huxley’den bu alıntıydı. Cehennem. Kadınlara yaşatılan acıların sorumlularına sorsak çoğu cennete ve cehenneme inandığını iddia eder. Hatta bazıları yaptıkları kötülükleri cennete gitmek için yaptıklarını söylerler. Cennet Seçil’in, Özge Can Aslan’ın, Eda Nur Kaplan’ın, Aleyna Çakır’ın ve zihnimize kazınmak zorunda bırakılan daha birçok ismin canını yakanların, tecavüz edenlerin, öldürenlerin, bir kadının kendisini insan gibi hissetmekten uzaklaştıranların girebileceği bir yerse cehennem benim tercihim olurdu.
Dünyada o kadar fazla acı ve kötülük var ki düzeltmeye gücüm yetmezmiş gibi hissediyorum. Bu yüzden yaşadığımız dünyanın başka bir gezegenin cehennemi olması fikri bana son zamanlarda çok mantıklı geliyor. Yaşadığımız ve tanık olduğumuz acıların en mantıklı açıklaması cehennemde yaşıyor oluşumuzdur belki de.
Seçil’in yaşadığı acıları dindirmeyi, etrafımdaki tüm kadınlara merhem olmayı, dünyadaki tüm kadınları sarıp sarmalamayı çok isterdim. Ancak elimden sadece belki biraz farkındalık yaratırım amacıyla bu yazıyı yazmak geliyor. Ne olur susmayalım. Etrafımızdakilere ve kendimize yapılanlara dur diyebilelim. Biliyorum çok zor hatta bazen imkânsız. Ama hiçbirimiz susmaz, hep birlikte konuşursak belki sesimizi duyarlar. Seçil yaşadığı acıları zor da olsa, korksa da anlattı ve eminim Ilgaz bu işin peşini ne pahasına olursa olsun bırakmayacak. Eminim gerçek hayatta da Ilgaz gibi hukukçular var. Eminim adaleti her şeyden üstün tutan, vicdanının sesini bastırmayan ve bastırılmasına göz yummayan birileri hala var.
Keşke Sema Ergenekon’un kaleminden çıkan bu hikâye sadece bir kurgudan ibaret olsaydı. Gerçek üstü bir senaryo olarak izleyebilseydik yaşananları.
Bizi bu acı dolu gerçekle bir kez daha yüzleştirmelerine ve kadına şiddete dikkat çekmenin tek yolunun kadınları televizyon dizilerinde aşağılamak, dövmek, öldürmek olmadığını bunun daha insani bir yerden de yapılabileceğini gösterdikleri için Yargı ekibine teşekkür etmek istiyorum. İyi ki sesini çıkarmaktan korkmayan birileri hala var. İyi ki böyle bir hikâyeyi kaleme alıp, yönetip, oynamaya cesaret gösterebiliyor.
Yaşadığımız dünyanın başka bir gezegenin cehennemi değil de cenneti olabildiği günlere…
Eda Akça