Sen Anlat Karadeniz’in bize kazandırdıkları

Sen Anlat Karadeniz’in bize kazandırdıkları
“Savaşmaya değmez mi?”
Bir yıl önce kamu spotu tanıtımıyla, içerdiği şiddet sahneleriyle herkesin dikkatini çekmeyi başararak hayatımıza girdi “Sen Anlat Karadeniz.” Bu sebeple eleştiri oklarının hedefi haline gelse de gözümüzü, kulağımızı kapadığımız her türlü şiddetin sesi olmak için çıkılan yol takdir edilesiydi. Ardında yıllar geçse bile unutulmayacak; geleceği elinden alınan güçlü bir kadının, hayatını yeniden kurma mücadelesini ve sevda destanını bıraktı. Kalbini ve ruhunu teslim ederek yazılan bu hikâyede herkes kendi hayatından izler buldu. Kimimiz Nefes’e atılan her tokatla geçmişe gittik ya da her gece korkarak uyuyan Yiğit olduk. Bana ise geleceğimi göremediğim karanlık bir kuyudan çekip kurtararak şifa oldu.
 
Daha ilk sahneden itibaren Çağan Irmak’a ait “Her yaşam bir hikâyedir, bazıları anlatılmaya değer.” cümlesini hissederek başlamıştım ‘Sen Anlat Karadeniz’ izlemeye. Nefes’ in umuda olan yolculuğu bu satırlarda gizliydi. Bence bugüne kadar gelmiş geçmiş en güçlü kadın karakteri kazandırdı bize. Kadere inanır mısınız? Celladına teslim olmayıp kaderinden kaçan Nefes’i yine aynı kaderi kırık parmaklarıyla bilmediği memleket olan Sürmene’ye götürdü. İkinci hayatına, uçurumun kenarında Yiğit’in sesiyle,  Tahir’in nefesini hissederek merhaba dedi. Nefes’in, Karadeniz’den özgürlük alacağı var; Karadeniz vermemekte kararlı. Karadeniz inatçı, Nefes ondan da inatçı… Asla pes etmedi. Köylünün karşısında dik durarak, Tahir’i hapisten Vedat’a boyun eğmeyerek çıkararak her zaman başka bir yol olduğunu bize gösterdi. Çoğunun “Bu kız da sürekli ağlıyor.” diye eleştirdiği dönemde en doğrusunu yaparak sesli sesli içini çekerek ağladı. Bütün öfkesini, acısını gözlerinden akıttı. İçinde tutup yürek deşeceğine akıt gitsin Nefes, yüreğin hafiflesin. Hafiflesin ki geçmişin geleceğinde takılı kalmasın. Acımızı yok sayarak iyileştiğimizi sanmak yerine ancak yaramızı sararak izleri yok edebileceğimizi anlayalım. Yine evladının yokluğuyla sınanan o kadına, Osman Hoca’nın “Mazluma inşirah var kızım, bilir misin?” diye yol gösterdiği sahnede, dermanını duada bulması detayında hangimiz kalbimizi bırakmadık? Cesur kelimesinin, korktuğumuz halde vazgeçmeyip gerekeni yapmamız demek olduğunu bize öyle güzel anlattın ki Nefes, iyi ki umut oldun tüm kadınlara.
   
Toplumda kadının yerini, kız çocuklarına verilen değeri sorguladık. Öyle ki unuttuğumuz yerden kapımızı çalan “Ünzile” sahnesi, sokaklarda top oynayıp, eli kalem tutması gerekirken gelinlik giydirilen ve babası yaşındaki adamdan hamile kalan çocuk gelinleri hatırlattı. Kim bilir kaç çocuk dilsiz kalıp çareyi kör kuyulara atlamakta buldu? Belki ilk defa o gece başımızı yastığa koyamadık; belki Tahir’in, “İnsanlığınızdan utanın!” cümlesi bu kadar yaktı canımızı. İlk bölümde Saniye’nin,  “Bu gelin beceremedi.” diyerek Asiye’nin, erkek çocuğu doğurmamasının yetersizlik olarak görüldüğü o sahnede Saniye’nin yerine nasıl utandım bir bilseniz! Peygamber’in, kız çocuklarını baş tacı etmesini, Allah’ın birer emaneti olduklarını ders niteliğinde anlatan Osman Hoca cevabı çoktan yerine ulaştırdı. Yetmedi, daha çocukken anne olan ve bunca zulme direnme sebebi oğlu olan bir kadına “çocuklu dul karı” damgasını layık gördüler. Ne utanç ki o kadının asıl “şifası”nın evladı olduğunu anlamadılar. Hepimizin, Nefes’in kendisini “artık” olarak görmesiyle çileden çıktığımız o sahneler ülkemizin birer kopyasıydı. Türkan’ın dediği gibi “Millet söz atan kız almıyor, bunlar dul karıyı gelin ediyor.” cümlesi ülkemizdeki cahilliğin örneğiydi. Söz atmış ve başkalarının “Sana talip olmuş, daha ne istiyorsun.” cümlelerine maruz kalmış biri olarak, bekâr bir erkeğin bize talip olmasını nimet saymamızı isterler. Bizleri böyle düşünceye iten toplumun cahilliğini dizi gibi bir platformda anlatmak ve binlerce insana ulaşmak adına çıkılan yol bile inanın çok kıymetliydi.
 
Dizide ki her bir kadın karakterin ince ince yazılması ve bizden olması… Hiç şüphesiz bize Asiye Kaleli gibi ezber bozduran, “Yaşamadan anlamazsın.” cümlesini yediren bir karakter hediye etti.  Çantasını almak için bagajın kapağını açan o olsaydı bile Nefes’ini yine bir yere göndermeyecek olan Asiye!  Eşinin kardeşlerine ablalık etmiş, amcakızı Esma’yı arkadaşı bilmiş. Yiğit için, “Allah boşuna mı onu bizim eve gönderdi sanırsın.” diyen Asiye’ye de, Allah tek eksiği olan kız kardeşini gönderdi. Bilemediler, Nefes’in her canı yandığında onun da kanadığını. Vakitsiz geldiğini düşündüğünüz Berrak’ın belki de en önemli katkısı; susmanın, boyun eğmenin yalnızca ölüm getirdiğini annesini kaybederek göstermesi oldu. Annesinin çığlıkları içinde büyüyen Esma’nın, o çığlıklara ses olmak için avukatlık mesleğini seçmesi ne kadar da manidar. Kadının görevini doğurmak ve yemek yapmak olarak görenlere bir cevapta Nefes’e işveren Esma’dan geldi. Ülkemizde ki işverenlerin,  “Kadın her mesleği beceremez.” diyerek manipüle etmesine izin vermeyen Esma gibilerin çoğalması dileği ile. Öte yandan “Bile bile lades” deyiminin karşılığıydı, Nazar. Bu dünyada “güçlüyüm” kelimesi altında, doğruya göz, kulak kapatanın sınavı çok daha zordur. Eyşan, acı dolu geçmişinden onu kurtaran kahramanına itaat etmeyi seçti. Belki de en büyük bedeli kendi canavarından daha güçlüsünü elleriyle besleyerek ödüyordu, Eyşan. Yanlışından dönerek bir canın bile kurtarılmasına vesile olduysa amacına çoktan ulaşmıştır, dizi.
 
Mazlumun günahı aranır mı sahiden? Mazlumun derdini yine mazluma yükleyerek aklanır mıyız? Şerdeki hayır misali dünyada bir yerinin olmadığını düşünen Mercan’a; Allah’ın dağını, ormanını evi gören Nefes şifa oldu. Nefes’in, Mercan’a hasta yatağında yaptığı sevgi hakkındaki konuşması benim nazarımda tarihe geçti.  Benim gibi, “Benden ayrılırsan eğer seni öldürürüm.” diyen hastalıklı beyinlerin tehditlerine maruz kalmış bir sürü insanın sonu ya cinayetle bitiyor ya da şiddetle. Dilerim sevginin can almadığı günlere uyanırız.
 
Babalığı; kalbi kendisinden büyük Yiğit’e artık korkmadan uyumayı, ona tatlı rüyalar görmeyi hediye eden, yüreğindeki baba yarasına merhem olan Tahir ile öğrendik. Belki bizim görmediğimiz bir evrende minik oğluna, ona Karadeniz gibi asi, Karadeniz gibi derin olmayı öğreten babasını gururla anlatmıştır, Tahir.
 
Nefes ile Tahir’in imkânsızı mümkün kılan hikâyesine tanıklık ettik. Sürmene’ye ilk geldiği andan itibaren başta Tahir olmak üzere herkese ürkek yaklaşan Nefes’in, gelmediği için özür dileyen genç adama o geceden sonra güvenmesi sevdanın ilmek ilmek işlenişinin şahane bir örneğiydi. Hepimizin kalp atışını değiştirdiği NefTah’ın ilk karşılaşmasını her izlediğimde Ahmet Haşim’in, “Ateş gibi bir nehir akıyordu, ruhumla o ruhun arasından.” dizelerini hatırlarım. Karadeniz’e sığmayan sevdiğini göğsüne sığdıran, memleket olan Tahir ile cehennemde sevda türküsü yaratan Nefes’in destanı yanımıza kâr kaldı.
 
Namını yüreğindeki merhametten alan Deli Tahir, haksızlık karşısında susmayan, sözünde duran ama aynı zamanda kıskançlıktan sözlenebilecek bir karakterdi. Neyse ki dili yüreğinden ayrı konuşan Tahir’i fark etti, Mercan. Bir derdi vardı Tahir’in; bin dermana değişmediği. Hatalarını telafi etmesini bilecek kadar da düşünceliydi. Çocukluğu bile elinden alınmış, hayatını yeniden kurmaya çalışan o kadına; yoldaş olan, yerine güzellerini koyan bu adamı bizlerle tanıştıran kalemlere teşekkürü bir borç bilirim.
 
Bazı detaylarda kalbimizi bıraktık. Kızılderili mitolojisinde geyiğin, mücadeleci olması, kurdun şifayı ve özgürlüğü temsil etmesi çoğumuzun belki farkında olmadığı detaylardı. Efsaneye göre geyiğin peşinden giden kişiler aşkı bulur, tıpkı Nefes’in peşinden giden Tahir gibi. Kaplanın yiğit, cesaretli, koruyucu olması sebebiyle Tahir’e daha uygun bir isim düşünülemezdi ya da Minik Yiğit’in, fedaisi olduğu kaplana Karadeniz’in hırçın sularından İstanbul’a geldiği için “denizden gelen” demesi… Hiç aile sevgisi görmemiş Nefes’in, çocukluğunu yaşaması için ilk adımı acayip güçlü takımla yakar top oynayarak atması daha sonra o oyuna ailenin de katılmasıyla hiç tatmadığı duygular yaşaması en güzeliydi.
 
Cahilliği yenmenin tek yolu kendini yetiştirmektir. Eminim ki kötüleri kendi kalplerinin kiri bitirecek. Dillerin birbirini kırmadığı, çocukların tok uyuduğu daha güzel bir dünyaya uyanalım. Gün iyiliğin, merhametin üzerine doğsun. El uzattığımız insanların bile bize minnet duymasını beklediğimiz bu dünyada asıl helallik istemesi gerekenin bizler olduğunu hatırlatan, bu kadar ince yazılmış, her sahne müzikle tamamlanmış, seyirciye sorular sordurtan,  bize Asiye, Tahir ve Osman Hoca gibi olmamız gerektiğini öğreten ve en önemlisi görmezden geldiğimiz her türlü şiddetin bir yerlerde kanatarak, can acıtarak devam ettiğini gösteren bu cesur yürekli iki kadına minnettarım. Ayşe Ferda Eryılmaz ve Nehir Erdem iyi ki bu proje sayesinde kesişti yollarımız. Yine kendimizi bulduğumuz başka hikâyelerde görüşmek dileği ile. Yolu aydınlık, hemnefes olan tüm kadınlara selam olsun.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER