Frida Kahlo’nun da dediği gibi,
“Bir dik duruşun; kaç yenilgi, kaç gözyaşı, kaç
kalp ağrısı ettiğini bilemezsiniz.”
Hayatı boyunca,
yaşadığı tüm zorluklar karşısında dik durmak zorunda kalan Baran'ın, can
dostunun ardından nasıl çöktüğünü izledik bu hafta. Yıllarca dökemediği
gözyaşlarını tek seferde döktü adeta; saklamadan, saklanmadan, hıçkıra hıçkıra…
Hiç ağrımadığı kadar çok ağrıdı kalbi, iyileşmesi imkânsız bir şekilde.
Dilan’ın da dediği gibi: Ölümün acısı geçmez, azalır ama asla dinmez. Bir
insanın ölen bir kişiye duyduğu özlem bu hayatta yaşayabileceği en çaresiz
duygudur. Telafisi yok. Bu yüzden Baran’ın, annesinden sonra yaşadığı en büyük
yenilgidir, Kerem.

"Gitme..."
Dedi, Kerem Baran'a; son kez elini tutarak. "Bırakma
beni..."Dedi. Baran kaldı. Kerem sonsuzluğa gitti; Baran'ın gücünü, takatini alarak. Onu kolsuz,
kanatsız ve kocaman bir suçluluk duygusuyla bırakarak gitti. Hâlbuki biz kaç kişiyi bekledik orada, o jaluzili
camın arkasında. Dilan'ı, Cihan'ı, Baran'ı... Seni de beklemeye razıydık, keşke
dönebilseydin bize; ama en çok da Baran’a. Sıra sende derken kastettiği ölüm
değildi aslında Baran'ın. Sen olayı çok yanlış yerden anladın, Kerem
Onur. Üzüldüm... En çok da Baran için üzüldüm. Kerem gitti ve hepimiz
eksildik. En çok da Baran...

Hikâyeye yan
karakterlerin kattığı anlamı çok severim. Bir karakteri sevmek için sadece
başrol olmasına gerek yok. Kerem de bu hikâyede benim için en az Baran kadar
kıymetliydi. Baran'ın, Dilan'ı kıskandığını anlayıp yüzüne yüzüne söyleyen,
Kerem... Yine Dilan'a âşık olduğunu anlayıp korkusuzca Baran'ın yüzüne vuran,
Kerem... Herkesin korktuğunu, Baran'dan korkmadan ona dile getiren yine hep
Kerem'di. Baran'ın dışa vuramadığı sesi gibiydi Kerem; Baran sustukça kendisine
karşı Kerem konuşuyordu onun yerine. Lafını hiç esirgemeden ama hep destek
olarak. Gerçek dost, dostunun her yaptığına alkış tutan değildir. Onu
hatalarıyla da kabul eden ama hatasını da gördüklerini de yüzüne
söyleyebilendir. Kerem, Dilan Baran’ın hayatına girdiği ilk günden bu güne ne
düşündüyse, ne gördüyse onu söyledi ve savundu Baran’a. Bir nevi aynası oldu
her zaman. Bizim hayatımızdan, Baran'ın da içinden bir Kerem geçti. Ve bir
devir kapandı... Elveda Kerem Onur. Her veda bir başlangıçtır; giden içinde,
kalan içinde… Yolun açık olsun sevgili Hakan Durmuş…

Kerem’in ölümü,
Baran'ın Dilan'a karşı tüm gardını indirmesine vesile oldu. 44. Bölümde
babasına "Bugün o kadar ihtiyaç duydum ki sana." Diyen Baran, can
dostu, yol arkadaşı öldüğünde sadece Dilan'a sığındı. Babasının omuzunda
öfkesi dirilirken Dilan'ın omuzunda hıçkıra hıçkıra ağlayıp yine Dilan'ın
dizlerinde dinlendi Baran. Çok canı yanmıştı ancak bu kez yalnız değildi: Kalbi
vardı, atan. Dilan vardı; sevdiği, sığındığı, teslim olduğu ve saklanmak
istemediği.
Dilan, bir çıkmazın
içinde kıvranırken Baran onu iyileştirmek için bir bebek gibi sarıp
sarmalamıştı. Tüm acısını ondan almak istemişti. Bir insan sürekli
sevdiklerini kaybedince kendini lanetler ya; kimi sevse ölecekmiş gibi...
Baran'ın bu hisse kapılmasından ödüm kopuyordu. İşte şimdi, tamda bu
yüzden iyileştirme sırası Dilan'daydı. Onu yalnızlığından, kayıplarından,
çaresizliğinden o kadar güzel öpüp, sarıp sarmaladı ki annesinin ölümünden
sonra kaybolan Baran, dostunun ölümünde Dilan’da buldu kendini. Tüm
yorgunluğunu tüm uykusuzluğunu sevdiği kadının dizlerinde bıraktı. Hiçbir yere
sığamadı ama bir Dilan’ın küçücük göğsüne sığdırdı kendini. O kadar güzeldiler
ki dünkü bölümde, seyretmeye doyamadım dersem asla yalan olmaz. Ne yaşarsalar yaşasınlar,
birbirlerini sığındıkları tek liman olarak görmelerine kalbimi bıraktım.
Yazı devam ediyor...