Bazen yazıma
başlamadan önce sanki hiçbir şey yazamayacakmışım ya da cümleler birbirine
karışacakmış gibi geliyor. Sonrasında
ellerim klavye ile buluşunca zihnimdeki her şey birer domino taşı gibi
birbirine değe değe o son noktayı koyduğum yere kadar hızla birbirine çarpıyor.
Gelgelelim ki bu bölümü izledikten sonra hemen yazmak istemedim biraz daha
tadına varmak istedim belki de çünkü itiraf edeyim tadı damağımda kaldı.
Totalde
bir dizi izlemek aslına bakılırsa yani önü de sonu da masal hadi bilemedin
hayal. Fakat insan kendine, hissedebileceği güzel duygular arıyor. Bunu bazen televizyonda
buluyor, bazen sinemada, bazen kitaplarda... Ben bu hafta birbirinden güzel
hislerle televizyonun ekranına yapıştım. Hercai ile iki sene sonra dizi
izlemeye geri dönmüş oldum ve itiraf edeyim özellikle Cuma akşamları yani haftanın
son gününde bir terapi gibi geliyor, bir de üzerine on bir haftanın üzerine bu
denli yakın ve baş başa oldukları bir bölümü izlemek oldukça keyifliydi. Bu çok
öznel bir his mi bilmiyorum ama izlerken yan yana olduklarını bilerek diğer
karakterleri izleme hissi bile güzeldi. Çünkü insan izledikçe izlemek istiyor
Reyyan ve Miran’ı ve bu sebeple sanki bir arada oldukları sahneler hızla akıyor
ve hatta haftadan haftaya azalıyor gibi geliyor. Ah sevmeyi abartmayı bile
seviyorum. Ne derler “Sevmek mübalağa sanatıdır abartın.”
Her neyse bölüme
gelirsek, Reyyan’ın kınası bizi nasıl delirttiyse Miran’ı da o denli delirtti.
Vallahi iyi ki delirmiş mi desem ya da iyi ki o kına olmuş mu desem – ki bunu
hiç demek istemiyorum- bilemiyorum. Ama iyi ki dış mihraklar tarafından (Yaren,
Gönül, Azat, Nasuh ve niceleri) sinsi planlar yapılmış da Miran nihayet alması
gereken aksiyonu almış. Miran’ın bu gözü kara, içinden geldiği gibi Reyyan’a
koşan hallerini seviyorum ama hislerini daha fazla kelimelerle buluştursun ve
mümkün olduğunca daha açık olsun da istiyorum bu da bir gerçek çünkü bir süre
sonra insan bangır bangır her ne varsa duysun istiyor. Örneğin Reyyan’ın “Neden
Miran neden?” diye sorduğu cümlelerinden birinin cevabı neden “çünkü sana kör
kütük aşığım” olmasın. Alternatif açılmalara da açığız Miran sen yeter ki ana
temadan kopma. Kronolojik sıraya göre
söylemesi gereken başka konulara da geleceğim elbet çünkü kendisine bir iki
nasihatim olacak, konuşulması gerekenler konuşulmadıkça ve anlatılması
gerekenler anlatılmadıkça şişim şişim şişiyorum artık el insaf Miran’cığım.
Kronolojik sıraya dönersek, geçtiğimiz hafta Gönül ile o duygusal konuşmayı
yapan Fırat’ın – ki onlar kardeşler büyük ihtimal- tam tersi bir yönde hareket
edeceğini düşünen kimse olmamıştır herhalde ilk etapta. Çünkü “bir taraf
tutulacaksa bu senin tarafın olur” alt metinli cümlelerinin “park ettiğimiz
araçlar işe yaradı kardeşim” noktasında son bulacağını düşünmemiştim o an. Tabi
sonrasında Miran’ın o yıkılmış halini görünce çark ettiğini anladım. Ama ben
Hercai için hiçbir yan karakter adına kesin bir cümle kuramıyorum. Geçen
haftaki yazımda da demiştim hiçbir olay kesin iyi bir sonuca ya da kesin kötü
bir sonuca bağlanmıyor diye o misal hiçbir karakter de durduğu yerde durmuyor.
Bunu neden mi dedim? Fırat’ın Gönül’e karşın sanki onun
inisiyatifindeymişçesine Reyyan’ı gözü kapalı vereceğini dillendirmesi beni
oldukça sinir etti. Sen kim Fırat Reyyan’ı vereceksin derken buldum kendimi.
Azat’ın Gönül’ü kaçırması en çok Gönül’ün işine geldi bence. Kendisi ile iki
gram empati kuruyordum onu da kaybettim. Kadının dünya umurunda değil varsa
yoksa Miran ve evliliklerinin hiç temassız kâğıt üzerinde olma hali. Ciddi
anlamda bu imaları sinirimi bozma ve ağzımdan kötü kötü cümleler çıkartma
noktasına getirdi. Sultan sen doğruların ile yanlışların ile gerçek bir annesin
ama bu kızının gözü seni dahi görmüyor. Hayır tüm bunlar yetmiyor Azat ile
paylaşıyor mahremini, Miran’ın dediği gibi cidden “Deli misin lan sen!” Gönül
ile kaybettiğim empatimi görüyorum ki Zehra ve Hazar ile de kaybetmişim. Benim
ikisi ile sıkıntım şu noktada Zehra sen Aslanbey konağının kapısında Reyyan’ı
götürecek bir evin bile olmadığı gerçeği ile yüzleştin öyle değil mi? Hatta ve
hatta yolda kızını almaya gideceğini söyleyen Hazar’ı da yoldan döndürdün çünkü
en korunaklı yer sence de Miran’ın yanı idi. Tüm bunlar bir kenara Miran’ın
Reyyan’ı koruyacağından sen de Hazar da emin oldunuz, Hazar da diyorum çünkü
ölümden kurtarmak için kızını emanet ettiği, gözünün önünde el ele gönderdiği
kişi Miran değil miydi? Ben yanlış mı hatırlıyorum? Elbette anne ve baba olarak kızgınlıklarını
ve öfkelerini anlıyor ve hak da veriyorum. Ancak Nasuh gibi bir tehlike ile
aynı evde yaşayan bir Reyyan da çok az tehlikede sayılmaz ki bunun evveli de
var yani Miran’dan evveli. O yüzden bu büyük büyük hareketler bana temelsiz
geliyor. Büyük büyük deme sebebim de Miran Reyyan’ı öldürecekmiş ya da kızınız
Miran’ı sevmiyormuş gibi davranıyorsunuz. Küçük kızınız Gül’ün anladıklarını
anlamıyor olamazsınız öyle değil mi? Eğer öyleyse çok yanlış biliyorsunuz çünkü
hırsla yanan gözler kızınıza pek kıymetle, pek bir sakınarak bakıyor.

İki
kalp arasında en kısa yol: Birbirine uzanmış ve zaman zaman ancak parmak
uçlarıyla değebilen iki kol.
Geliyorum
Reyyan ile Miran çiftime. Kendine inandırmak ve gerçek Miran’ı Reyyan’a
anlatmak adına sonunu düşünmediği bir yola çıkmaya niyetlendi Miran. Birtakım
planlar yapıp – gerçi nakitsiz de yola çıkmış olacak iş değil bak kredi kartı
ekstreleri filan yerimizi bulacaklar- Reyyan’ın yüreğindeki acıya son verip
“bak bende aynı yerden yanıyorum” demek için çıktı sandım sadece ama Miran
Nasuh’un hain planını da öğrenmiş bulununca bal kaymak ikilisine döndü durum.
Fakat Miran’cığım neden böyle nadide bir bilgiyi kendine saklarsın. Nedir bu
sizin Reyyan ile can alıcı bilgileri laf sokmalarınızda kullanma olayınız.
Böyle hızlı ilerleyemiyoruz ki. Bir Gönül vakası kaç hafta sürdü sende sal
gitsin. Salmadı Miran tabi bu bilgiyi zaten bu başroller hep bir cool takılır, olaylar
onlar söylemeden ortaya çıkınca karizmatik puanlar topluyorlar gözümüzde. Ben
olsam içim şişer direk söylerim, cool olmak Allah vergisi olsa gerek. Miran hiç
bir şey söylemedikçe, yani belki de gideceği yerde çok fazla zamanları
olacaklarını ve hepsini sırayla açıklaması gerektiğini düşündüğünden böyle oldu
bu durum –esasında sezon finali sebebiyle tüm bu haller- Reyyan da Reyyan’lığını
yapmaktan vazgeçmedi tabi bir “Miran bırak” demeler, bir “bak bu işin sonu kötü
gideyim de bir koşu kına yakayım” hallerinin ardı arkası kesilmedi ve itiraf
edeyim “Reyyan Allah’ını seversen bizi de zorlama” noktasına gelmiştim ki o
bindallıyı o tuvalette yerde bıraktı ya, kız Reyyan benim de sana zaafım var
hemen yumuşayıverdim. Ben yumuşayınca
Jerry Reyyan durur mu? Atladı kamyona hayda kaçtı! Tırnaklarımı yiye yiye
izlediğim bir sahne oldu gerçekten her anlamda mükemmeldi. Miran’ın tam vaktinde
yetişeceğinden gram şüphem olmasa da heyecan işte, alıyor insanı içine. Tam
böyle tırnaklarımı yiyorum Miran geldi, Reyyan bir de can havliyle “Kocaaammm”
demez mi. Biliyor beni can evimden nasıl vuracağını bu kız. Sonra yumruklar,
tekmeler ve bu sefer kırılan kemikler havada uçuştu. Oh olsun o pis sapığa!
Ah
Reyyan ah Miran’ın da dediği gibi en sonunda ya o katil olacak ya sana bir şey
olacak ya da sezon finaline bir kala her yan karakterin beş repliğinden üçünün
“kan dökülecek” şeklinde olduğuna bakılırsa – ki bu nedir yahu vampirler bu
kadar kandan bahsetmemiştir- finalde çocuğun kanı dökülecek. Yapmayın etmeyin
beni kan tutar. Yolda yaşadıkları tüm tatsızlıkların ötesinde yanında Reyyan’ı
bulunan Miran’ın o kimseye göstermediği yönü ortaya çıktıkça benim tırnaklarımı
yeme halim yerini gözlerden kalp çıkan emojiye bıraktı. Reyyan ve Miran Aksoy
olarak giriş yaptıkları otelde sanki her şey ikinci bölümde olması gerektiği
gibiydi. Gel karıcığımlar, ye karıcığımlar havada uçuştu. Ki benim bu karı-koca
kelimelerine antipatim olduğu bir gerçek ama “bir daha söyle” diye tezahürat
yapacak noktaya getirdiniz beni. Güzel
olan ikisi, yaşadıkları an ve güzel yarınlar... Bende Reyyan ile birlikte bu
sabah o sabah olabilirdi dedim... Fakat
öncesinde Miran ile şöyle ellerine kahvelerini mi alarak, yoksa çaylarını mı orası
onlara kalmış ama karşılıklı sabahlar olmadan elde etekte ne varsa dökerek
konuşsunlar istedim ve bence Reyyan’ın da bir konuşası vardı. Yattığı yerden
laf attı olmadı, yatağın kıyısından süzüldü olmadı. Çünkü pek beyaz atlı prens
Miran efendinin klasik Türk erkeği olacak zamanı tuttu. Bak kız da yumuşamış
“Ne demek ne belli” cümlesini bile artık kendisi kurup, bir de yetmeyip senin
onu terk ettiğin günden bu yana ilk defa gülümsüyor sana... Senin için
gülümsüyor. Anlat her şeyi be adam ama her şeyi. Beni hiç duymuyorlar artık çok
eminim bundan. Sabah olup kokusunu içine çekip, göğsünde yattığı o günün
hatırasını gözünden akıtan Miran, o an orada ölse bile huzurla öleceğini bilerek
Reyyan’ın saçlarında aşkla uyudu, üstelik Reyyan’ın veda busesine bile uyanamayacak
kadar derin bir aşkla. Sabah ben haklı çıktım Miran üzgünüm..
Senin anlatmadığın
her şey o “Çok güzel, ince, zarif” diye tasvir ettiğin Reyyan’ının zihninde ve
kulaklarında çınlıyor. Fakat Reyyan gözünün önüne gelen o görüntü ve
kulaklarında çınlayan o ses Gönül iken neden Miran senden af dilediğinde ve şans
istediğinde gerekçeni gizlemeyi tercih ediyorsun bunu hiç anlamış değilim.
Gönül’ün itirafından beri düşündüğün ve hatırladığın canını acıtan en büyük
etken bu değil mi? Cebinde sakladığın o fotoğraf, Miran’a kendini bırakacak
iken gözünün önüne gelen kişi Gönül değil mi? Ben mi yanlış flashback
izliyorum? Ömründen bir yirmi dört saati vereceksin madem Miran’a hadi bir iki
dakika da buna odaklanalım. Sonrasında birbirinize karşı şeffaflaştıkça hepimiz
birden sevinebiliriz hadi göğe bakalım...