İstanbullu Gelin: Zevkler ve renkler neden tartışılmaz?

İstanbullu Gelin: Zevkler ve renkler neden tartışılmaz?
Anlattığın her hikaye senin sınırlarında, senin gördüklerinin bir kopyası. Hayata kendini yansıtıp görüyorsun her hikayende. Herkese bundan bahsediyorsun. Kendi renklerini kaybettiysen, birinin seni bırakıp gittiğini görüyorsan; karşındaki insana baktığında da kendi parantezinden görüyorsun. Hepimizin içinden parantezler geçiyor, her gördüğümüz ve gördüğümüzü her anlattığımız; biziz. Aslında her hikayede kendimizi anlatıyoruz. Verdiğimiz her akılda geçmişte kendimize verilmesini istediğimiz öğütlerden kesip biçiyoruz. Audrey Hepburn’un çok güzel bir sözü vardır: “Bir insanı anlamak istiyorsanız insanların onun hakkında ne dediğine değil; onun insanları nasıl anlattığına bakın.” Çünkü her birimizde ayrı bir dünya; görünen bambaşka hayatlar var.



Hayat göreceli. İnsan bütün hayatını kendi sınırlarından görüyor. Tüm dünya senin gördüğün ve anladığın kadar. O yüzden verdiğin her akıl söylediğin her tavsiye senin üzerine düşündüğün ya da bir zamanlar yaptığın hatalardan ibaret. Sen ne yaşadıysan onu bilebiliyorsun, kimsede fazlası yok. O yüzden bu hayat bir tecrübe mekanizması. Yaşayıp ders alıyorsun ve hayatı da kendi yaşadıklarının kategorisinden görüyorsun. Çünkü insan beyni öyle çalışıyor. Beyin dışarıdan aldığı malumatları kendi içindeki kategorilere göre alıp grupluyor. Bu yüzden her birimiz dışarda gördüklerini değil kafasının içinde olanlara göre gördüklerini alıyor. Ve doğal olarak da bunları anlatıyor. Çünkü dünyası bundan ibaret. Hepimizin dünyası bildiklerinden ibaret. Bu beyin yapımız yüzünden dünya tamamen göreli bir yer. 

Gördüğümüz her şey gözlemcinin bizzat kendisine bağlı. Böyle olunca da dünyayı zihin mi oluşturuyor yoksa dünya maddeden oluşuyor da biz mi onu algılıyoruz tartışması bir işe yaramıyor. Çünkü sonuç fark etmiyor. Dünya ve evren her neyden ve nasıl oluşuyorsa oluşsun, sen zaten onu kendi zihnin kadar görebiliyorsun. Senin dünyan senden oluşuyor. Dünya gözlemcisine göre değişen çevrimiçi bir oyun gibi. Tek bir gerçek ya da bir evren yok. Gözün nereden bakıyorsa, aklın hangi kategorilerden alıyorsa görüp duyduklarını onu anlıyorsun. Bu yüzden anlattıkların değil karşındakinin anladığı kadar söylemek istediklerin. Ve yine bu yüzden sen de karşındakini ancak kendi kafan kadar anlayabiliyorsun. Hepimiz hayatı kendimize göre algılıyoruz; bu yüzden de tartışmalarımız, yaşayışlarımız bitmiyor. 



Herkesin aynı şeye bakıp farklı şeyler gördüğü bir yerde nasıl anlaşabiliriz? Ve tam da bu yüzden dünyayı aynı şekilde gördüğümüz “ruh eşimizi” bulduğumuzda bundan bu kadar sevincimiz. Kendimizi tam, tamamlanmış hissediyoruz. İnsan kendini özel hissetmek istediği kadar hayatı kendisi gibi gören insanlara da muhtaç. Hepimiz birlikte mutlu olacak ve bize kendimizi özel hissettirecek; bizi anlayacak birilerini arıyoruz. Her birimizin hayatı bizim gördüğümüz gibi gören gözlere ihtiyacımız var. Aynı şekilde hayatın bazı evrelerinde de değişmek ilerlemek için, bizden tam tersi yönde gören gözlerden de bakmalıyız kendimize. Ama tabii bunlar yoruyor bizi; işte biten, yoran ilişkiler bu yüzden. Yıpratıyor ama ders çıkartıyorsun; öğreniyorsun, büyüyorsun. Olmaz ilişkilerde kendini buluncaya dek, arıyorsun. Sonra sen olduğun, hayatı aynı yerden beraber görmeye hazır olduğun insanı buluyorsun ve… 

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER