İnsan
çocukluğunda maruz ya da mahrum kaldığı neyse, o olur büyüdüğünde. Çocukluğundan
kalan ne varsa, öyle. Gördüğü,
bildiği gibi. İnkar da etsen görmezden de gelsen; aşk da, bütün alışkanlıklar
gibi çocukluktan.
Dilara
kocasıyla Faruk’u kıyaslarken, Faruk’un en azından annesinin yaptıklarının farkında
ve kararlı olduğunu söyledi. “Ona karşı
koyabiliyor.” dedi. Ama bilmediği
ya da atladığı bir şey vardı. Faruk ve Adem, Faruk ve Adem’in anneleri ile
aralarında süregelen ilişki, aynı değil. Gittikleri yönler, geçtikleri yollar;
şimdi bulundukları yer, farklı.
Faruk
Süreyya’yla karşılaştığında hayatını oturtmuş düzenini kurmuştu. Çekip giden
eski sevgiliyi unutmuş annesinden uzak yeni bir yaşam kurmuştu. Aşka vakit
vardı. Vakitten de evvel aşkı yaşamaya imkan vardı. Karşısında aşık olunacak
bir kadın, uğruna yaşanacak bir aşk vardı.
Adem’inki
öyle değil.
“Anlatamıyorum. İçimde inanılmaz
bir öfke var, neden bilmiyorum. Hiçbir fikrim yok. Ve bu zaman zaman ortaya
çıkıyor.”
Adem,
geçmişinde saklı ve yaralı kalmış dertlerinin peşinde girdiği yolda karşılaştı
Dilara’yla. Annesiyle kurduğu iki kişilik hayatına birini almaya ne yer ne
zaman vardı. Ama aşk geldi. Dar vakitlere sığdırmak lazımdı aşkı, çünkü uğrunda
mücadele ettiği, yıllardır sonunu beklediği bir hikayesi vardı. Siyah beyaz bir
intikam hikayesi. Faruk, Esma Boran’la yaşadığı sürtüşmelere alışmış ve onunla
arasına bir mesafe koymuşken Adem için her şey yeniydi. Bugüne dek annesi,
acıları ve planları vardı. Bütün bu insanlar, ilişkiler, hatta tüm bu plan;
yeniydi. Dilara ise beklenmedik.
O yüzden
şimdi intikamıyla aşkı arasında bocalıyor. Planladıklarıyla beklenmediğin. Annesiyle
karısı arasında bocalıyor. Faruk olmuşken, durmuşken; Adem henüz olmakta. Bir
insanın tüm mücadelelere olgunlukla göğüs gerebilmesi için yaşadıklarından; alıp
verip, görüp geçirdiklerinden sonra kararlı hale gelmesi gerekir. Ki kimseye
minnet etmesin. Oysa Adem tam bu baş etme mücadelesinin ortasında karşılaştı
Dilara’yla. Adem’le Faruk kıyaslamak zamansal açıdan Adem’e haksızlık. Faruk
aynı süreçte aynı yolda olsa o da böyle dengesiz ve kararsız olmaz mıydı? Ya da
zamanında acaba o da bunları yaşamadı mı? Tüm bu yaşananlar, Adem’in zayıflığı
mı yoksa henüz tamamlanmamış olmasından mı?
Bu intikam
bitmedikçe Adem tamamlanmayacak. Her şeyin kendisiyle ilgili olduğunu, dünyanın
kendi etrafında döndüğünü sanmaya devam edecek. Çünkü hayattan alacaklı
olduğuna inananlar hesaplarını kapatmadan yakasını bırakmazlar. O zamana kadar
da dönüp dışardan kendilerine bakmazlar. Niye baksın? Bugüne kadar kim ona
dönüp neyin var diye baktı?

“Sen gelince…” “Ben fazla geldim yani.” “Hayır hayır… İkimizin
de ezberi bozuluyor, çok bocalıyorum; bocalıkça batıyorum.”
Ruhu iki
ucun arasında gerilip dururken, yaşadığı tüm bu gerginlik onu
dengesizleştiriyor. Bir gün buraya öbür gün oraya gitmeye karar vermek. Bir
yandan da diğerinden vazgeçememek. İçindeki o kötü adamı çıkarıyor. O şiddete
meyli. Hepsi kararsızlıktan, hepsi intikam hırsından. Düğünde olanlar gibi, tüm
diğer her şey gibi. Ne yardan ne serden geçiyor.
Henüz ne
kendi ne annesinin yaralarını sarabilmişken ve bu yaraların failinin ardında
bıraktıkları peşinde koşarken, uğruna verdiği mücadeleden nasıl vazgeçebilir?
Bir insanın
mizahla intikam arasında bu kadar ince bir çizgi üstünde oynaması;
oynayabilmesi, bunca acının bıraktığı hasar dışında neyle açıklanabilir? Bunca
acıya beraber katlandığı insanı nasıl bir başına bırakıp gidebilir? Adem’in
annesini bırakması zor, imkansız. Faruk’la durumları tamamen farklı.
“Benim içimde bir ateş
var, söndüremiyorum bu ateşi. Hani bana söz vermiştin, hani sen ateşten
korkmazdın!”
Aralarındaki
onca şeye rağmen Boran konağından Adem’in Dilara’nın kanatlarının altında
çıkması, aslında çok tanıdık ama bir o kadar izaha muhtaç bir hal. Kol kırılır
yen içinde kalır. Ne olursa olsun dışarıya karşı birlik bozulmaz. Dilara
kocasını, içlerinde ettikleri tüm kavgalara, yaşanan tüm kırgınlıklara rağmen
savundu. Adem’in de annesine yaptığı bu değil mi? Adem’i düşünürken onu
geçmişinden bugüne birikerek gelen bir toplam gibi ele almak gerekmez mi?
Herkes gibi, hepimiz gibi.
Hem zaten
aşk zaten bir dengesizlik işi, dengeye dönüşendir sevgi. Tıpkı Süreyya ve Faruk
gibi.