Çukur: Bir dirhem mutluluğu çok gördünüz!

Çukur: Bir dirhem mutluluğu çok gördünüz!
‘Çukur’a düştü diye sevinmeyin, anne karnında gibi evimdeyim!’ Her hafta istisnasız aşina olduğumuz bu sözlerdeki ironiyi karakterlerin yaşadıklarıyla karşılaştırınca görebiliyor musunuz? Hayatımızın her anında bir şeyler okuyoruz ve izliyoruz. Kafamızı dağıtmak için diziler izliyoruz. Bu dizilerden bazılarını izlemiş olmak için izliyoruz bazılarına da onların verdiği emeğin bir karşılığı olsun diye biz de emek vererek televizyon başında izliyoruz. -160 dakika olduğu düşünülünce bir hayli emekten bahsediyorum.- Sevdiğimiz sevmediğimiz karakterler, oyuncular, olaylar… Madem kafamızı dağıtıp bir evrenin etrafında toplanıyoruz o zaman biraz şımarıklık yapıp o evrenin içine de girmek gibi bir hakkımız olmalı değil mi? 24 haftalık Çukur yolculuğumuzda tam olarak bunu yapıyorduk aslında. Bundan sonra da devam edeceğiz gücümüz yettiği kadarıyla ama bu haftadan sonra diziyi izlerken yaşadığım bir aydınlanmayla haftaya artık başka gözle yeni bölümü izleyeceğim. Geçtiğimiz son iki üç bölümün bana verdiği yetkiye dayanarak bu yazımda Çukur evrenindeki tarafımı resmen seçtiğimi ilan ediyorum.
 
Bir dizi için yorum yaparken yazarının objektif olması beklenir. Ben de bugüne kadar birkaç istisnai durumlar hariç objektiflikten şaşmadım ama bu Çukur dizisinde artık başka bir boyuta geldik. Bundan sonra kimse kusura bakmasın ama öyle hikayeye böyle taraflı yorumlar yapacağım. Dizilerin içinde klasik bir ayrım olur mutlaka: İyiler ve kötüler. Biz de genelde o iyileri tutarız ya hani, artık bizim izlediğimiz bu hikayede iyiler kötü taklidi yapıyor, kötülerse kendilerini o kadar iyi görüyorlar ki insan şaşıyor doğru bildiklerinden. Yine de ezilmişin yanında durmayı sevenler olarak o hissiyatla artık bu bölüm çok net olarak Vartolu Sadettin’in çok sevdiği bir isyan şekli olan ‘Çukur’unuza da, İdris’inize de…’ diyerek tüm benliğimle Vartolu, Medet ve adamlarının hatta Nazım ve Emrah’ın arkasında duracak bir seyirci olduğumu gönül rahatlığıyla açıklıyorum.
 
Bölüme şöyle hızlı bir göz atacak olsak tek söyleyebileceklerimiz Sultan vurulmuş, Saadet evden gitmiş, Nazım’la Emrah birleşmiş, Vartolu ise ‘yine hüsran yine hüsran’ demiş. Bölüme notum 1 diyerek gidişatı hiç beğenmediğimi söylemeye hazırlanırken bir aydınlanma yaşadım. Madem Vartolu’ya bu yapılanlara, ona bir dirhem mutluluğu çok görmelerine artık katlanamıyorum sinirlerime yazık olmasın diye artık bölümlerde ‘kötülerin’ kazanmasını gönülden isteyerek izleyeceğim. Artık kimse ‘ama o abisini öldürdü, uyuşturucu satıyor’ gibi hesapları düşünerek Sadettin’i kötülemesin, çünkü bunları konuşacak eşiği geçeli çok oldu Çukur’da. Vartolu Çukur’u yaksın istiyorum. Hatta Nazım ve Emrah’la bir olup yaksınlar. Olmaz olsun böyle bir babanın kurduğu ‘aile’.
 
Geçen hafta Nedret’le Vartolu’yu salavat getir diyerek karşı karşıya bıraktıktan sonra o silahın patlayacağı zaten kesindi. Boşa patlaması şaşırttı mı? Hayır. Patlayan silahın Medet’in olması ve Sultan’ı vurması şaşırttı mı? Tabii ki hayır. Çünkü bir şekilde tüm suçun Sadettin’e ve Medet’e kalması şart. Bu suçlanmalara, zorluklara, ölümle burun buruna olmaya o kadar alışmış ki Vartolu, üzülemiyorum bile artık onun için. Nedret ablacığım diye diye, silahla burun burunayken bile sakinliğiyle, ölüme alışkınlığıyla yaptığı konuşmayla hayat dersi verdi resmen Nedret’e. Hem de o halde bile gram kendisini düşünmeyerek. Sırf kadının geleceğini, çocuklarını düşündüğünden çabaladı onu ikna etmeye. O kadar da naif bir karakter…
 
Fragmanlardan Sultan’ın vurulduğunu bildiğimiz için pek bir heyecanı olmadı benim için. Keşke görmeseydik de bölüm içinde izlerken bölümü heyecanlı kılan bir unsur olsaydı bizler için. Haftalarca nasıl gönülden istediysem Sultan’ın kör kurşunlara kaza gitmesini görünce bir kuş gibi hafifledim, mutlu ifadeyle izledim öylesine bir sahneyi. Kötülere bir şey olmaz felsefesinden Sultan’ın ölmeyeceği barizdi fakat sakat kalacağı ihtimali benim ilk aklıma gelen seçenekti ve aklımıza gelen başımıza gelir derler… Gerçi bu duruma yapılacak en uygun yorum: Alma öksüz çocuğun ahını, çıkar aheste aheste…
 
Tabii kendi dünyalarında en masum kişi olan Sadiş’in de ahı çıkar belki bir gün birilerinden… İlk olarak Saadet’in Koçovalı’ların evinden kurtulduğuna çok sevinmiştim. Sonra İdris Baba aşkın değerini bilir sandık, ona davranışından bir umut gördük. Sadiş’in Salih’i olarak belki de acınası hayatlarının en güzel anlarını yaşadılar beraber hayallerindeki evde. Piknik yaparken birbirlerinde buldukları huzurun baba dedikleri adam tarafından bozulmasının kötülüğünü… Kızım diye almaya geldiği Saadet’in yanında öz oğlunun yüzüne bakmamak için arkasını dönmesi…
 
Anne karnında gibi hissettiren -güya- Çukur, bir Salih’e yuva olamadı. Anamız, babamız diye saydıkları insanlar bir tek kendi çocuklarına analık, babalık yapamadı. İşte tam da bu ironi beni artık o canavar gördükleri adamların yanına iteledi. En çok da Yamaç bu fikirlerimde etkili oldu. Bizim canımız Yamaç’ımız tam bir hayalkırıklığı olma yolunda ilerliyor. Karakter şu anda ne istediğini bilmeyen, ne yapacağını bilmeyen, şiddetin tamamından sıkılıp her şeyi bırakıp gitmeyi isteyen ama annesi için bir adamın kafasına sıkmayı göze de alabilecek bir adama dönüştü.
 
Bence tarif edilemez bir karmaşa içerisindeyiz. Geçen bölüm bagajın içinde Emrah tarafından vurulan Elvis’in adının bile geçmeden direkt Sena ve Emrah kardeşliğine odaklanılması, Beyefendi Nazım’ın Çukur’a saldırmak için adım atması… Baykal ise zaten bence hala muamma. -Nazım’ın rüyalarına girmesi ve silüetinin görünmesi bence ufak tefek ‘Ben ölmedim.’ işaretleri gibi ama neyse- Elvis’in kız arkadaşı sessizce ortadan kaybolursa da büyük komedi olur. Nazım’ın Çukur’la davası ise çok boş. Bu Çukur, Nazım’a ne yaptı ki? Babasının bile Çukur’la olan asıl mevzusunu öğrenememişken Nazım’ın patronluk taslamak için oynadığı oyuncaktan başka bir şey değil Çukur. Meliha olaylarına hiç girmiyorum bile. Şunların hepsi bir noktada birleşse olaylar olaylar olacak da olamıyor. En azından Nazım’a bir dolu sebep verin de Emrah’la bir olup Çukur’u süründürsünler.
 
Canımız Aliço’muz da bu bölüm ortalığı karıştırarak ilk kez üzdü beni. Kendisini izlerken ilk defa sıkıldım. Bir o kadar da kafam karıştı. Medet için neden böyle bir tepki verdi? Sonuçta hem onu ilk defa görmüyor hem de Kahraman’ı öldüren Medet değildi ki. Yanlış mı biliyorum? Aliço bir an Medet’i ve Vartolu’yu Kahraman davasından beraat ettirecek sandım ama tam tersine iyice düşman etti Medet’i. Sen de kusura bakma Aliço, Medet’i de kimseye yediremeyiz.
 
Bölüm içinde Vartolu’nun giderken Yamaç’a gelmem için yalvaracaksınız demesini bir mesaj olarak algılayıp yine o zamanların gelmesini umacağım maalesef. Çünkü bizim Sadettin’imiz yeniden tüm heybetiyle Vartolu Sadettin olarak dönecek olsa da tek bir olaya bakar onun Usain Bolt gibi Çukur’a koşması. Çukur’un onu kabul etmesi de tek bir feda kurşununa bakar. İdris veya Yamaç’ın önüne atlayarak karnından yediği kurşun için omzundan ameliyat oluşunu izlemeden sezonu bitirmeyiz muhtemelen. Çukur Sadettin’i istiyor mu? Yamaç ona değer veriyor mu? Açıkçası artık pek ilgilenmiyorum, kafam rahat bir şekilde Çukur’un içinde kalıp çıkamazlar umarım diye izliyorum. Salih’e de, babasının oğlu Yamaç’a da takılmıyorum. Tek kabullendiğim doğru, Çukur Vartolu’yu hak etmiyor… Bu saatten sonra Koçovalı’ları yok etse arkasında dururum o kadar.
 
Yeni bölümde görüşmek üzere…



BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER