İstanbullu Gelin: Oğullar ve rencide ruhlar*

İstanbullu Gelin: Oğullar ve rencide ruhlar*
İnsan çocukluğunda maruz ya da mahrum kaldığı neyse, o olur büyüdüğünde. Çocukluğundan kalan ne varsa, öyle. Gördüğü, bildiği gibi. İnkar da etsen görmezden de gelsen; aşk da, bütün alışkanlıklar gibi çocukluktan. 
 
Dilara kocasıyla Faruk’u kıyaslarken, Faruk’un en azından annesinin yaptıklarının farkında ve kararlı olduğunu söyledi. “Ona karşı koyabiliyor.” dedi. Ama bilmediği ya da atladığı bir şey vardı. Faruk ve Adem, Faruk ve Adem’in anneleri ile aralarında süregelen ilişki, aynı değil. Gittikleri yönler, geçtikleri yollar; şimdi bulundukları yer, farklı.

Faruk Süreyya’yla karşılaştığında hayatını oturtmuş düzenini kurmuştu. Çekip giden eski sevgiliyi unutmuş annesinden uzak yeni bir yaşam kurmuştu. Aşka vakit vardı. Vakitten de evvel aşkı yaşamaya imkan vardı. Karşısında aşık olunacak bir kadın, uğruna yaşanacak bir aşk vardı.

Adem’inki öyle değil.
 
“Anlatamıyorum. İçimde inanılmaz bir öfke var, neden bilmiyorum. Hiçbir fikrim yok. Ve bu zaman zaman ortaya çıkıyor.”
 
Adem, geçmişinde saklı ve yaralı kalmış dertlerinin peşinde girdiği yolda karşılaştı Dilara’yla. Annesiyle kurduğu iki kişilik hayatına birini almaya ne yer ne zaman vardı. Ama aşk geldi. Dar vakitlere sığdırmak lazımdı aşkı, çünkü uğrunda mücadele ettiği, yıllardır sonunu beklediği bir hikayesi vardı. Siyah beyaz bir intikam hikayesi. Faruk, Esma Boran’la yaşadığı sürtüşmelere alışmış ve onunla arasına bir mesafe koymuşken Adem için her şey yeniydi. Bugüne dek annesi, acıları ve planları vardı. Bütün bu insanlar, ilişkiler, hatta tüm bu plan; yeniydi. Dilara ise beklenmedik.
 
O yüzden şimdi intikamıyla aşkı arasında bocalıyor. Planladıklarıyla beklenmediğin. Annesiyle karısı arasında bocalıyor. Faruk olmuşken, durmuşken; Adem henüz olmakta. Bir insanın tüm mücadelelere olgunlukla göğüs gerebilmesi için yaşadıklarından; alıp verip, görüp geçirdiklerinden sonra kararlı hale gelmesi gerekir. Ki kimseye minnet etmesin. Oysa Adem tam bu baş etme mücadelesinin ortasında karşılaştı Dilara’yla. Adem’le Faruk kıyaslamak zamansal açıdan Adem’e haksızlık. Faruk aynı süreçte aynı yolda olsa o da böyle dengesiz ve kararsız olmaz mıydı? Ya da zamanında acaba o da bunları yaşamadı mı? Tüm bu yaşananlar, Adem’in zayıflığı mı yoksa henüz tamamlanmamış olmasından mı?

Bu intikam bitmedikçe Adem tamamlanmayacak. Her şeyin kendisiyle ilgili olduğunu, dünyanın kendi etrafında döndüğünü sanmaya devam edecek. Çünkü hayattan alacaklı olduğuna inananlar hesaplarını kapatmadan yakasını bırakmazlar. O zamana kadar da dönüp dışardan kendilerine bakmazlar. Niye baksın? Bugüne kadar kim ona dönüp neyin var diye baktı?
 
“Sen gelince…” “Ben fazla geldim yani.” “Hayır hayır… İkimizin de ezberi bozuluyor, çok bocalıyorum; bocalıkça batıyorum.”
 
Ruhu iki ucun arasında gerilip dururken, yaşadığı tüm bu gerginlik onu dengesizleştiriyor. Bir gün buraya öbür gün oraya gitmeye karar vermek. Bir yandan da diğerinden vazgeçememek. İçindeki o kötü adamı çıkarıyor. O şiddete meyli. Hepsi kararsızlıktan, hepsi intikam hırsından. Düğünde olanlar gibi, tüm diğer her şey gibi. Ne yardan ne serden geçiyor.

Henüz ne kendi ne annesinin yaralarını sarabilmişken ve bu yaraların failinin ardında bıraktıkları peşinde koşarken, uğruna verdiği mücadeleden nasıl vazgeçebilir?

Bir insanın mizahla intikam arasında bu kadar ince bir çizgi üstünde oynaması; oynayabilmesi, bunca acının bıraktığı hasar dışında neyle açıklanabilir? Bunca acıya beraber katlandığı insanı nasıl bir başına bırakıp gidebilir? Adem’in annesini bırakması zor, imkansız. Faruk’la durumları tamamen farklı.
 
“Benim içimde bir ateş var, söndüremiyorum bu ateşi. Hani bana söz vermiştin, hani sen ateşten korkmazdın!”
 
Aralarındaki onca şeye rağmen Boran konağından Adem’in Dilara’nın kanatlarının altında çıkması, aslında çok tanıdık ama bir o kadar izaha muhtaç bir hal. Kol kırılır yen içinde kalır. Ne olursa olsun dışarıya karşı birlik bozulmaz. Dilara kocasını, içlerinde ettikleri tüm kavgalara, yaşanan tüm kırgınlıklara rağmen savundu. Adem’in de annesine yaptığı bu değil mi? Adem’i düşünürken onu geçmişinden bugüne birikerek gelen bir toplam gibi ele almak gerekmez mi? Herkes gibi, hepimiz gibi.

Hem zaten aşk zaten bir dengesizlik işi, dengeye dönüşendir sevgi. Tıpkı Süreyya ve Faruk gibi.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER