Sızlıyor işte, sızlıyor. Hem de inceden inceye, durmaksızın. Görememek bu kadar zor mu? Anlayamamak? Onunki de kalp, o da insan, sert duruşunun altında kırılamaz mı? Korkamaz mı? Üzülemez mi? Hata yapamaz mı? Cevap çok basit aslında. Her insan hata yapar. Ferhat Aslan da buna dahil. Küçücük yaşta yapmak zorunda olduğu seçimler onu böylesine hoyrat biri yapmış. Bükülmemek için, boyun eğmemek için, zayıf olmamak için, ilk darbede yıkılmamak için taş kesilmiş. Diğerlerine göre de karalara sarılmış. O da kendine yakıştırılan karanlık sıfatına ısınmak zorunda kalmış. Ama içinde bir yerlerde gecesini aydınlatan bir ışık hiç eksilmemiş. O yüzdendir en ağır sözleri kulakları işittiğinde; gözlerinin dolması, yaşlarının süzülmesi ya da yutkunması.
Can Yücel ne güzel söylemiş: "Hayat o kadar acımasız ki; Bazen doğru olanı yapmak için en çok istediklerimizden vazgeçmemiz gerekir. Hayallerimizden bile.”
Bir insanın hayallerinden vazgeçmesi demek; umutlarından vazgeçmesi demektir. Umut insanın kamçısıdır, hayatının tadıdır. Ömrünün anlamıdır, hayaller. O hayaller bir aşk ile sevgiyle süslüyse kim bozulmasını ister ki, kimse istemez. Hiç kimse hayallerine dokunulmasını istemez. Hayal insanın yüreğinde saklı tuttuğu bir fenerdir. Tıpkı bir deniz feneri gibi. Kalbindeki sevda en zora düştüğünde bile ışık tutsun diye, karanlıklara çarpıp gömülmesin diye vardır fenerler. Her türlü cefaya, içinde kalan o son ışıkla katlana bilsin diye vardır fenerler. Gecenin karanlığında yanlış rotalara sapmamak için, batmamak için, deli dalgalara kapılıp gitmemek içindir. Ama bir gün gelir sırf o iyi olsun diye, çamurlar üstüne sıçramasın diye hayalinden vazgeçersin ya da vazgeçmiş gibi yaparsın. Sen karaya vurup parçalanmayı göze almışsındır zaten, konu acı çekmekse gönüllüdür Ferhat Aslan. Aslı’nın mutlu olacağını sanarak göze almıştır içinde ki son feneri de söndürmeyi.
Olmadı, hem de hiç olmadı Ferhat Aslan. Sen berber Necdet’in oğluydun, sana verdiği öğütleri nasıl unuttun. Ne demişti o güzel babacığın: “Güven verene, güvenilir! Aşk verene, âşık olunur! Bir tatlı söz, bir bakışa ömür adanır. Erkeklik öyle bilek gücüyle değil, yürekle tanınır. Eğer kalp kırarsan, can yakarsan, aldatırsan ve bir kadının ağını alırsan, yüzün hiç gülmez. O yeşertmeye çalıştığın sevda da öyle elinde kurur, yok olur gider. Sonra sen ömrün boyunca o sevdanın hayaliyle, düşüyle yanar kavrulursun. Her ne kadar ararsan ara, hayat sana o şansı bir daha vermez.”
Sana aşık, seni çok seven biri var artık Ferhat Aslan. İnanmakta zorlansan da senin gibi karanlığa dost, aydınlıktan uzak biriside sevilirmiş. Şaşırma. İnan artık. Yaptığın onca yanlış seçimlere rağmen seni de bir kız sevebilirmiş. Her genç kız bir prensestir Ferhat. Bunu sakın unutma! Evet, haklısın ancak masallarda kurbağalar prenslere dönüşür. Sen de bir prens değilsin. Hepimiz de en başta da Aslı, senin bir prens olmadığını biliyorduk. Bizim masalımızdaki prenses Aslı da sen prense dönüş diye öpmedi zaten seni. Prenses, o kurbağanın tüm yaşadıklarına rağmen içinde bir yerlerde sönmeyen o fenerini gördü. O feneri sevdikçe sevmeye başladı. Sevdikçe bağlandı. Bir sevdanın karanlıklarda da yaşayabileceğine inandı. Sana inandı. Şimdi sana o sevdayı kurutmak yakışmaz. O sevda kurursa, sen de tükenirsin.
Ferhat Aslan’ı sevmek, kördüğüm demek! Karanlıklara bürünmüş bir okyanusta, yüzme bildiği halde kulaç atamamak demek! Battıkça dibe, o dipteki fenere hayran olmak demek! O yanan fener hiç sönmesin diye çabalamak demek. Vazgeçememek demek. Ama nereye kadar? Yorulmaları da hesap etmek gerek.
Aslı’nın nefesi kesildi, içi acıdı, belki de kalbi ilk defa atmayı o an bıraktı. Bir kadının kalbi, umutları yıkıldığında sekteye uğrar. Aslı umutla bakıyordu karanlığa. Çünkü karanlıkta ortaya çıkardı, tüm yıldızlar. Yıldızlar umut demekti, hayaller kurmak demekti, geceleri ışıldamak demekti. Gece gökyüzüne çevrilen bir yüze, bir kalbe düşen binlerce ışıltı demekti. Yıldızlar sadece geceye aitti. Bu bile yeterdi geceyi- karanlığı sevmeye, anlamaya. Ama gel gör ki bizim masalın güzelinin şimdi umutları acıyor. Sevgisi acıyor. En çok da gönlü acıyor. Üzülme Aslı; karanlığın bile güzel olabileceğini gösteren sen, sakın üzülme. Ama inan senden daha da çok üzülen biri var. Kendi dalgalarıyla boğuşan biri. Sensiz yarım kalacak biri.
O biri için için yanıyor, kalbi acıyor, aşkı acıyor, karanlığı acıyor... Bakma dava açma girişimlerine. Ne demişti Ferhat: “Sözler bizde kanla yazılır, dönekler de sevilmez.” Senden uzakta nefes alması pek zor. Nefes almaya uğraşacağını da hiç sanmıyorum. Aydınlık karanlığı sever, güneş ay’ı sever, çirkin güzel’i sever. Hayatta herkes birilerini sever. Ama bazıları vardır ki; bizim masalın çirkini gibi mesela, içten içe, gizliden gizliye, haykırmadan, sessiz sessiz çok sever güzel’i.
Mutlulukla ve sağlıkla kalın!
Küçük Notlar:
- Seven bir kadının kolunu kanadını kırarsanız, bir gün mutlaka atağa geçer. Hem de hiç ummadığınız bir anda. Yeter sadece kalbi kırılmış, terk edilmiş bir kadın değildi. Yaralı bir anneydi. Yaşananlar yüzünden, kendi hatalarından her iki oğlu da ona ‘anne’ demiyordu. Bunu yaşamayan bilemezdi. Yeter de tetiği çekti. Acılarına son vermek adına. Dindi mi? Dinmedi ve dinmeyecekti acıları. Aslı’nın Yeter’i anlaması, ona destek olması beni çok duygulandırdı.
- Gülsüm, ağabeyi katil olmasın diye canından vazgeçti. Abidin olmasa Ferhat’ın başını okşayamadığı o kardeşi olmayacaktı. Gülsüm sevgiye en muhtaç olduğu dönemde belli ki Cüneyt şeytanının eline düşmüştü. Bu ilgiyi de aşk sanmıştı, ne yazık ki.
- Abidin: “Ama sen ölürsen, beni de öldürürsün.” dedi ve içimde bir yerlerde bir şeyler koptu. Tüm alkışlar Timur Ölkebaş’a gitsin. Rolünü oynamıyor, birebir yaşıyor. Bu karakteri, izlediği yolu verdiği mesajları sevmemek mümkün mü?
- Handan; Abidin’in annesi bu kadın olamaz. Geçen bölüm kız evladına etmediği kalmıyor, bu bölüm oğlunu hiçe sayıp, yeğeninin hayatını da bir saniye bile düşünmeden karartıyor. Kötüsün Handan hem de çok kötü.
- Yiğit; sen de seçim yapmış, yürüyüp gitmişsin. Bak, sen de ‘anne’ demiyorsun. Sen de zamanını Gülsüm’ü koruyarak geçirmemişsin. O zaman havan kime. Yorulmadın mı suçlamaktan, yorulmadın mı hakaret etmekten? Ferhat’ı kötü göstermen, seni de iyi yapmıyor, bil istedim.
- Cem, Aslı seni affetmekte pek zorlanacak. Kendi işine baksaydın, olmaz mıydı?
- Ferhat: İbrahim Çelikkol’un rolüne bürünmesi ve yaşayarak oynaması mükemmeldi. Gülsüm’e “Babası kim?” diye haykırırken efsaneydi. Alkışlarımız onun için. Ferhat, Aslı’nın da dediği gibi şefkatle Gülsüm’ü sarıp sarmalamayı çok isterdi. Ama yapamaz, o Ferhat Aslan! Onun kalbi yumuşayamaz, yumuşarsa eğer o kalp, sevdikleri ölür. O karanlık zırhı düşerse, her şey biter. Bu yüzden havaya sıkışları, kafasını vurmaları, hep yapamadıklarına! Hep eksik kaldıklarına.
- Aslı: Birce Akalay ne denir ki, Aslı rolüne kalbiyle bağlanmış. Ses tonundaki iniş ve çıkışlar, süzülen gözyaşları rol değil sanki gerçek. Alkışlar bizden...
- En çok sevdiğim sahne, Aslı’nın konuyu değiştirmek için Ferhat’ın üstünden bir şeyler toplar gibi yapmasaydı. Ferhat her Aslı ona dokunduğunda bir kafa karışıklığı yaşadığı açık bariz ortada. Ferhat “Mevzu’yu karıştırma!” derken ne demek istedi sizce? Çok güldüm. Sevgiler hepinize!