Hayat bazen seçimlerden ibarettir bazen de seçmek zorunda bırakıldıklarımızdan. Bu bölümü tek bir cümleyle özetleyecek olsam böyle özetlerdim. Bir yanda birbirine dokunmaya bile kıyamayan Ferhat ve Aslı, diğer yanda onları kendi menfaatleri için ayırmaya çalışan Yeter ile Namık. Ne acı şey değil mi, bir insanın annesinin ve babasının çocuğunun hayatını, aşkını, geleceğini sadece kendi bencillikleri uğruna hiçe sayması?
Yeter, Aslı’nın iyi niyetini kullanarak onu doğru bildiği yoldan çevirdi. Namık ise Ferhat’ın zaafını kullanarak eski öfkesini gün yüzüne çıkardı. Aslı, Ferhat’ın iyiliği için sustu. Ferhat değişime kendini hazır hissetmediği için yıprattı Aslı’yı. Düşe kalka birbirlerini tanıdıkları bu yolda bazılarının menfaatleri uğruna, büyük engeller konulmaya başlandı önlerine.
Namık, hayatta her şeyi istediği seyirde tutmaya çalışan kötü kalpli, cesaretsiz bir adam. Kendisinde olmayan nitelikleri Ferhat sayesinde kamufle ediyor. Ferhat’ın cesareti, gözü karalığı, zekası Namık’a çok geniş bir hareket alanı sağlıyor.
Tabii bir de o meşhur kasası var… O kasa, kötülükler saçan Pandora’nın kutusu gibi her açıldığında bir felakete sebep oluyor. Bu seferki sebep olacağı felaket ise diğerlerinden çok daha büyük şiddette olacak gibi. Cüneyt’e verdiği dosyanın Aslı’nın sonu olacağını düşünüyor ama bana sorarsanız Namık’ın bu hamlesi kendi sonu olacak. Cüneyt’in de hikayedeki seyrini bu felakete yön verecek hamlesi belirleyecek. Cüneyt’i anlamamız belki de haklı yanlarını görmemiz çok daha uzun sürecek gibi. Tüm bunlara rağmen kabul etmek gerekir ki iyi bir oyunculuğun ürünü Cüneyt. Karakterin iç dünyasındaki her düşüncesini, kendi mimikleriyle bize yansıtan çok iyi bir performans sergiliyor Cahit Gök. Onun sayesinde Cüneyt’e katlanabiliyorum.
Yeter’in durumu ise diğerlerinden biraz farklı. Yaptığı hataların bedelini kötü talihinin ardına saklanarak ödemeye çalışan bir anne Yeter. Anne demek ne kadar doğru bilmiyorum. Kızını sözde onun iyiliği için evladından ayıran, oğlundan, babasını gizleyen bir anne. Kulağa çok mantıklı gelmese de hikayedeki rolü gereği anne diyoruz ona. Aslı’nın iyi niyetini ve Ferhat’a olan duygularını kullanarak bir düğüm daha attı evlatlarının kaderine. Çünkü bu gerçek sadece Ferhat’ın hayatını etkilemeyecek. Yeter bunu kabullenmemekte ısrarcı ama gün gelecek bu durumu tüm gerçekliğiyle kabul etmek ve en nihayetinde ödemekten kaçtığı o bedelleri misli misli ödemek zorunda kalacak.
Gelelim yine yeni yeniden Ferhat’a. Kendisi bu hikayede en anlaşılabilir karakter aslında. Net, dürüst ve acılarıyla katılaşmış bir adam. Aslı, onun dış dünyaya karşı ördüğü duvarlarına sağlam darbeler vurmaya başladı bu bölümlerde. Bana sorarsanız çok uzun süre dayanamayacak Ferhat bu ısrara. Sadece Aslı’nın bu duvarları yıkmak için seçtiği yoldan emin değilim. Ferhat’ı gerçeğe götürecek, bu bataklıktan kurtaracak yolları babasını kullanarak geçiyor. Mezarlığa gittiğinde babasıyla olan konuşmasında her dakika Ferhat’ı kontrol etmesi de bundandı.
Düşünsün, sorgulasın, gerçeğe daha çok kırılmadan daha çok siyaha bulanmadan ulaşsın istiyor. Haklı da ama Ferhat’ın gerçek babasının Berber Necdet olmadığını bilerek Ferhat’ın anılarını tazelemek, ona sürekli babasını hatırlatmak, ilerleyen süreçte Ferhat’ı daha çok yaralamaktan ve Namık’a karşı geri dönülemez şiddette bir öfke duymasından başka bir işe yaramayacak. Çünkü Namık sadece Ferhat’ı değil, o masum adamı da kurban etti kendi idealleri uğruna. Zaten Berber Necdet’in ölümü çok şaibeli. Bana kalırsa Namık’ın parmağı var bunda. Durumun seyrini kadere bırakacak kadar tedbirsiz bir adam değil Namık. Duygularını da aldırdığını düşünmüştüm ki bu bölüm İdil’e söyledikleriyle beni şaşırttı. Hala tam olarak kalbinden geçeni söylediğini düşünmüyorum. İdil’in Şahin Cigal’e olan yaklaşımı ve seçimden çekilme durumunun onu bu konuşmaya ittiğini düşünüyorum. İdil’i yanında tutmak için sevgiyi kullanıyor da olabilir.
Birini kullanmak demişten bu konunun gurusu, üstadı olan Ebru’ya değinmeden geçemeyeceğim. Ebru, intikamı için Cem’i basamak olarak kullanıyor. Cem farkında olmadan Ebru’nun yolunu açıyor ve işini kolaylaştırıyor. Bu hikayede her karakterin aşktan bir kez darbe yemesi Allah’ın emri. Sıra Cem’e gelmiş olmalı ki bu intikam oyunda harcananlar listesinde bir numara olmaya göz kırpıyor şu sıra. Ebru, zannettiğimden daha tehlikeli çıktı. Zekasının, tek başına yeterli olmadığını anladığında kadınsal silahlarını Cem’in zaafına doğru kullandı. Bunun içinde dizi tarihinin en eski klişelerinden olan “evini soydurtma” taktiğini seçti ki takdir ettim; iyi rol yaptı. Gözyaşlarını mükemmel bir akışla hayata geçirdi ve çok zeki olduğunu, hatta bu zekayla Ferhat’ı alt edeceğini, iddia eden Cem komiser, bu numaralara kanarak sınıfta kaldı. Umarım maymun gözünü çabuk açar.
Bu kötülükler haricinde dizide güzel şeyler de oldu. Aslı’nın Suna’yla arkadaşlık kurması gibi. Bu iki eltinin iyi anlaşması beni mutlu ediyor çünkü ilerde iki kardeşin arasında barış adına köprü olacaklar gibi. Yiğit kendini bu barışma süreci için istemese de hazırlıyor. Ferhat zaten dünden razı. Yiğit, onu meyhanenin önünde görmeye geldiğinde dokunmak isteyip dokunamamasından, gözlerinden okunan özlemden de anlayabiliriz aslında bunu. Yiğit’in de Ferhat’ın alkol aldığını anladığında direksiyon başına geçmemesi için lastiği patlatması, ufak da olsa hala bir yerlerde ağabeyinin iyiliğini istediğini anlattı bize. Küçük ama duygusal bir andı iki kardeşin konuşması.
Bu bölümde bir çok duygusal an vardı ama en çok Aslı’nın mezarlıkta söyledikleri dokundu bana. Bir kız çocuğu olarak çok başka hissetmeme sebep oldu. Ne acı şey bir kızın ilk aşkını, en güvendiği, erkeklere karşı ilk izleniminin oluştuğu insanı kaybetmesi. ‘Kızlar babalarını kaybedince büyümeye korkar.’ dedi. Kızlar büyümekten değil aslında, büyüdükten sonra kendi kendine yetebilmekten, babalarının gölgesinde geçen huzurlu, güvenli hayatı unutmaktan korkar. O sözler sadece babası için söylenmedi. Ferhat da duysun, içindeki küçük, kırgın kız çocuğunu bilsin istedi. Daha sonra onu doğup büyüdüğü eve, mahallesine, götürdü. Görmeni istedim derken "beni, acılarımı gör" der gibiydi… Elini uzattı Ferhat’a onu bu yalnızlıktan kurtarmak için ama Ferhat henüz ne bu değişime ne de böyle büyük bir adım atmaya hazır değil.
Bütün bölüm boyu Namık’ın sözlerini aklına getirmesi, haklı olabilir mi acaba diye ölçüp tartması da bundandı ama nafile. Son çırpınışların bunlar Ferhat Efendi. Gönlün çoktan Aslı’ya kavuşmak için, değişmek için kanat çırpmaya başladı bile. Eski Ferhat gibi davranmaya çalışırken bile bize artık, eski hoyrat adam olamayacağını hissettirdi. Zaten o tavırların hiçbirinin Aslı’yı kırmak için olduğunu düşünmüyorum. Bence, Aslı’yı kendisinden soğutarak gidişini kolaylaştırmak istedi. Gitsin ve kendisini kurtarsın istiyor.
Çünkü Ferhat hali hazırda birden fazla cephede savaşıyor. Bir yanda Namık, diğer yanda Ebru, Savcı Yiğit... Şimdi bir cephe daha açıldı savaşında. Bu cephede diğerlerinden ayrı olarak kalbini çarpıştırıyor. Her darbede daha çok kan kaybediyor. Kan kaybı, göz yaşları olarak dışarı dökülüyor. Ferhat’ın zaman zaman sinirden zaman zaman da söylemediklerinden dolayı akan gözyaşlarına hayranım. Güzel seven adamlar ağlarmış, ne kadar sert bir kabuğu olursa olsun içinde bir yerler hala acıyor ve bunu sadece gözlerine bakabilenler ta içini görebilenler anlıyor.
Abidin bu durumu rakı masasında çok güzel özetledi. “Hayatta en önemli şey bir erkek için... Yanında bir kadını olmalı. Sen, esip gürlesen de yanında durmalı, gözlerine bakmalı, ta içine. Demeli ki "Bırak delirmeyi, yakıp yıkmayı. Bırak da derdin ne onu söyle". Ellerini tutmalı. "Seni yormuşlar, sen üşümüşsün, yorgunsun" demeli. Erkeğinin gözünün içine bakmalı. Anasının, babasının göremediğini görmeli, yaralarını sarmalı derken, her bir kelimenin Ferhat’ın hayatında nasıl karşılık bulduğunu bilmiyordu ama Ferhat, her cümlede yutkunurken kendi hayatında olması gereken kadının kim olduğunu biliyordu ve bu sahnede bize bir ipucu bırakıldı ilerleyen bölümlere dair. Ferhat’ın ‘Doğruyu söyleyeceksin, sana yakışan neyse onu söyleyeceksin’ demesi ve her doğru söylenmez tezine karşı "sen söyleyeceksin" şeklindeki tutumu, Aslı’nın şu an sakladıklarına, ilerde ne kadar büyük bir tepki vereceğinin ön gösterimi niteliğindeydi.
Genele bakıldığında çok duygusal bir sahneydi ama sahneyi eğlenceli kılan şeyler de vardı alt metninde. Dilsiz ve Ferhat’ın gizli sevda çırpınışları gibi mesela. Abidin’in her konuştuğu Ferhat’ın ciğerine battı sanki. Hele Dilsiz’in söylediği şarkı, o kadar anlamlıydı ki. Her bir sözü Ferhat’ın hislerine tercüman olacak nitelikteydi. Dilsiz’in tut elimden yak beni dediği anda Aslı’nın elini ilk kez sıkıca tuttuğu ama kaybetmeye en yakın olduğu anı hatırlaması güzel bir detaydı. Ama en güzeli "İstemezsen bu aşkı, otur baştan yaz beni" dediği anda sessizce kabullenip kadehine uzandığı andı. Bazı anlar, binlerce sözden daha anlamlı olur ya, bu da öyle bir andı.
Abidin o masada sarhoş haliyle çok güzel bir söz daha söyledi "Seni her pisliğe batıranı düşmanın, her pislikten çıkaranı dostun sanma". Ferhat, aile ve yardımseverlik kisvesi altında dönen oyunları anladığında bu sözün ne kadar doğru olduğunu çok acı bir şekilde öğrenecek. Öğrenecek öğrenmesine de o zaman kaybettiği masumiyeti geri gelecek mi? Asıl soru bu olmalı. Elini kirleten çok bu ailede ama, temiz kalan çok az insan var.
Abidin ve Gülsüm bu hikayenin Kamil’den sonraki en masum iki insanı diğerlerine nazaran. İkisi de sevda yolunda harcandı. Abidin’e karşı ilk bölümlerde tarafsızdım hatta ne yalan söyleyeyim bir yerde annesinin dolduruşuna gelecek ve Ferhat’a karşı kin besleyecek diye elim kalbimde bekliyordum. Beni yanılttı. Benzerine az rastlanılır güzellikte bir yüreği varmış Abidin’in. Kamil’i annesine kavuşturdu, kendisi ise sevdiği kadından oldu. Bu acısıyı, bir başkasının hayatı için çekmeye gönüllü olacak insan, yok denecek kadar azdır. Abidin de onların en güzel örneği bana kalırsa. İlerleyen bölümlerde Abidin ile Gülsüm’ün bir geleceği olabileceğini düşünüyorum. Hak ediyorlar da. İkisi de ilk sevda deneyimlerini çok yanlış insanlarla harcadılar. Bu hatalardan geriye kalan tek doğru Kamil. Umarım oğullarıyla birlikte mutlu bir ömürleri olur.
Bunca lafı söylememin sebebi hazin sonu yazmaya hazır olmamaktandı. Ferhat’la Aslı’nın yürekleri yakan vedası. Türk televizyon tarihinin en iddialı ayrılık sahnelerinden birini izledik. Dış sesle söylediklerinin yanı sıra iç seslerinden dinlediğimiz bir, iki cümle o kadar anlam kattı ki sahneye gözlerimiz doldu. "Dokunduğun yerler acıyor" sözü aslında ne kadar çaresiz bir kabullenişmiş. Aslı’nın iç sesinden bile olsa "en güzel adamsın" sözünü duymak bir vedayı bile güzel kılacak kadar özeldi.
Ferhat’ın "senin bu çene hiç yorulmuyor biliyor musun?" derken, en çok bunu özleyecekmiş gibi acı acı gülümsemesinden, Aslı’nın Ferhat’a "son emirlerinin tadını çıkar" derken ki acısına, son çırpınışlarına, sessiz itirazlarına kadarki her şey ince ince işlendi izleyicinin kalbine. Aslı’nın gidemeyeceğini anladığı anda koşarak Ferhat’a sarılması bende ipin kopmasına sebep oldu. Öyle güzel sarıldı ki adam, kadın tüm gitmelerden vazgeçti dedirtecek kadar etkiledi. Hatta o sahnenin hayal olmasına bile kızamadım.
Ayrılık çanları çalarken köşede onları izleyen büyük bir tehlikenin farkında değillerdi. Aslı’nın ameliyatı sırasında vefat eden hastasının oğlu, Cüneyt ve Namık koalisyonu sayesinde Aslı’ya karşı bir kan davası güdüyor şu an. Bu kadar genç ve toy bir delikanlı anın heyecanıyla, istediği şiddette Aslı’ya zarar veremez diye düşünüyorum hatta bir an Aslı’yı uzaktan izlerken elini cebine attığında yüzünde beliren ifade bunu yapabilecek cesareti bile olmadığı izlenimi verdi bana. O çocuğa bakarken, Aslı’ya zarar verme ihtimali varken bile birbirlerinden ayrılacaklarını düşünmek daha çok üzdü. Bunu da sanırım birkaç kare önce beni gözü yaşlı bırakan sarılmaya borçluyum. Bu sahneyi çekenleri de oynayanları da yazanları da tebrik etmek lazım, yeni yıldan önce güzel bir etki bıraktılar bizde.
Velhasılıkelam dilim döndüğünce, kalemim yettiğince aklım erdiğince yorumladım bu bölümü sizler için bir sonraki bölümde görüşmek üzere.
Tüm acılarınızın, kayıplarınızın, kederlerinizin yerini güzel gülüşlere bırakacağı, birbirinden kıymetli anılara ev sahipliği yapacak bir yıl dilerim. Mutlu yıllar.
Sürç-i lisan ettiysem affola.