Karnımda uçan kelebekler ve boğazıma düğümlenen bir yumruk
ile yazmaya başlıyorum bu hafta. Terk edilmiş bir Ferhat’la kapatmıştık geçen
haftayı. Belki yıllardır uyumadığı uykuyu o gece uyumuştu lakin mühlet dolmuş,
çay soğumuştu.
Benim için dizi kaza geçirdikleri andan itibaren başladı
aslında. Gerçekten Aslı ve Ferhat oldular sanki. Bitmeyen didişmelerinde beyaz
bayrak çekildi. Birbirlerinin yüreğine kurşun misali saplanan sözleri sustu.
Bir ara kazada Ferhat kafayı sert vurdu ondan galiba dedim ama keramet Ferhat’ın
kafasını vurmasında değil, kafasına dank eden kaybetme korkusundaydı. Aylardır yan yana yatmasını beklediğimiz bu
çifti acıdan bayılmış durumda bile olsa birlikte yatarken gördük. Yatak sizce
de biraz büyük değil miydi(!) E ama size müstahak evinizde koca yatak var
yatmıyorsunuz böyle bebek beşiğinden hallice yataklara düşersiniz. Böylesi daha
işimize gelir yatın koyun koyuna bizim için sıkıntı yok.
Ah Ferhat ah! İbrahim Çelikkol karizması ve rol
kabiliyetiyle öyle muazzam bir karakter yarattı ki bir bakıyorsunuz delikanlı, taşı
sıkıp suyunu çıkaracak adam bir bakıyorsunuz 12 yaşında kalmış bir çocuk.
Kızıyorum ama sırtımı dönemiyorum Ferhat’a tıpkı Aslı gibi. Sevme konusunda
dünyanın en sadık insanı olabilir ama bilmiyor nasıl seveceğini. Aslı ‘Seni
seviyorum’ dediğinde ‘işte ben de bundan korkuyorum’ diyecek kadar tecrübesiz.
Bu bölüm sen Aslı’ya nasıl teslim olduysan ben de sana o kadar teslim oldum.
Bütün kızgınlıklarımı bıraktım. Karşımda doğum yapan bir kadını görünce
çocuklar gibi sendeleyen, korkudan şaşıran, silah tutan ama elleri su
getirirken titreyen bir adam vardı. Kızgınlıklarım uçar giderdi tabi. Güğümü
kaldırırken çaydanlığı da kaldırman, havlu ararken evi birbirine katman. Ah
Ferhat Aslan ah sen nasıl koca bir adam oldun hiç büyüyemeden? O kucağına
aldığın çocuk değil sen komiksin Ferhat ama çok güzelsin güzel yani sonuçta
Ferhat.
Aslı’nın ellerinde yeni bir can hayata gözlerini açtı. Küçük
Ferhat geldi dünyaya. Bu sadece bebeğin doğuşu değil Ferhat’ın da tekrardan
doğuşuydu. Erkan Hocanın kaleminden çıkan enfes bir metafordu. İnsan yaşıyorken nasıl doğacak tekrar ki
diyebilirsiniz. Ferhat yaşamıyordu. Aslı nasıl bebeği anne rahminden çıkardıysa
Ferhat’ı da yıllarca kapandığı karanlıktan çıkardı o bataklığa bağlı kordonunu kesti.
İki Ferhat da kordona dolanmıştı ama karşılarında cevval bir doktor vardı.
İyileştirirdi.
Teşhiş belliydi. Adam kendini sevmiyordu. Sevilmeyi hak
etmediğini düşünüyordu bu yüzden uzaklaştırmaya çalışıyordu canı pahasına
sevdiği kadını. Daha ne kadar beter olabilir bende bilmiyorum Aslı. O ışığı
seninle birlikte biz de gördük. Ağzını bıçak açmayan adam gözümüzün önünde deli
gibi korktum dedi. İnsanlar mutluluğunu kolayca söyler fakat zoru korkuları
söylemektir. Ferhat en büyük korkusunu zor da olsa söyledi. En masum yanını
açtı. Çocukluğunu öğrendik Ferhat’ın. Bir basketbol sahnesi görürüz artık ve
İbrahim Çelikkol’un da spor geçmişi bu sahnenin altından ustalıkla kalkar.
Silahsız külahsız tam birbirlerine teslim oldular derken
yine namlunun ucundalar bizim aşıklar. Aslı ve Ferhat’ın burunlarının bile
kanamayacağını düşünmekle birlikte Cüneyt amipinin vadesinin dolduğunu hesap
gününün yaklaştığını hissediyorum. Ah şöyle güzel bitirseydik bölümü ama
kendileri de kabullenmişler artık normal insanlar gibi değiller onlar. Varsın
sevdaları sınansın daha sıkı sarılırlar eminim. Hem ne diyor Shakespeare: “Bu kadar
okudum, bu kadar öykü ya da destan duydum, aşkın yolu asla düz gitmiyor.”