Gülizar: Tıraş kolonyası ve azıcık naftalin kokusu...

Gülizar: Tıraş kolonyası ve azıcık naftalin kokusu...
Kalbine en çok dokunan; sende iz bırakan projelerde kimin imzası var diye sorulsa tereddütsüz Çağan Irmak diye cevap veririm. Hele de senaryosu/hikayesi ona ait bir işten bahsediyorsak. Çemberimde Gül Oya benim için gelmiş geçmiş en güzel dizidir, diziden çok hayat okuludur hatta. Farklı çevreler, farklı kültürlerden gelen her karakter öyle bir sevdirir ki kendini tüm ön yargılarınızdan arınırsınız. Her izlendiğinde bambaşka bir ayrıntı çarpar insanı. Çağan Irmak filmleri de öyledir, içinde geçen bir cümle mıh gibi aklınıza kazınır yıllarca ya da ne zaman bir şarkı duysanız filme gider aklınız. Yan rolden başrole her bir karakterin dolu dolu hikayesi vardır ve Çağan Irmak’ın bu hikayeleri samimiyetle harmanlayıp seyirciye aktarmadaki ustalığı tartışılmazdır.

Bu uzun girizgahı Çağan Irmak’ın her projesinin benim için ne kadar değerli olduğunu anlatmak için yaptım. Tüm projelerinin sıkı bir takipçisi olarak Gülizar’ı da elbette heyecanla bekledim, iki haftadır da tam saatinde televizyonun karşısına kuruluyorum. Dizide ışıl ışıl parlayan, hikayelerine insanı anında ortak eden karakterler olduğu gibi benim için varlığı da yokluğu da bir, pek çok karakter olduğunu fark ettim ve bu durum yazının ortaya çıkışına vesile oldu.

Dizinin şimdilik yegane sürükleyici unsuru Gülizar benim için. Deli dolu halleri, dirayeti, hayallerine tutkuyla bağlılığı, sevdiklerine sadakati… O kadar izlenesi bir karakter ki. Farah Zeynep de inanılmaz güzel yansıtıyor karakterin her rengini ve yıllardır onu başrolde izlemek isteyen biri olarak bu projede yollarımızın kesişmesinden ayrıca mutluyum. Ancak iki bölümdür Gülizar’ın gerçekliğine sonuna kadar ikna olmuşken çevresindeki çoğu karakter karton gibi geliyor bana. Karakterler nedenini anlayamadığım bir şekilde oradan oraya savruluyor, repliklerini söyleyip gidiyor. Görevleri gereği yeri gelince Gülizar’ın yanında yeri gelince karşısında durup sahneyi Gülizar’a bırakmak için hızla ayak altından çekiliyorlar sanki. Gülizar’ı izlemek çok keyifli ama tüm yolların Roma’ya çıkması gibi dizide de her yolun Gülizar’a çıkmasının beni yorduğunu fark ettim izlerken. Sadece Sepetçiler de değil, Şerife ve Teksoy’un da tek odağı Gülizar. Karakterlerimiz sürekli ama sürekli Gülizar’ı konuşuyor. Yine konuşsalar ama arada başka şeyler de söyleyip onları tanımamız için fırsat yaratsalar keşke.

Babalarının öldüğü akşam Tuğrul’un da, Mine’nin de hislerini, düşündüklerini uzun uzun izlemek isterdim. Mesela, Tuğrul’un babasıyla arası nasıldı? Mehmet Rıfat Bey, ilk bölüm Murat’ı yanına çağırıp “Ailenin başına sen geçeceksin!” dediğine göre Tuğrul’a güvenmiyordu herhalde. Bu güvensizlik ve mesafeli ilişkilerine rağmen babanın kaybı Tuğrul’u nasıl etkiledi? Mine, Tuğrul yerine de bol bol kendini helak etti ama onu da bölüm boyunca duygularını yalnız yaşarken izleyemedik. Çevresinin kalabalıklığından Mine’nin gerçekten ne hissettiğine odaklanma sorunu yaşadım. Bu arada Mine ve Muazzez, 2018’e ışınlanmış Nihal ve Matmazel (Aşk-ı Memnu) değil mi sizce de? Nihal’in saplantılı Behlül aşkının yerini Mine’nin Murat’a olan aşkı almış gibi görünüyor. Murat’ın Mine’ye olan hislerini ise hala çözebilmiş değilim.

Murat demişken; karaktere daha çok ısındığım bir bölüm oldu ama kendisi hakkındaki düşüncelerim pek değişmedi ne yazık ki. Oldukça düz bir karakter Murat: iyi evlat, iyi damat, iyi veteriner… Karakter önümüzdeki bölümlerde nasıl açılımlar yapar bilemiyorum ama Mine’yle sözlüyken Gülizar’a gönlü kayacak Murat hikayesine pek ısınamadığımı söylemeliyim. Aynı adama aşık kardeş hikayesi yerine birbirlerini zamanla tanıyıp sımsıkı bağlanan kız kardeşlerin hikayesini izlemeyi tercih ederdim. Bu kadar düz bir karakter olması karaktere dair merak duygumu da öldürüyor. Gülizar’la birlikte oldukları sahnelerde ne kadar eğlendiysem Gülizar’sız sahnelerde de bir o kadar sıkıcı buluyorum Murat’ı. O nedenle dizinin aşk boyutunun beni içine çekmediğini üzülerek söylemeliyim.

Suzi ve Fettah’ın hikayeleri bittabi Gülizar’a bağlı şekillense de iki bölümdür Gülizar dışında en çok onları izlemekten keyif alıyorum (oyuncular da çok başarılı). Özellikle bu bölüm Fettah dizinin neşesiydi. Kendisinin Suzi’yle çiftliğe gelip ortalığı karıştırmasını dört gözle bekliyorum.

Bu iki karakter dışında bu bölüm tanıştığımız bir diğer ikili vardı ki Gülizar hegemonyasında nefes almamı sağladılar; Nazan ve Fuat’tan bahsediyorum. Herkesten ayrı kendi dünyalarında yaşadıkları sıkıntılarla yepyeni bir oda açıldı hikayede. Nazan’ın kocasını, ablasıyla olan uzak ilişkisini, Fuat’ın oyunculuk maceralarını şimdiden merak ettim. Çemberimde Gül Oya’dan beri yeri bende ayrı olan Sevgili Goncagül Sunar ve Hayat Şarkısı’ndaki yüksek performansıyla aklımda yer etmiş Baran Can Eraslan başarılı oyunculuklarıyla, enerjileriyle renksiz karakterlerle dolu çiftliğe can getirdiler. Nazan ve Fuat’ın çiftlikte kalıcı olduklarını umuyor ve Gülizar’la sahnelerini izlemek için sabırsızlanıyorum.

Bölümün en çok etkilendiğim kısmı Gülizar’ın mezarlıkta babasıyla vedalaşmasıydı kuşkusuz. Yazının başlığına karar vermek benim için zor olmadı bu nedenle.

"Bayrammış, küçükmüşüm. Sen bana kırmızı, böyle tokalı bir ayakkabı almışsın. Bizim orada ulu bir çınar var, böyle kocaman, masaldaki iyi yürekli devler gibi. İşte onun altında oturmuşuz, sen bana gazoz almışsın, bayram yerine bakıyoruz öyle. Ama böyle cıvıl cıvılız, rengarenk… Tamam mı, güzel mi? Ben bunu seçtim bize. Hiç yaşamasak da ben seni hep böyle hatırlayacağım. Münker’le Nekir sana sorarsa oralarda sen de bunu anlat onlara. Korkma, o çınar hala orada dimdik duruyor. Korkma, söylemez sırrımızı kimselere. ‘Geldiler’ der soran olursa. ‘Burdalardı, ben gördüm onları’ “

Başını babasının omzuna yasladığında duyduğu tıraş kolonyası ve naftalin karışımı kokuyla, yani “baba” kokusuyla bu kadar güzel bu kadar naif hayal kuran Gülizar’ın, Mehmet Rıfat’la daha çok zaman geçirebilmesini, baba-kızın birbirlerini yakından tanımalarını çok isterdim. Mezar başındaki Gülizar’ın duygu yüklü tiradı buram buram Çağan Irmak kokuyordu. Beni Çağan Irmak’ın projelerine yürekten bağlayan tam da böyle cümleler işte. Kendisinin şiir gibi senaryolarını çok özlemişim. Tüm ekibin emeğine sağlık.

Gülizar’ın yolu açık, ömrü uzun olsun. Her bir karakterin gerçekliğine sonuna kadar inanıp, ayrı ayrı hikayelerine de en az ortak hikayeleri kadar kapılıp gittiğimiz bölümler izlemek dileğiyle.



BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER