İstanbullu Gelin: “...Bu yüzden kendime hala güvensizliğim”

İstanbullu Gelin: “...Bu yüzden kendime hala güvensizliğim”
İnsanız ve onaylanmaya ihtiyacımız var. Yaşamaya devam etmek için  yaptıklarımızın doğru olduğunu duymaya ihtiyacımız var. Velev ki olmasın. Doğru olduklarına inanmaya, doğru olduğunu duymaya muhtacız. Bu yüzden tüm hatalarımız, bu mahcubiyetimiz; saçmalamamız zaman zaman. Sanki bir türlü büyüyemiyor gibi bir halimiz var. Bazılarımız daha da...
 
Babasız büyüyen çocuklar, ömür boyu çocuk kalıyor. Ne kadar çok gitseler de, sanki hep yolun başındalar. Bu yüzden kendilerine hala güvensizlikleri. Çünkü insanın tüm hayatı, bu hayatı nasıl yaşayacağını öğrenmekle geçiyor. Hayat, kendini sürekli inşa eden uçsuz bucaksız bir yol gibi. Ve insan, mecbur ondan öncekilerin yaşanmışlıklarına. Bu yüzden taklit ederek buluyor kendi yolunu. Ne demesi, nasıl demesi gerektiğini; kime nasıl konuşması gerektiğini, hatta nasıl düşünmesi gerektiğini modeller koyarak önüne arıyor. Rollerini dikmeye çabalıyor üstüne. Fakat evde bir rol model bulamazsa, o teğeller zamanla ruhuna batıyor.
 
Babasız büyüyen çocuklar, bulabileceklerse eğer, kendilerine rol modeller ararlar. Taklit edilecek; onun gibi konuşup onun yaptığı gibi yapıp edilecek birilerine bakınırlar etrafta. Onlar gibi davranmanın yoluna bakarlar. İşte bu yüzden ömür boyu babaları yerine koydukları adamların ve hatta onlar gibi insanların peşinde, onlara muhtaç kalırlar.

 
 
Adem, Faruk gibi olmak istiyor. Fikret gibi Faruk’un yerini almak değil; ‘Faruk gibi’ olmak istiyor. Bir çocuğun babası gibi olmak istemesi gibi. Savaşması onu yenmek için değil. Çünkü aslında bu bir ‘savaş’ değil; zamanında oynanamamış bir oyunun aksi.

Çocukluk, oyunlar üzerinden taklitlerle hayat yolunda yürüme pratiği. Ve o dönem kayıp geçildiğinde tüm hayat koca bir oyun parkına dönüşüyor. Yolunu bulmaya, birilerinin yollarında yürümeye; ama illa kendininkini bulma çabaları peşinde geçiyor ömür. Yaşanamayan çocukluk, zamanında çekilmeyen acılar gibi, bir ömür sürüyor.
 
Adem, çocukluğu boyunca kendine örnek alabileceği bir ebeveynden yoksun, kendi doğrularını bir başına aramaya çalışmış. Bulmaya değil, ancak aramaya. Hatalar yapmış, mağdur olmuş, katletmiş, maktul olmuş; yoktan bir yol çizip sıfırdan bir başarı hikayesi yazmaya çabalamış. Ne yazık ki bazen hayat, başkalarının ayak izini takip etmedikçe gidilebilecek bir yol değil. Ama kendi yolunu aramadığında da manası yok. Bazı insanların girecekleri yol, önden açılmıştır başkaları tarafından. Oysa sıfırdan kendi yolunu bulmaya çalışmak, zor. Üstelik o yoldan her çıkıldığında yeni bir travma. Hem de ne yolun doğru olduğunu; ne doğru yolun neresi olduğunu biliyor insan. Hayat, o doğru yolda olup olmadığını düşünmekle geçiyor.

 
 
Herkes tabii olarak onaylanmak ister. Eğer onaylayacak ‘birini’ bulamazsa, bu sefer ‘herkesin’ onayına muhtaç kalır. Bir Teoman şarkısında çok kadının hiç kadın olması gibi; o ‘birinin’ olmaması, potansiyel olarak herkesin o ‘biri’ olabileceği ihtimalini taşır. İhtimaller ki, bizi en çok onlar yorar. Bu yüzden herkesin onayına, otoritelerin ya da otorite yerine geçecek figürlerin tasdiğine muhtaç kalırlar.
 
Vaktiyle ‘Oğullar ve rencide ruhlar’ diye bir yazı yazmıştım. Her rencide ruhun onore edilmeye ihtiyacı var. Adem’in de. Fakat Adem bundan vazgeçmediği sürece hiçbir zaman tatmin olmayacak. O rencideliğin etkisiyle o eksik kişinin yerine hep yeni bir otorite figürü koyacak. Bu yüzden de başkalarına ve onların onayına muhtaç kalacak.  



Böyle bir oyun sonrasında alınacak yol ve toplanılacak ödüllerin de bir anlamı olmaz. Yolun kendisini unutup varılacak şeyi hedef diye koyarsa insan, mutlaka yoldan sapar. Ve ‘diğerlerinin’ onayına muhtaç olmak, insanın kendi yolundan sık sık çıkmasına yol açar. Kendisinin olmayan yollarda bulduğu armağanlar, insanın ruhunu doyurmaz. Çünkü yanlış savaşlar, kazanılamaz. Adem’in ise bitmeyen savaşlara ve ölmeyen rakiplere ihtiyacı var. Çünkü onlara muhtaç. Kurtulması lazım buradan, çünkü bu ‘savaşlar’ kazanılamaz. 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER