Vatanım Sensin: Yaralı bir kız çocuğu; Hilal

Vatanım Sensin: Yaralı bir kız çocuğu; Hilal
Hilal, babasından yaralı bir kız çocuğu. Vatan uğruna ölmüş babasına olan sevgisini ve özlemini onu ellerinden almış vatan toprağında yeşertmiş. Hiç anlamaya çalışılmamış bir kız çocuğu. Acısını kitap sayfalarındaki kelimelere gömmüş, ablasının gaddarlıkları, baskıları arasında büyümüş bir çocuk. Güzellik kavramı onun için büyük bir soru işareti. Güzellik nerede sahi? Ablasının övülen yüzünde mi, yoksa ruhunda mı insanın? Sevilmek istenmiş ama sevilmemiş bir çocuk Hilal. Annesi babasının yasını tutarken çocuklarından uzaklaşmış, abisi serseri olmuş, ablası ise hayatına dişiliği ile devam etmiş. Ne bir öncüsü var yol gösterecek ne de yanında yürüyeni. Ne varsa elinde tuttuğu kalemin mürekkebinde, o kalemden çıkacak kelimeler hem zehri hem şifası.
 
İzmir'de, yeniden doğduğu şehirde, bir yol gösteren çıkıyor karşısına "Hasan Basri". Olmayan babası, abisi, annesi kimi yoksa onun yerine koyuyor. Onunla güçleniyor, güveniyor kendine. Derken günün birinde Yunan geliyor İzmir'e. Babasını elinden alan Yunan bu sefer Hasan Basri'yi alıyor elinden. Yapan belli "Yunan komutanın oğlu Teğmen Leonidas" bu ismin sonradan canını ne kadar yakacağını bilmeden tanışıyor. Yunan; hayatında neyi var neyi yoksa alan millet. Önce babasını, Hasan ağabeyini, vatanını, en sonunda da yüreğini.
 
Hilal o dönem kadınlarına göre daha güçlü daha atılgan ve daha asi. Kordon'da kıvırtmak yerine kalemini alıyor eline, aynaya bakmaktansa matbaada yazı basıyor. Gerektiğinde Yunan denen barbara, gerektiğinde Türk Mehmetçiğine söylüyor lafını çekinmeden.
 
Kadınlığının farkında değil Hilal. İçinde saklı duran güzelliğinin dışa vurduğunun, gözlerindeki parıltının insana verdiği huzurun farkında değil. Aşk denen kavram zaten ona oldukça uzak. Bir tek okuduğu kitaplardan biliyor bu kavramı. Mehmet Rauf'un Eylül'ü ile çiziyor aşk kavramını gözüne bundan ötesi ona yabancı.
 
Bir sır gibi saklarım seni
Bir yemin, bir gizli düş gibi
Ben bu yükü taşırım sen git
Git acılanma
 
Leonidas'la tanışıyor. Hasan ağabeyini elinden alan yunan teğmeni. Andreas'ı kurtaran, onu tutuklayan... Kendi benliğini arayan bir adam çıkıyor karşısına. Hem düşman hem dost. Onu tutuklayan, parmaklıkların arkasında kitap getiren... Urganının ucundan kurtaran, dökemediği göz yaşlarını omuzlarına akıttığı adam. Hem düşman hem sevda. Olur da severse, olur da kabullenirse yüreğindeki sevdayı ilk önce vatanın ihaneti yüklenecek bedenine, sonra kabuslarına girecek Hasan ağabeyinin hayaleti. Ama olur da kabul etmezse bu sevdayı işte o zaman nefessiz kalacak kadın. O zaman biçare kalacak ruhu.
 
Her şey böyleyken bu kadar zorken kabullenmek, birden ablası giriyor işin içine. Güzel ablası, tokasını takmaması uğruna tokasının yanmasına göz yumduğu ablası. Baloda, ilk defa bıraktığında kendini sevdaya, ablasının sözleri bırakmaması gerektiğini hatırlatıyor ona. İlk defa sevda için göz yaşı döküyor o gece. Hem de ondan önce "Bundan sonra hiç olmaz." demişken adam. Düşman olduklarını hatırlatıyor kendine her an her saniye. Kendini bu sevdaya bırakıp incinmemek adına aldığı bir savunma kalkanı gibi. Sevdası her geçen gün nefessiz bırakırken ruhunu, Leon'un dudaklarında tadıyor aşkı.
 
Hasret oldu ayrılık oldu
Hüzünlere bölündü saatler
Gördüm akan iki damla yaş
Ayrılık da sevgiyle beraber*
 
Her seferinden kaçmak adına yalan söylüyor, hançer saplıyor kendinden çok sevdiği adamın kalbine. O hançerlerin açtığı yaralar Hilal'in bedeninde üç katı derinleşiyor. 1920'lerde bir kadın, bir Türk, bir Yunan'a sevdalı. Cezası ölüm. Ablası evliliğin eşiğinde, o ölümün. Sevda kurşunlanmış. Bir anka kuşu oluyor sevda önce yanıyor sonra yeniden doğuyor küllerinden. Daha genç, daha tutkulu. Sevda büyüdükçe büyüyor yüreğinde. Elinde kalemi asla veremeyeceği mektuplardan birini daha kaleme alırken dökülüyor bu satırlar kağıda "Artık takatsiz parmaklarım. Onlar sana dokunmanın telaşında. Bense onları bu satırları yazmaya zorluyorum. Her zerrem sana düşüyor Leon. Korkuyorum. Geriye bir ben kalacak mı bilmiyorum." Her geçen gün onsuz geçirdiği dakikalar acı çekiyor lakin biliyor ki onun yanında olursa da kabullenemez yaptığını.

Kordelya'daki buluşmaya ablası yüzünden gitmezken, tepedeki buluşmaya gitmesi de bu yüzden. Kendi engelleri hatırlatılmadıkça kaçamıyor sevdadan. İlk Hilal'in onun bedeninde saklanmak istercesine sarılışı, omzunda ağlayışı, kokusunu çekişi de bu yüzden. Sonrasında ettiği her laf yalan söylediğini sevdiğinin canını yaktığını bildiği laflar olduğundan kat be kat derinleşiyor yarası. Zaten yıkılmışken kalkanları, zincirlerinden kurtulmanın bir yolunu bulmuşken bedeni Leon'un silahları söylemeyişi üstüne geliyor. İnanmak isteyen birine söylenen her yalana inanır kişi. Hilal yalanı kendine söylüyor. Leon'un haklı davalarına inandığını düşünmek istiyor, vicdanın sesini dinlediğine oysa ablası hatırlatıyor ona ne yüzünden daha doğrusu kimin yüzünden sustuğunu oysa o buna inanmayı istemiyor.  Zira biliyor ki sebep buysa engeller daha aşılmamış demektir. O da böyle tutunuyor sevdaya, Stavro'nun elinden o pusulayı bu kadar hınçla koruyuşu bu yüzden. Sevdası, sevdaları çok yara aldı daha da alsın istemiyor. O yüzden bundan sonra Leon kadar kabullenmiş bir Hilal göreceğimizi düşünüyorum. Halit İkbal adı altında davet ediyor Leon'u tepeye.
 
O sade bir esirdi, onun ruhunun esiriydi.
 
Umutlarıyla geldiği tepede silahın namlusunu görüyor Leon'un bedenine dayalı ondan sonrası karanlık. Çığlık atıyor elinden kayıp gitmekte olanı kurtarmak adına çığlık atıyor. Dizlerinin üstüne düşüyor onunla beraber. Onu rahatlatmak vazgeçirmek adına yaptığının doğru olduğunu anlatmaya çalışıyor. Öyle değil mi zaten. Kocasını Çanakkale'de kaybetmiş Ayşe'yi tek çocuğuyla göçe zorlayan Yunan'ı engellemek, babasız büyüyen Esra'ya tecavüz edecek ruhunu karartacak askerleri engellemek doğru değil mi ? Oysa Leon hatırlatıyor ona sadece onu koruyabilmek adına yaptığını. İşte o zaman alıyor tetiği eline madem suçlusu kendisi, o da ölmeli. Beraber ölmek istiyor biliyor ki onun olmayacağı bir dünyada yaşayamaz biliyor ki nefes alamaz. Sevdiğini bile söyleyemeden ölmesine izin veremez işte tam da bu yüzden sıkıca sarılıyor bedenine. Aynı sevdasına sarılışı gibi bir daha hiç bırakmamak için daha sıkı daha içten.


*Sen Ağlama: Aysel Gürel
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER