Çukur: Babamın oğlu

Çukur: Babamın oğlu
Zaman her şeyin ilacı derler. Belki öyledir, belki de sadece alışkanlık yapar. Zamana bırakılana yavaş yavaş alışılır, boyun eğilir kadere ya da gerçekten o zaman süresince bir şeyler değişir ve iyileşir. Saadet’in küçükken annesinin ölümü üzerine Çukur’dan gönderilen aşkı Salih’in yokluğuna alışması gibi. Salih’in hala tam anlamıyla neler yaşadığı bilinmemekle birlikte çektiği acılarıyla yeni birine dönüşmesi, Sadettin olması, öyle daha güçlü olduğuna inanıp zamanla iyileşiyorum sanması ama aslında sadece zorluklarla geçen hayatına alışması gibi. Ya da en basitinden Yamaç’ın arkasına bakmadan kaçtığı Çukur’dan sonra kendine istediği gibi bir hayat kurup ona alışması gibi… İşte alışıyor olmak ilaç gibi olduğu söylenen zamanın sadece ufak bir oyunu olabilir bizlere. Alışmayla iyileşmeyi karıştırıyoruz belki. Bu yüzden iyileştiğini sandığımız şeyler ileride karşımıza yeniden çıktığında daha çabuk yıkılıyoruz…
 
Saadet’in hayali, hisleri, varlığı bu bölüm beni çarptı resmen. Hala kirazdan küpelerinde kaldım ben onun. Saadet gerçekten inandı. 30 yıl önce sevdiği çocuğu yeniden görebileceğine ihtimal bile vermiyorken ona yeniden kavuşması mucizeydi onun için. Belki de 30 yıldır kurduğu hayallerini paylaştı Salih’iyle ilk defa. Üstelik onun ihtimalleri öldürdüğünü bile bile. Evine, İdris Baba’sına veda etti ve bir tane bile eşya almadan Salih’ine inanarak çıktı gitti. İşin en güzel tarafı da Sadrettin’liğinden en masum haliyle kaçan Salih de inandı bir anlığına her şeyi bırakıp gidebileceğine. Medet’le vedalaşır gibi sarılışı ve Saadet’in dediği yere gidişi de bu yüzdendi. Ama yine olmadı işte. Her şeyi bırakıp gitmeyi istediği yüzünden belliydi Salih’in, muhtemelen en doğru şey de o olacaktı Salih için. Ancak 30 yılını bir acıdan doğan nefrete ve intikama bağlı geçirmeye alışınca insan öyle kolay bırakıp gidemiyor demek ki. O küçük Salih bir kez daha arabaya bindi ve geçti gitti Saadet’in yanından. İhtimalleri zaten öldürmüş olan o adam, bu sefer onların üzerine toprak da attı. Tam o sırada bölümün içerisindeki en güzel cümle geçti aklımdan onlar için: ‘Ayrılık da sevdaya dahil.’
 
Bölümün duygusallığını bolca omuzlarına yüklenen Sadiş-Salih’i geçerek biraz daha başlara dönersek eğer her zamanki gibi saman altından su yürüten Yamaç Bey’imizin şovuna gelebiliriz. Celasun’un artık Vartolu Sadettin’in adamı olmasındaki gerçek amacını öğrenmemize ve onun da bir şekilde açığa çıkmamasına epey sevindim. Celasun Sadettin hakkında bayağı bir şey öğrendi ama Yamaç’tan sonra öğrendi maalesef. O yüzden bir sonraki görevine kadar kenara çekilir diye tahmin ediyorum. Yine de zamanla onunda Yamaç gibi yumuşayıp hislerinde farklı yönlere kayacağını hissediyorum çünkü son sahnede Sadettin’den helallik isterken oldukça samimi bir tavrı vardı.
 
Baba ve oğlunun arasına giren Yamaç’ın çoktan Paşa ve Emmi’yi kurtarmış olduğunu gördüğümüzde iyi olmuş dedim çünkü inatçı ve gururlu Sadettin’in ‘Hadi al kardeşim.’ diyerek onları bırakması söz konusu olamazdı. Tabii nihayet kafası atan İdris Baba’mız Vartolu’nun bir gün içinde Çukur’u terk etme emrini verince de işler kızıştı. Bu işi çözmek için yapacağı tek şey babasına gidip Sadettin’in Salih olduğunu söylemesiyken bizim Yamaç Bey’imiz her zamanki gibi başka planlara başvurdu. Neden? Çünkü izleyiciyi delirtmek bir başrolün en mühim vazifesidir.
 
Yamaç’ın geçtiğimiz hafta gerçeklerle yüzleşmesinin ardından beklediğim bir diğer yüzleşme sahnesini de bu bölüm izledik. İdris, Paşa ve Sultan’a karşı yaptığı konuşmada ve sorduğu hesaplarda o kadar haklıydı ki! Ağzın dert görmesin İdris Baba. Dile kolay 30 sene, birbirinin yarasını saran kardeşlerin arasına giren bu sır ufak, kabullenebilecek basit bir sır değil. Evet Sultan aldatıldı. Şahsen benim hayatta affedemeyeceğim şeylerden biri de aldatmaktır. Bu yalanla aldatmak veya biriyle aldatmak olsun hiç fark etmez. Sultan o konuda gayet haklı bir kadın. Her şeye rağmen İdris’i affetmiş zaten, o da kendi bileceği iş. Ama o iş orada bitmiyor, asıl sorun ondan sonra başlıyor. Sultan Hanım’ın evinde çocuklarına, torunlarına ve gelinlerine de tavırlarını izledik ve o zaman da onaylamadığımı söyledim kendisini. Belli ki Çukur’a karşı evindekilere davrandığı gibi değil, koca Çukur’un anası olmuş, kadınlar hep onu örnek almış, bunlar da kabulüm. Ancak İdris Baba’nın da söylediği gibi tek bir cümle onu haksız göstermeye yetiyor bence: Annesi ölmüş, ufacık masum bir bebeği dışarı atmak, sahip çıkmamak. İdris’in bu lafları demesi kaçınılmazdı haklı olarak, çok da iyi oldu tabii ama yalan yok ‘Madem 30 yıl önce giderdin şimdi de git o zaman!’ dediğinde koca bir ‘Vay!’ dedim kendisine. Bu da yetmez gibi üstüne Sultan’ın kalkıp gitmesine ise ikinci bir ‘Vay vay’ geldi benden. Sultan kapıdan çıkarken onun geçmişi ve hakkında pek bir şey bilmediğimizden hepimizin aklındaki en büyük soru ‘Nereye gidebilir ki?’ oldu haliyle. Şakayla karışık o an ‘Sena’ya gidiyormuş düşünsenize ne gülerim ama’ dedim yanımdakilere. Sonuç: Sena’ya gitti! Resmen Sena’ya gitti! Sonrası ise rakılar, keyifler… Senaristin benim gibi Sultan’ı sevmeyenlerle Sena’yı sevmeyenlere karşı yazdığı bu sahneleri bir mesaj gibi algıladım açıkçası. Siz misiniz benim karakterilerimi beğenmeyen diyerek birimizi alıp diğerine vurmak gibi oldu bu resmen. Güldüm, gerçekten çok güldüm!
 
Gülmek en bulaşıcı hastalıktır. Yamaç’ın Selim’le olan sahnesini izlerken gülmeyen oldu mu merak ediyorum. O sahneyi bu hafta izlemek benim için harika denk geldi diyebilirim çünkü geçtiğimiz günlerde Öner Erkan’ın hala etkisinde olduğum aşırı komik bir tiyatro oyununu izlediğimden kendisine karşı duyduğum sempati bin katına falan çıkmıştı. Selim karakterine nefretimi bilmeyen yoktur. Haliyle Öner Erkan’ı bundaki başarısından dolayı daha bir sevdiğimi belirtmiştim önceki yazılarımdan birinde. Birkaç bölümdür sakin gördüğümüz Selim’e gıcıklığım devam edecektir muhakkak ama uzun bir süre Öner Bey’i ne yaparsa yapsın gülerek izleyecekmişim gibi duruyor.

Karaca ve Ayşe’nin anlam veremediğim kaçma girişimlerinin yine anlam veremediğim bir biçimde başarısız oluşunu izledik. Karaca’nın hayatını kurtardığı Vartolu’ya gidişiyle kaçabileceklerine inanması onun sinsiliğine biraz hakaret gibi olmuştu bence. Bu sahneleri izlememizdeki amacı ben biraz Selim’in yanına aldığı yeni adamı Cemil’e bağladım. Cemil’in Beyefendi tarafından Selim’in yanına sokulan biri olduğunu düşünüyorum. Beyefendi’yle bir alakası çıkmasa bile başka bir hikayesi olmalı çünkü Ayşe ve Karaca’yı kaza yaptıktan sonra buldukları arabadan çıkarırken çocuğun Ayşe’ye duraksayarak bakması gözümden kaçmadı…
 
Hafta içinde fragmanı izlediğimden beri her aklıma geldiğinde ‘Biliyorum, babamın oğlu!’ diye gezinmeme sebep olan mezarlık sahnesi bölümün en iyi sahnesiydi bence. İzleyeceğimiz üçüncü yüzleşme iki kardeşin yüzleşmesi olacaktı. Önce sakin hatta samimi bir konuşmayla başladı birbirinden deli iki kardeş yüzleşmeleri. Ağabeyine kadınlar hakkında tavsiye veren Yamaç ve bildiklerinden habersiz kardeşine ısrarla ‘kardeşim’ demeye devam eden Salih… Sadettin diye bir kimlik yaratıp, saldırmayı hedefleyerek büyüyen bir çocuk Salih. Geçtiğimiz hafta her şeye rağmen Sadettin’i savunduğum için, vicdanı olduğuna inandığım için bana karşı çıkan, gülen izleyicilerin ne kadar çok olduğunu gördüm ve anti Sadettin denebilecek insanların düşüncelerini okudum. Onlar bana duymasa da ben onlara saygı duyarım kesinlikle ama merak etmeden duramam. Karakterden nefret bile etsek acıdığımız sahnelerini izleyebiliyoruz. Vartolu Sadettin'de ise bu sahnelerin âlâsını izledik. Ve hepsinden önce şunu biliyoruz ki Salih kötü olmayı seçmedi, kötülüğe itildi. Varto’ya gönderildikten sonra onun tabiriyle yaşadığı ‘cehennemi’ tam olarak bilmiyoruz bile, sadece yaşadıklarını varsayabiliyoruz. Bildiklerimiz ise baba sevgisine aç olduğu halde İdris’e kin besliyor olması hem de haksız yere, bu yüzden de ilk ortaya çıktığında hayatının muhtemelen en büyük hatasını yaparak öz ağabeyini öldürmüş olması… Bunu da hiçbir zaman savunmadığımı zaten belirtiyorum çünkü savunulacak bir yeri yok. Ancak Sadettin görünümlü Salih için savunduğum tek bir görüş var o da hayatı çalınmış bir adam olarak öfkesinde, nefretinde sonuna kadar haklı olması ve bunlara rağmen içinde hala bir vicdanının olması. Yoksa o vicdansız Vartolu Kasım’ı da, Paşa’yı da, Emmi’yi de öldürür bir kenara bırakırdı. Hatta üstlerine de Yamaç’ı gömerdi. Çünkü o artık kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış bir adam…
 
Hayatı cehennem de geçmiş bir adamı ertesi gün öleceksin git diyerek korkutamazsınız. Hele ki Çukur’u almayı, alamazsa da orada ölmeyi çoktan göze almış bir adam ikna edilemez. Kahraman’ın mezarı oradayken o hayatı boyunca bir Koçovalı olamayacak zaten bu acı bir gerçek. O yüzden yaklaşan savaş için Çukur da kalan, kale gibi bir ev bulun bana diyerek üflesen uçma potansiyeli olan bir eve geçen Vartolu ordusu ile Çukur’un savaşını keyifsizce izledim. Sebebim sahnenin kötü olması veya aksiyonsuz -diyen çarpılır- olmasından dolayı değil asla, sadece Sadettin ve İdris’i savaşırken izlemek beni gerçekten hiç çekmiyor. Yine de özellikle bölümün sonunu izlerken çok keyif aldım çünkü bir plan olacağını bilsek de beklemediğimiz bir olayın olması iyi geldi. Sneak Peek’ten de cenazesi olduğunu gördüğümüze göre koca Vartolu reis Sadettin’in öldüğüne inanabiliriz… Arabadan bir ordu insanın inip adamı taramasını anlarım da bombalarla patlatmak nedir vicdansızlar! Yazık oldu… Şaka bir yana dalgasını geçsek de ölen kişi gerçekten Sadettin olsa çok komik bir şok olmaz mı sizce de?
 
İşin içine ölümün girdiği sahneleri izleyince insan ister istemez düşünüyor sevdiği bir karakter ölse n’aparım diye, ben de izledikten sonra fark ettim haliyle. Diziyi bırakmama sebep olacak tek şey Sadettin’in ölümü olur muhtemelen. Hani buradan yetkililere mesaj vermek gibi bir niyetim hiç yok(!) ama insanlık hali alışkanlık falan yapar belki diye belirtmek istedim.
 
Yamaç’ın Aliço’yla sahnesini görmesek veya Meke’nin hazırlıklarını izlemesek bölümün sonu için daha güzel bir atmosfer yakalanabilirdi belki ama neyse biz haftaya kadar Vartolu’nun yasını tutuyormuş gibi yapalım gönülleri olsun… Yine de Yamaç’ın sondaki ifadesine baktığımızda planları artık her neyse bile Beyefendi’nin adamlarının işleri karıştırdığı belli. Her şeyi geçiyorum da haftaya Medet’in üzüntüsünü izlemeye kalbimiz nasıl dayanacak peki?
 
Haftaya görüşmek üzere…



BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER