İki yaralı sevda kuşu dedim çünkü ikisi de aynı yerlerden yaralı: Aile, yalnızlık, sevgisizlik.
Ali Kemal, daha çok küçük yaşlarda yanında yaşadığı ailenin gerçek olmadığını öğrendi. Kimliksizleşti, yalnızlaştı. Bu gerçeği öğrendikden sonra hep kendisiyle çakıştı. Hep kim olduğunu bilmek istedi. Küçük yaşına rağmen omzuna büyük bir yük binmişti. Olanlar yetmezmiş gibi bir de Cevdet’in ölüm haberi geldi. Bir de üstüne büyüdüğü topraklardan sürgün edilip bambaşka bir yere yerleştiler. Hem kimliksizliği hem ailesine kol kanat germe düşüncesi hem de bu yeni yere, yeni insanlara alışma süreci onu etkiledi. O yaşlarda küçük bir oğlan için çok ağır bir travma. Hep hayatını sorguladı: “Kimim ben?” diye. Hep ailesinden kendini soyutladı. Tüm bunların üstüne kara sevda da gelince iyice çıkmaza girdi. “Hiç sevmemem gereken birini sevdim.” diyerek dile getirdi sevdasını. Açık açık seviyorum diyemedi, korktu.
Yıldız, o da daha küçük yaşında babasını kaybetti. Osmanlı’ya, Payitaht’a olan kini babasını elinden aldıkları içindi belki de. Doğup büyüdüğü topraklardan sürgün edilip, hiç bilmediği bir yerde yaşamaya devam etti. Ailesi yanındaydı, ama o hep yalnızdı. Hep terslendi. Hataları oldu olmasına ama ona doğru yolu göstermek yerine cezalandırdılar; bu da onu hep daha hırçın yaptı. Sevilmediği için sevmeyi de bilmiyor. Son bölüme kadar bu gözler önüne verilmemişti ama son bölüm Yıldız’ın dünyasını anlamamız için iyi bir ilk adım oldu.
İlk bölümlerinden itibaren izleyiciyi büyük bir merakla ekran başına toplayan, yılın en güzel yapımlarından olan Vatanım Sensin dizisinin 4 Mayıs Perşembe günü yayınlanan 26. bölümünde ciğerimi söken sahne Yıldız, Ali Kemal ve Hilal’in kavga sahnesiydi. Burada bize o duyguyu tam olarak geçirdikleri için Pınar Deniz, Kubilay Aka ve Miray Daner’i yüreğinden öpüyorum, emeğinize sağlık.
Yıldız sahneye “Ne oldu uğurladınız mı kaçağı?” diye giriyor. Hilal’in direkt Yıldız’ı suçlaması içimi acıttı, Yıldız’ın da kaşları bu iftiradan dolayı çatıldı zaten “Sen ihbar ettin, onu sen ele verdin. Şimdi mutlu musun abla? Huzurlu musun?” Ali Kemal de hemen arkasından “Doğru mu Yıldız? Sen mi ihbar ettin?” diye sordu. Yıldız'ın “Yakalandı demek. İyi olmuş.” demesi üzerine Yıldız suçlu bulundu ve Hilal ablasına “Nasıl yaparsın!” diyerek tokat attı.
Yıldız’ın haksız olduğu, bencilce hareket ettiği bir sürü olay vardı. Ama Hilal’le olan bu kavgasında Hilal kendince ne kadar haklı ise Yıldız da o kadar haklı. “Ne oldu çok mu üzülüyorsun ha? Canın mı yanıyor? Şimdi anladın mı can yanması nasıl bir şeymiş?” demesi “Benim sevdiğim adamı çaldın.” demek değil. Cümleleri çok önemliydi orada. Zaten Yıldız hiçbir zaman Leon’u sevmedi sadece bir hırstı, Ali Kemal’e olan hırsı ve kızgınlığı ona hatalar yaptırdı. “Teğmen'e düşman tiyatrosu çevirip asıl hainliği yaparken sen ne kadar ahlaklıydın?” ve “Ben Leon ile yakınlaştım diye annem beni zorla Mustafa Sami ile evlendirmeye kalktı ve sen dedin ki 'Onu Leon ile kırıştırmadan önce düşünecektin.'.” demesi...
Üstelik Hilal, "Mustafa Sami iyi biri abla." diyerek ablasının zorla evlendirilişine göz yumdu. Yıldız, Hilal ve Leon arasında geçenleri bilmiyordu. Onun gözünden bakınca gerçekten de Hilal’e “Bana ahlak bekçiliği yaparken sen ne kadar ahlaklıydın?” demesini haksız bulmuyorum. Hem Ali Kemal’in hem de Hilal’in yapmadığı bir şey için kendisini suçlu bulması Yıldız’ı bir hayli üzdü, bu yüzden gururundan “Ben yapmadım!” demek yerine “Ne fark eder?” dedi.
Kavganın sonunda Hilal’in “Sen, artık bir ablan yok demiştin ya bana, hakkın varmış senin de artık bir kardeşin yok.” demesi ciğerimi dağladı. İki kız kardeş: Hilal ve Yıldız, et ve tırnak gibi olması gerekirken böyle birbirlerini yemelerine çok üzüldüm, daha çok abla kardeş olup birbirlerine destek olacakları bölümleri de görürüz umarım. Hilal Yıldız’sız, Yıldız da Hilal’siz olmaz. Bir yandan böyle tartışmalarına üzülsem de birbirlerini anlayabilmeleri için iyi bir adım olabilir diye düşünüyorum...
Daha sonra Hilal gidiyor, Yıldız’ın hüznü kırgınlığı yüzünün her bir zerresinden okuna dursun Yıldız ve Ali Kemal tartışmaya devam ediyor. Ali Kemal’in “Bundan sonra başımıza bir iş gelirse mesulü sensin Yıldız. Senin hırsına da nefsine de lanet olsun! Hiç değişmeyeceksin sen.” demesinin üzerine; Yıldız yine yapayalnız, yine anlayanı yok. Sitemini “Bana ayrı, Hilal’e ayrı muamele ha?” diyerek belirtiyor. Yıldız son derece yalnız bir karakter, ailesi onu yanlışlarını sürekli bağırıp çağırarak yüzüne vurarak söylüyor ki zaten hırslı olan Yıldız bunu yediremediği için iyice hırçınlaşıyor. Oysa sevgiyle doğru yolu gösterseler zamanla o da yola gidecektir. Sevginin tamir edemeyeceği şey yok.
Ali Kemal, Yıldız’ın sözlerine cevap vermeyip gidince bizim hırçın kızımız “Senin dersine falan ihtiyacım yok.” dese de, yanında olup ona destek olacak birilerinin olmasına ihtiyacı var. Ali Kemal kapıyı çekip gidiyor ve Yıldız kızımızın yüreği sevdiği yerden kırılıyor. Ali Kemal’in de onu suçlaması onu en çok kıran şey, yanında olmasını istediği kişi o çünkü. Yüzünde hayal kırıklığı, kalp kırıklığı ve yalnızlıkla kalıyor bir başına. Yıldız'a çok üzüldüm, bazen Ali Kemal'e kızdım ama ikisine de kocaman sarılmak istedim. Ali Kemal de Yıldız yaptı zannetti ve herkesin hayatını tehlikeye attı zannedip sinirlendi. Bencilce davrandığını düşündü. Ona da hak veriyorum.
Ertesi sabah Azize’nin kızların odasına gelmesiyle Yıldız'la arasında geçen diyaloga çok üzüldüm. Azize'nin sürekli Yıldız'ı yargılaması, inanmaması çok kırıcı. “Yıldız yeter edebini takın, iftira ediyorsun kardeşine.” diyerek Yıldız’ı suçlayıp, Hilal’i sütten çıkmış ak kaşık olarak görmesi ayrımcılıktır. Yıldız'ın neden böyle hırçın davrandığını görmüş olduk. Yıldız tüm bölüm boyunca haklıyken haksız görüldü. Küçüklüğünden beri ailesi Hilal'i hep haklı bulup onu savundu, Yıldız da bir miktar sevgi görebilmek için böyle bencil ve hırçın davrandı "ben buradayım demek" için diye düşünüyorum. Hilal’in idamına engel olabilmek için sevmediği bir adama yanaşmak zorunda kaldı. Hilal’e “Senin boynuna geçirilen ipten farkı yok bunun.” demesi de bir çaba vermedi ve bütün aile Yıldız’ın istemediği birisiyle zorla evlendirilmesine göz yumdu, buna engel olmayan herkes suçludur.
Azize, kızına en destek olması gerektiği yerde, birinin ölümüne şahit olduğu zaman onu döverek cezalandırmıştı. İstemeden ölmesine sebep oldu Mustafa Sami’nin, yine de Yıldız’ın yaptığını tasvip etmiyorum ama Yıldız bir hata yapıyorsa ailesi 10 hata yapıyor. Kendileri savuruyor Yıldız’ı oradan oraya. Ona sevgi göstermeleri, anlamaya çalışmaları gerek en azından destek olmaları gerek.
Daha sonra Yıldız, Eleni’nin yanına gitti. Orada Eleni ile arasında geçen konuşmada mevzu Leon değil, ailesinin ona davranış şekliydi. Bıkmıştı artık ona yapılan bu muameleden. Yıldız fikirleri yüzünden hep yargılandı. Kendisi de “Ben çok yoruldum maruz kaldıklarımdan, bıktım artık!” diye belirtiyor zaten ona yaptıkları muameleden bıktığını. Tekrardan güçlü olması, ayaklarının üstünde duracağını söylemesi çok güzeldi, kimseye ihtiyacı olmadığını belirtti. Ama maalesef daha başına geleceklerden habersizsin Yıldız’ım.
Bir grup gaza gelmiş koyun sürüsü ortalığı karıştırmaya kalkıyor. Yıldız ortalığı birbirine katan, bu insanları görünce hemen atladı ortaya doğal olarak “Ne yapıyorsunuz siz?!” diye, orda insanların emeklerine, dükkanlarına zarar veriliyordu. Yıldız’ın “Müslümanım ya. Ya siz? Siz Müslüman mısınız? Böyle zorbalık, böyle cehalet olur mu?” demesi çok içime dokundu. Harika bir replikti. Pınar Deniz’in oradaki oyunculuğu da efsaneydi, harika yansıttı o haklı isyanını bize. Kurgu da olsa bir kıza yapılan bu linçi hiç kimse tasvip etmemeli. Bu iğrenç bir zihniyettir. Stavro’nun linçten kurtardığı Yıldız’ı eve getirdiğini gören Ali
Kemal’in yüzünün aldığı asabi hali ve donakalmışlığını tek fark eden ben
değilimdir herhalde...
Ali Kemal ve Hilal’in sahnelerini çok seviyorum. Hilal pek abisini anlamasa da, Ali Kemal ona hep destek oluyor. Aslında ikisi de zorlu bir sevdaya tutunmuş kaderdaşlar aynı zamanda. Ali Kemal’in “İnsan gönlünü en olmadık kişiye kaptırabilir pek ala. Bunun ne demek olduğunu iyi bilirim.” demesi, olgunlukla karşılaması da Hilal’i en iyi onun anladığını gösteriyor. Her şeyin anlatılamacağını söylüyor, çünkü ağır bir yük onun sevdası, anlatsan dile gelmez ama yazsan sayfalarca yazabilirsin. Yine Hilal’e destek olan bir tavırla “Vicdanın el veriyorsa ben seni desteklerim.” diyor, biliyor kara sevdanın insanı nasıl yaktığını. Sevda bu acıtır, yakar ama vazgeçemezsin.
Ali Kemal’in “Bana bak Yıldız. Yüzüme bak.” diyip eliyle Yıldız’ın çenesini tutup yüzünü döndürdüğü o 2 saniye çok naifti. Ali Kemal’in sert bir yapısı vardı doğru, ama sevdiği kadına dokunmaya cesareti yoktu. Yıldız’ın kafasını çevirdikten sonraki gözlerinin dolu hali Ali Kemal’e olan kırgınlığıdır, hayal kırıklığıdır. Öyle ki Ali Kemal’in “Kim yaptı bunu sana?” sorusuna yine hırçın bir edayla “Sana ne? Kim yaptıysa yaptı. Çok da umurunuzdaydı değil mi? Ne yapacaksın öğrenince? Onu da mı kaçırtacaksın? Ben istemiyorum artık sizi Ali Kemal.” demesi ondandır. Ali Kemal’in “Dolanıp durma o Yunan’ın etrafında!” sitemine cevabı artık ondan bir adım beklediğidir: “Senin yanında mı durayım Ali Kemal? Ne sıfatla?”. Yıldız’ın itirafı üzerine bir adım atmayan Ali Kemal’e bunu belli etti. Ali Kemal’in “Benim bütün hatalarımın sebebi sendin demiştin.” demesi yıllarca umutsuz zannettiği aşkının karşılığıdır. Yıldız yine haklı bir sitemle ama sesi titreyerek “İşittin demek. Ben duymadın zannetmiştim. Duydun da duymazdan mı geldin?” demesi içinin acıdığının göstergesidir. Çok geç değil, ama gururundan ödün vermiyor Yıldız. Ali Kemal de haklı kendince, yıllarca içinde tuttuğu sevda artık içine sığmıyor ama yine de kıramıyor kabını. Yıldız’ın her seferinde Ali Kemal’e korkak demesi hislerini açıkça söyleyememesindendir.
Ali Kemal'in korkaklığı imkansız aşk olmasından dolayı geliyor ama yine de engel olamıyor kendine sevda bu. İkisi de aynı yaralara sahip: Yalnızlar ve sevgisiz büyüdüler. İkisi de sevgiye aç. Ali Kemal ve Yıldız’ın yakınlaşması belki de bu sebeple birbirlerinin dertlerinden anlamalarından oldu. Belki de birbirlerinin yaralarını sardılar, eksiklerini tamamladılar. Yıldız sevmeyi bilmiyor, ama ona Ali Kemal öğretecek. Yıldız’ın içindeki iyiyi sevgisiyle Ali Kemal ortaya çıkartacak. Sevgi her daim iyileştirir. Yıldız’ın içinde fırtınalar kopsa da yüzünde rüzgar esmezdi hissettirmez, onu bir tek Ali Kemal anlar. Ne zaman bir ihtiyacı olsa yanında olan Ali Kemal’di. Onun sığındığı tek liman Ali Kemal’di. Ali Kemal de acılarını pek belli etmez içinde yaşardı, yine de onun dilinden de en iyi Yıldız anlardı. Kuşkusuz ki bazen gözleriyle bile anlaşırlardı, konuşmaya gerek duymadan. Yıldız ve Ali Kemal’in hislerini göstermekten çekinmedikleri yine birbirleriydi. Bazen de bağırır çağırır birbirlerini kırarlardı, o kırgınlıkları yine birbirleri geçirirdi. Kol kanat gererlerdi birbirlerine, zarar gelsin istemezlerdi.