Yalan söylemeyeceğim, her daim olumlu bakmaya çalışsam da, senarist değişikliğinden dolayı en az HiLeon fandomun geri kalanı kadar benim de korkularım mevcuttu yeni sezon için... Nuran Evren Şit ve ekibi özellikle ilk sezonun başlarında oldukça iyi bir iş çıkarmışken, yeni senaristler nasıl olur da Hilal ve Leon çiftinin o ruhunu yakalayabilirlerdi? Herkesin müptelası olduğu "Smyrna" sahnesinden tutun, "Aşksız bir yürek çorak bir ülkedir..." ve tabii ki ilk mağlubiyet sahnemize kadar inanılmaz bir tutkuyla işlenmişti bu çift. Leon'un, doğrulttuğu silahın Hilal'in kalbine dayanmasıyla birlikte; tetikten parmağını çekmesi gibi, veya Hilal'i ipten alabilmek için çabalarken neredeyse kendi canından olup, "Önemli olan sizin iyi olmanız" demesi gibi...
Biz Leon'u bu inceliklerle tanırken; Hilal her zaman kontrollü tarafı oldu bu ilişkinin. Onun derdi, tıpkı Smyrna hikayesindeki Amazonların lideri gibi hep vatandı. Leon kendi deyimiyle 'o kanlı üniformayı' giydiği sürece hiçbir vakit teslim olmadı Hilal ona. Ta ki o vicdanlı Yunan askeri üniformasından sıyrılana kadar! Vakit gelmişti, din, dil, ırk ayrımı yapmayan Hilal artık sevdiği adama aşkını gösterebilirdi! Hepimizin umut dolu beklediği sahneler karanlık gibi çöktü üzerimize: Leon, Hilal için görmezden geldiği silahlar yüzünden vatan haini olduğunda, Hilal ve Leon çiftine verilen önemin de resmi olarak sonuna gelmiştik. Artık 'sevgili' olarak adlandırmak istediğimiz çiftin bütün hisleri "Merhaba, sana kitap getirdim, artık gitmem lazım" ve "Senin her şeyin yalanmış!" gibi repliklere sığdırıldı. Konuşmak, dertleşmek, birbirinde huzuru bulmak, kısacası birbirlerini özgürce sevebilme fırsatları olduğu halde, o fırsatların her biri izleyici için bir işkenceye dönüştü. Gereksiz sahneler, önemsenmeyen detaylar ve boş repliklerle HiLeon'un büyüsü kaybolmaya başladı. Bu yüzden ilk sezon korkuyla biterken, ikinci sezon korkuyla da açıldı. Hatta beş ay boyunca heyecan ve korkuyla beklendi yeni sezon. Türklerde bir söz vardır "Gelen gideni aratmasın" diye... Sahici olursak, hepimiz bizi ekrandaki bu büyüleyici hikâyeye bağlayan unsurun yok olmasından korktuk. Hiçbir şekilde adlandıramadık; neydi bizi HiLeon'a bağlayan? Aşk, tutku, edebiyat, merhamet yoksa masumiyet mi?
O efsunlu şey her ne ise, şimdi yeni sezonda gümbür gümbür geliyor. Aylarca mektuplaşan, birbirinin hasretiyle yanıp tutuşan bir çift gördük önce. İzmir'deki Yunan zulmüyle bağrımıza ateş düşerken, sonunda kök salmış o sevda merhem oldu yaralarımıza. Sonunda sahiplerine ulaşmıştı çünkü o mektuplar... Şöyle ki; metruk bir evin bahçesinde açan yabani bir açelya bile onu hatırlatıyordu Leon'a. Çünkü aşk, güzel bakmaktır arkadaşlar. Leon kimsesiz, terk edilmiş bir bahçede, hiçliğin ortasında gördüğü tek güzel şeyi Hilal'ine benzetiyorsa, bu aşktır. Hayâldir. Umuttur. Çünkü âşık olduğunuz zaman, her şeyi onunla paylaşmak istersiniz, her güzellikte biraz o vardır. Yüreğinize dokunan her şeyde onun yürek izi vardır neticede... Bu yüzdendi, Leon'un mağrur açan o çiçeği Hilal'e yollaması. "Bir kucak dolusu" teşekkürün habercisiydi belki bu hediye... Sarılmak istemek, ama sarılamamaktı açelya; dokunmak istemek, ama dokunamamak. Her şeyden çok kokusunu özlerken, kokusunu duyamamak; sesini işitememekti. Nefsine hakimiyetti... Öyle bir hakimiyet ki; sırf hayalleriniz uğruna, istikbaliniz uğruna ona dokunmamaktı. Aylar sonra, karşınızda durduğu halde, gözlerinin içine baka baka ondan gitmekti. Belki de onu sevmiyormuşsun gibi yapmaktı... Yapamamaktı.
Büyük bir yarayla, bir terk edişle biten hikâye, başka bir yarayı hatırlatarak başladı önce.
"Sen beni çoktan vurmadan mı!"
Unutmamıştı Leon. Ne göğsünde açılan yarayı, ne de her şeye rağmen o kadını seven Leon oluşunu. Hilal ise bambaşkaydı bu sefer. "Unutmamış.." diye gözyaşı döken serçe, kendi kanatlarıyla uçmayı öğrendiği halde sığınmıştı yuvasına.
"Gittiğinden beri nefes almıyorum..."
"Aylarca bu anın hayâlini kurdum..."
Leon'un üniformasına rağmen, onun nefesi olan Hilal... Hasretini dindirmeye çalışırken "Bana izahat edeceksin" diye ağlayan Hilal.
Cihanda belki de her şeyden çok nefret ettiği o kumaş parçasına rağmen tereddütsüz sevdiğinin kollarına koşan bir Hilal ile karşı karşıyayız. Çünkü sevmek, içini açmaktır. Kalbini açmaktır. Sevdiğinin kalbini gördükten sonra dili, dini, ırkı sadece teferruattır. Amaçlarından ziyade, en önemlisi onun artık senin yanında olmasıdır. Tenine değen tenidir, yüzünde hissettiğin sıcak nefesi, yeniden tadını alabildiğin dudaklarıdır. Hani derler ya, ayrılık aşkı güçlendirir, özlemek iyi gelir diye. Asıl kavuştuğunda yakmaz mı hasret yeniden? Yüreğin kavrulurken, sormaz mı takatsiz parmakların onsuz bunca zaman nasıl yaşadın diye? Korkmaz mı, bir daha ayrılık vakti gelirse diye.. İşte bu yüzden güç bela ayrıldı dudakları birbirinden..
Bir sahne vardı ki, izleyicinin en saf, en temiz duygularına hitap etti bu bölüm. Sinema sahnesindeki HiLeon çoğumuzun aylarca umutla beklediği, ama hiçbir zaman izleyemediği birkaç dakikaydı. Kıskanan Hilal, kıskanılmanın ve sevilmenin keyfini çıkaran Leon... Bu ana sayfalarca yazı yazabilecekken, bu seferlik sadece bir cümleye değinmek istiyorum:
"İzmir'de bir gece evimizden çıkmışız, sinemaya gelmişiz gibi..."
Bir sene önce başka bir Smyrna'ye uyanmayı planlayan Teğmenin, şimdi o şehre sadece ve sadece "İzmir" demesinden güzel ne olabilirdi? Aslında işgal etmeye geldiği o şehrin, onun gözlerinde yavaşça vatan sıfatına bürünmesi değil miydi bu? Leon Hilal'in tutkusunun nereden geldiğini anlamaya başladığında, ona sevdalanmaya başladığında, aslında onun vatanına da sevdalandığını anlamamıştı başlarda. "Sınırlar, insanların renkleri, bayrakları kayboluyor..." derken fark etmemişti, Hilal'in vatanını sevmeden ona âşık olamayacağını. Hilal ise kendini o umut dolu hayâle bırakırken, bir kez bile sorgulamadı Leon'u. Ve geçen sezon "Bir kez olsun bırak kendini" sahnesindeki Hilal ve Leon, yine oradalardı. Savaş alanının ortasında, gülmek, eğlenmek ve sevmek için buluşan iki genç kalp. İlk kez tam anlamıyla 'kendini bırakan' iki genç insan... Birkaç saat olsa da, bulundukları imkânsızlıklardan sıyrılmayı başaran iki sevgili sadece. O sahnede kaygı veya korku yoktu; ilk sezonda Leon'un daldığı hayâl alemine ilk kez Hilal de dahil olmuştu sonunda. Ve bu detay, kavuşmalarına ilk adımdı belki de. Artık ikisinin de savaşı aynıydı, amelleri bir, yürekleri birdi. İkisi de aynı amaçlar uğruna savaşacaklardı ve her şeyden önce biliyorlardı ki, aşkları da bu amaca dahildi...
İşte bu yüzdendi, Leon'un izdivaç kelimesini duyduğu anki telaşı, kafa karışıklığı, kaygısı. "Başka gözlere bakabilme ihtimali" bile canını bu denli yakarken, ona dokunmalarına nasıl izin verebilirdi? Öyle bir düşüncenin aklına gelmesiyle zaten kaybetmedi mi dengesini? Bulanmadı mı zihni? Karanlık bir kuyuya çekilir gibi kaybolurken düşünme kabiliyeti; kalbi ele geçirdi bedenini. İnsanlar kalp ve mantık arasındaki dengeyi sağlamaya çalışırken, en büyük hayati kararlarda her zaman kalplerini dinlediklerini bilirler aslında. Çünkü yürek "Atabilir miyim?" diye sormaz. Sorgusuz sualsiz atar, hızlanır, durur. Ve ele geçirir bedeni. Leon'un parmakları buldu Hilal'inkileri, ayakları taşımak istedi onu uzaklara. Sadece Hilal olsun istedi yanı başında. Çünkü akıl veya mantık değil, kalbi gösterdi yolunu...
"Bilmiyorum! Buralardan gidebilirmişiz gibi geldi bir an..."
Bir tümceden nasıl bu denli masumiyet akabilir? Leon'un ilk düşündüğü şey değil; ilk hissettiği şey sevdiği kadının ellerinden tutup kavuşabilecekleri bir yerlere gitmeleriydi. Mantıklı düşünmemişti, aslında hiç düşünmemişti o anda. Kalbi ona yolunu göstermişti. En doğal haliyle çekmişti Hilal'i kendine.. Bir an gerçekten gidebilirlermiş gibi gelmişti çünkü ona. Kendisi bile ne yapmaya çalıştığını idrak edemezken, belki en büyük korkusuyla karşı karşıyaydı şimdi: Hilal'ini kaybetmek.
Bu hikâyenin devamında neler olacağını belki sadece hissedebiliriz arkadaşlar. Lâkin şöyle bir gerçek var ki, Leon şarap kadehini kaldıran bir Yunan askerinden, sevdiği kadın uğruna rakı içmeye başlayan bir vatan haini olabildiyse, Hilal "Senin sevdan su, benim sevdam ateş! Senin sevdan dünyevi, benim sevdam uhrevi!" sözlerinden, "Lâkin benim yüreğimde açmış bir çiçek var... Hala bana ümit olan ve senden bir satır nefes bekleyen.." sözlerine geçebildiyse...
Ve İzmir "Smyrna"..
Smyrna de tekrar "İzmir" olabildiyse...
İşte o zaman, bu çiftin kalbimizin çorak topraklarına ektiği umut, filizlenip kök salmış demektir belki de. Bu sezon aşkları için, barış için savaşacak iki genç kalp var. İnandıkları gerçeklerin peşinden canları pahasına gidecek iki genç... Bu sezon gülen, gülümseten ümit ettiren bir çift var. Almanlar'ın bir sözü vardır, "Günü akşam olmadan övmemek gerekir." diye... Bu seferlik bir istisna yapmak istiyorum ve önce yeni senaristlere teşekkür ediyorum ve sonra yeni HiLeon'dan rica ediyorum:
Umudumuz olur musunuz?
Çünkü biliyorum, gecenin karanlığı çökse bile üzerimize, ıssız bir bahçenin ortasında açan açelya gibi... Gümüş rengiyle aydınlatacak ay karanlıklarımızı.
Aşkla kalın.