Çukur: Suyu bulanıklaştıranların hikâyesi

Çukur: Suyu bulanıklaştıranların hikâyesi
Pencereyi kapama gök dolabilir içeri, sen neyi görebilirsin ıslak bir bulutun ağışını mı?
Pencereyi aç soluğun çıksın dışarı, sen büyütmedin mi ciğerinde onu kokusu hayatı yıkasın diye…*
 
İki gönül bir olduğunda samanlık seyran olur mu bilemem ama iki kalp birleştiğinde ortaya çıkan o ruh, tüm aleme kafa tutar, karşı gelir, ezer ve geçer. Bir insanın yanında desteğini hissettiği, sevdiği, güvendiği kişiler olduktan sonra başka bir şey istemesi bencillik değil de nedir? Hele ki hırs için, para için, güç için… İnsanın her türlü kötü huyu olabilir ama açgözlülük ve hırsın getirecekleri en güçlü düşmandan gelecek beladan bile tehlikeli olabilir.
 
Diziyi her geçen bölüm severek izlememe sebep olan faktörlerin başında bölüm içinde çalan parçaları ve diyaloglarda ciddi bir konu üzerinde durulsa bile güldürücü unsurları araya sıkıştırabilme becerileri geliyor. Bu bölümde iki güzel aşığın karşılıklı edebiyat parçalaması da beni iyice mest etti. Sağ olsunlar sayelerinde Aras Bulut’un ses tonunun muhteşemliğiyle sabaha kadar şiir dinleyebileceğimi fark ettim. Bir şeyi de mükemmel yapma be çocuk! Ayrıca hep en şikayetçi olduğum arkadan bangır bangır çalan diyalog kesen o aksiyon müzikleri bu bölüm hiç rahatsız edici değildi, sesimi duydular sanırım çok teşekkür Çukur ahalisi!
 
Her geçen bölüm Koçovalılar’ın her birinin birbirinden manyak olduğuna ikna oluyorum. Her ne kadar baş manyak Koçovalı’mız Selim gibi gözükse de as manyağımız Yamaç aslında. Bir ayrım yapmamız gerekecekse eğer, iyi manyak-kötü manyak şeklinde ayırt edebiliriz tabii. Yamaç içinde; öfke, nefret, kin, sevincini en yoğun ve şiddetli yaşayan tiplerden. Çocukluğundan beri dizginlemeye çalışması ve bunun farkında olmasından dolayı problemli biri diyemeyiz ama yoldan çıkmaya müsait olduğunun kesin olduğunu söyleyebiliriz. İşte bu bölüm Yamaç’ın dayanak noktasının Sena olacağını net bir şekilde gördük. Birçok sahnede izledik. En az Yamaç kadar deli olan Sena onun benliğinin hatırlatıcısı, vicdanı, yol göstericisi olacak bu hikâyede. Olmanı istedikleri adam olma sen duramazsın bu kalıbın içinde… Benim asıl takıldığım nokta, olur da bir gün Yamaç Sena’yı bir şekilde kaybederse işte o zaman nasıl tutacağız küçük enişteyi?
 
Hırs çok fena bir şey arkadaşlar. İyi yönde kullanıldığı da oluyor elbet. İnsanı başarının en zirvelerine götürdüğünü söyleyenler vardır mesela. Ama kötü yola sokan cinsi yok mu ah o hırsın! Tam dönüp ters istikamete topukları vura vura kaçmalık. Kötü manyak abimiz Selim ise yine haftalık çıldırtma kotasını doldurarak -çok şükür- bölümün alkışını hak etti. Yalan yok müthiş bir hain ayakta alkışlıyorum. Yamaç ise haini keşfedecek kadar zeki tabii ki ama yavrum yazık o da abisinden şüphe etmiyor haliyle. Biri şeytana uymuş diyor fakat bilmiyor ki biri şeytana falan uymamış bizzat öz abisi şeytanın teki zaten. Bu konuşmaları yaparken hayali sahne olan Selim’in Yamaç’a yakalandığını sandığı sahnede aşırı gereksiz olmuştu ayrıca, gerek yoktu öyle boş bir sahneye bence.
 
Su, ne kadar temiz, saf ve tarif edilemez güzellikte bir şeydir değil mi? Çok yönlü olan bir şeydir su. Hayatta tutar, temiz tutar, yerini doldurabilecek başka bir alternatifi yoktur vs. listesi uzar gider suyun. İnsan bir su kadar temiz bir hayat ile başlar yaşamına mesela. Dizide en takılıp kaldığım kısım Sultan Hanım’ın Sena ile yaptığı konuşma oldu. Yamaç’ı, hayatlarını kastederek suyu bulandırmaması için uyardı. Benim takıldığım kısım bu durumun bambaşka bir boyutuydu aslında. Bu hikâyede birbirinin suyunu bulandıran çok fazla kişi var mesela. Başta Sultan Hanım’ın Yamaç’ın suyunu bizzat bulandırması gibi. -Sena’nın aksine- Zamanında İdris babanın zorla Yamaç’ın suyunu bulandırmış olması gibi. -O olay nasıl oldu zaten meraktan çatlayacağım orası ayrı konu- Vartolu’nun, Çukur’un suyunu bulandırması gibi. Selim’in bulandırdığı suları söylemeye midem müsaade etmiyor zaten, siz düşünün o suyu pisliğini yani! Bulanıklaşan bu suların sonu çamurdur yalnız onu da belirtmeden geçmeyelim biz yine de.
 
Bölümde gerçekten beğenmediğim tek kısım Sultan Koçovalı’nın asırlardır ‘biz öyle yapmayız, böyle yapmayız’ diye diye içinde tuttuğu oğlunun yasını dışarı attığı kısımdı. Çok üzülerek söylüyorum ki Sultan Koçovalı karakteri gerçekten olmuyor. Bu Aras Bulut’un anne karakterlerinde genel bir sorun oldu sanırım. Duygusuzluk tavan! Gerçekten çok vasat bir sahneydi bence. O sahnede tamamen kaybettiniz beni karaktere karşı üzgünüm.
 
Bölümün sonuna doğru kafamda yine sorular sorarak kendimce hikâye içi çatışmaları artırmaya çalışırken bazı şeyleri fark ettim. Gazeteci kız hep bir şekilde var, Sena’nın ailesi de havada kalmayacaktır mutlaka. Yamaç’ın yıllar önce evi terk etmesine sebep olan olayı ise deli gibi merak ediyorum zaten. Vartolu’nun da eski bir Çukur karın ağrısı olduğu aşikâr. Şimdi bütün bunları nasıl birbirine bağlarız diye binlerce kombinasyon çıkardım beynimde ama yeri geldiğinde teori şeklinde yazmayı tercih edeceğim sanırım. Fakat gazeteci kız, Sena ve Vartolu’dan muhteşem büyük bir hikâye çıkabilir. Biri birbirinin bir şeyi çıkmalı, çıkmak zorunda kesinlikle.
 
Bunlar bir yanda dururken İdris Reis daha ne kadar yatacak böyle dediğim sıralarda ise İdris Baba gözlerini yeniden açtı hayata. Şimdi neler olacak hiçbir tahminim yok ve bu yüzden büyük merakla beklemedeyim. Burak Sergen’i de Çukur’a çekmiş olduk bu bölüm aynı zamanda hoş gelmişler. Bu arada Çukur resmi hesabından aldığımız bilgiye göre de kıymetlimiss Mustafa Üstündağ’ı ilerleyen bölümlerde de görebileceğimizi öğrendik. Benim hala umudumu kesmediğimi zaten biliyorsunuzdur ilk bölümden beri. ^^
 
Haftaya görüşmek üzere..


*Arkadaş Zekai ÖZGER - Pencere şiiri
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER