İlk bölümden itibaren kulağımda sürekli aynı melodi “Bir
yaz gecesi otururken bahçede ateşböceklerini seyre daldım…” diye şarkısını
söylüyor Sertap Erener (Bu şahane şarkıyla beni tanıştırdığı için ayrıca teşekkür
borçluyum bu diziye.) Sonra sürekli kafamda kelimler uçuşuyor. Hani olur ya
bazen bir şeyler yazmanızın zamanının geldiğini söyleyen bir sinyaldir.
Barış’ın her bakışı her davranışı o girdaba yeni bir kelime ekledi ve benim
artık O’nun hakkında yazmam kaçınılmaz oldu.
İlk nerede hangi sahnede vuruldum tam emin değilim.
Muhtemelen gülümsediği bir sahneydi. Tamam, ilk yakışıklılığına vurulduk,
çapkın bakışına, göz süzmelerine. Ama sadece bunlarla kalsaydı kulağımda hala
aynı melodiyi duymazdım. O kadar güzel dolduruyorlar ki Barış’ın alt
metinlerini, o kadar iyi dipnotlar ekliyorlar ki karakterine gittikçe
kaptırıyorum kendimi. Her bölüm daha çok hayran oluyorum. (Seçkin Özdemir’in
şahane oyunculuğu da eklenince…)
Bu dizi hakkında yazdığım ilk yazıda önceki dizilere
benzerliklerinden bahsetmiştim ve de eklemiştim “Sonunda sadece özünü
bulabilenlerin kazandığı çetin bir dönem.” diye. Her geçen bölüm değişiyoruz
farkında mısınız? (İlk 2 bölüm Barış’ın elinden düşürmediği süt bardağının
kaybolduğunu fark ettiniz mi?)“Zengin erkek karakterleri” nin tabulaşmış bazı
özellikleri vardır hani, ilerledikçe bu özellikleri Barış’ta görememek o kadar
mutlu ediyor ki beni. Barış’ı gittikçe “özel” yapmak O’nu seyretmeyi daha
keyifli hale getiriyor.
Olaylara bakış açısını seviyorum. Hayatın esprilerini
görmesini, sorunları büyütmemesini, kendisini insanlardan üstün görmemesini.
Baktığında insanlarda görünenden fazlasını görmesini. Bu bölüm Şirin için “Sen
Şirin’in öyle çocuk gibi gözüktüğüne bakma o olmasa burası çöker.” demesi
mesela. Gereksiz egolarının olmaması. Hatasını kabul etmesi, Aslı’nın İlayda’yı
arabadan neden indirdiğini öğrenmesi ve Aslı’dan özür dilemesi arasında kaç
saniye var? 5 bilemedik 10 saniye sonra Aslı’nın yanına gitti ve özrünü diledi
hiç büyütmeden, gereksiz sorun çıkartmadan. Olaylardan kaçmamasını, gereksiz
sürüncemede bırakmamasını seviyorum. Aslı’yı kaçamak hareketlerle garaja
girerken görünce boş vermedi dışarı çıktı ve sordu. Beklemedi, ihtimaller
üzerine düşünmedi.
Barış ilk bölüm tanıtırken kendini “Hayat insana fethedilmiş bir ülke gibi görünmeye başlar. Topraklar
almış, halkına zenginliği getirmişsindir ama bedel olarak da yaşam büyüsünü
yitirmiştir sanki.” demişti. Barış’ın sırrı buydu işte “gizemli” hiçbir şey
kalmamıştı. Karşımızda hayatın sorunları ile nasıl baş edeceğini bilen bu
yüzden de sorunları çok takmayan ve onlara gülümseyen bir adam vardı.
Karşımızda, hayattaki tüm insan tipleriyle tanıştığını düşünen ve onların
açacağı sorunları halledebileceğine inan bu yüzden eski sevgilisiyle ortak
olmaktan çekinmeyen ve mafya tipli bir kocası olan müvekkilini bırakmayan bir
adam vardı.
Teyzelerine hayran Barış, onlara bakarken gözlerinin içi
gülüyor. Hakan ne kadar şapşal olsa da hep yanında. Teo’nun hikâyesinin bir
kısmını, Barış’ın O’nu kurtardığını biliyoruz. Avukatlığını izledik, işine olan
tutkusuna, tereddütsüz adımlarına şahit olduk.
Barış için artık hayatın gizemli yanları yok. Kapalı bir
odası, kilitli bir sandığı, boş bir çerçevesi… 5. bölümde ortaya çıkan
annesinin fotoğrafı da olmasaydı şeffaf bir karakter olduğunu iddia
edebilirdim.
Ama “Aslı” ahhh ilk bakışta yıktı Barış’ın bütün hayat
felsefesini. Çimenlerin üzerinde çıplak ayak yaptığı o dans Barış’ı, hayatının
yeni bir sayfasına taşıdı ufak bir gülümsemeyle. Geride bıraktıklarına dönüp
bakmasını sağladı. Umursamadan yaşadığı hayatının altını üstüne getirdi.
Annesini erken kaybetmiş, babasından da henüz bilmediğimiz bir sebepten mahrum
kalmış bir çocuk hayata bazı duygulardan azade başlıyor. Barış’ın mahrum
kaldığı duygu “güven”. Her şeyi bildiğini iddia eden bir adamı “hayatın
akışına” güvenmeye ikna edebilir misiniz? Aslı’nın görevi bu işte. Barış’ı
kadere güvenmeye ikna etmek.
İlk çatırdama babasından bahsetmesiydi. Hakkında konuşmak
istememesi, gözlerini kaçırması. O sahnede annesinden bahsederken fark
etmemiştim. Ama bu bölüm Aslı yere düşen resmi verirken Barış’ın yüzünde
beliren duydu “kırgın” bir ifade miydi yoksa “özlem” mi? İşte bir diğer
çatırdama, annesi ile ilgili bir sırrın olduğunun ilk sinyali. “Barış Bey başınız beladaymış mafya hala
peşinizdeymiş. O manyaklar ya bir şey yaparsa ya size zarar verirlerse?”
diye karşısında O’nun için endişelenen Aslı bir diğer çatırdamaya neden oldu
hayatla arasına ördüğü duvarda.
Ama o duvarı temelinden titreten şey son sahneydi, ailesi
için hayallerinden, karakterinden vazgeçen Aslı’nın annesini karşısına alıp O’nun
yanında olmayı seçtiğini görmesi;
“Annem işime haksızlık
ediyor. Bilmeden size de haksızlık ediyor. Barış bey, siz Çiçek’in davasını
aldınız, O’na hastane buldunuz, yıllarca çalışıp toplayamayacağım parayı
maaşımdan kesiyorsunuz. Siz Çiçek için bunları yapıyorsunuz. Hem de hiçbir
karşılık beklemeden. Tüm iyi niyetinizle yapıyorsunuz. Benim bütün hatamı,
şapşallıklarımı görmezden geldiniz. Bana hep destek oldunuz. Ben istifa
etmişken bile gelip beni nezaretten kurtardınız. İlayda Hanım meselesinde
hatalı olduğunuzu düşünüp gelip şoförünüzden özür dilediniz. Siz çok iyi bir
insansınız Barış Bey. Siz benim için, Çiçek’im için bütün bunları yaparken hem
de hiçbir karşılık beklemeden, tüm desteğinizle. Alçakgönüllüsünüz biliyorum.
Ama bunların hepsi gerçek. Siz bizim için bunları yaparken ben hiç sizi bırakır
mıyım? Siz ne derseniz deyin, siz beni kovmadıkça ben artık sizi bırakmam Barış
Bey. “
Barış’ın gözlerinde beliren yaşları gördünüz mü? Yaşamın
büyüsünü yitirdiğini düşünen bir adamın o büyüyü fark ettiği anı sizde fark
ettiniz mi?
Şimdi kulağımda yeni bir melodi daha var; “ İçinde aşk var yüzünde kin, Yüreğine sor
bu da kim, Her sabah baktığın aynadaki, Bana deliriyor hala"
O şahane fragmandan sonra melodinin sürekli kulağıma
gelmemesi olmazdı zaten. Barış’ın Aslı’yla dansı, O’na sarılması, sarılırken
kapanan gözleri ve “Şu an söyleyemiyorum
Aslı, söyleyemiyorum ama senden bana güvenmeni ve gitmeni istiyorum yapabilir
misin bunu?” deyişi. Merakla beklenen bir bölüm daha.
Hep böyle kalın.
Ayşe Büşra