Sen Anlat Karadeniz, tanıtımları ekranda dönmeye başladığından beri kadına şiddeti konu edinmesi ve bir Osman Sınav yapımı olması dolayısıyla dikkatimi çeken bir diziydi. Bu yüzden ilk bölümü merakla izledim ve izlerken aklımdan geçenleri de yazmadan duramadım.
Öncelikle, dizi sürelerinin inanılmaz uzun olduğu ve en sevdiğim dizileri izlerken bile bir yerden sonra saate bakmaya başladığım dönemde genel olarak sıkılmadığım bir ilk bölüm izledim diyebilirim. Hikayenin içine çok rahat girebildim ve yer yer çok üzülerek, yer yer gülerek seyrettim bölümü.
Nefes'in hikayesi, onunla benzer şeyleri yaşayan yüzlerce kadının hikayesi. 24 yaşında genç bir kadın Nefes, bir anne ve 8 yıldır oğluyla beraber saplantılı bir adamın esiri. Adam aşk sanıyor hissettiğini, yaptığı her şeyi fazla sevgiden yaptığını iddia ediyor; tıpkı benzer şeyleri yaşayan kadınların hikayelerindeki adamlar gibi. Nefes bunun aşk ya da fazla sevgi olmadığının farkında olan kadınlardan ve çevresindeki herkesin aksine onun başı eğilmeye alışmamış.
Nefes yalnız, Yiğit yalnız ve bu esarette en yakın arkadaşları birbirleri olmuşlar. Biraz olsun birbirleriyle gülüyor, nefes alıyorlar. Şiddete maruz kalan ve aynı zamanda anne olan kadınları yaşadıkları kadar yaşadıklarına çocuklarının şahit olması ve bunu onlara açıklayamamak yaralıyor çoğu zaman, Nefes de oğluyla tüm bunları oyuna çevirmiş. Onlar Kızılderili, bir soluk benizlinin kalesinde esir alınmışlar ve düşmanı püskürtüp kaleden kaçmak esas amaç.
Çok güçlü ve akıllı bir kadın Nefes. Hikayesinin, bu iki özelliği kaybolmadan ilerlemesini temenni ediyorum.
İlk bölümü izlemeden önce en merak ettiğim şeylerden biri İrem Helvacıoğlu'nun performansıydı. Yanılmıyorsam bu ilk başrolü ve önceki hikayelerinde oynadığı karakterlerle alakalı olsa gerek, oyunculuğuna hiç dikkat etmemişim. Başta parmaklarının kırılma sahnesi olmak üzere her sahnede kusursuz canlandırdı Nefes'i bana göre. Performansı beklentimin çok üstündeydi.
Gelelim yazımın başlığına konu olan ‘altın kalpli hödük' meselesine... Bölümün ilk dakikalarından itibaren sürekli deli olduğuna vurgu yapılan Tahir gerçekten iyi kalpli bir adam. Nefes'in yaşadıklarına şahit olanların başını eğdiği, yaşadıklarını fark edenlerin ise görmemezlikten geldiği bir durumda vicdanlı ve cesur davrandı, her şey göze alıp Nefes'in yanında oldu. Gel gör ki tüm bunları yaparken takındığı kaba tavır beni çok rahatsız etti. Bağırmalar, azarlamalar, kolundan tutup sarsmalar ya da devamlı bir yerlere sürüklemeler... Deli olmak ya da yaptıklarını iyi kalplilikle yapıyor olmak kaba davranmayı normal hale getirmez diye düşünüyorum. Herhangi bir kadına böyle davranmaması gerekirken bir adamın şiddetinden kaçmış bir kadına böyle davranması da ekstra bir kabalık bana göre.
‘Altın kalpli hödüklük' adı altında bu kabalığın normalleşmesindense en kısa zamanda Tahir'in bu tavırlarının törpülenmesini temenni ediyorum.
Tahir'le ilgili tek pürüz de bu değil bana göre. Ulaş Tuna Astepe'nin Tahir'i oynayışını biraz abartılı bulduğumu ve Tahir'in bir var bir yok olan Karadeniz ağzının kulağımı çok tırmaladığını söylemek zorundayım.
Son olarak Mehmet Ali Nuroğlu'nun saplantılı bir adamı çok dozunda canlandırdığını, ön yargılı yaklaştığım Öykü Gürman'ın Asiye'sini de çok sempatik bulduğumu söylemek isterim.
Dizinin düzenli izleyicisi olur muyum bilmiyorum ancak yollarının açık olmasını diliyorum.
Okuyan gözlere sağlık, teşekkürler.