Yıldız ve Ali Kemal: Hem yakın, hem uzak

Yıldız ve Ali Kemal: Hem yakın, hem uzak
Aynı ağacın, ayrı dallarında yetişen aynı meyve... İçleri bir, dışları bir. Ama uzanamıyorlar birbirlerine, bir o kadar yakın iken, bir o kadar uzaklar çünkü..
 
Aldıkları hava aynı... Gördükleri güneş, bastıkları toprak, içlerinde yetişen umutlar, kavruldukları acılar... Bir türlü ulaşamıyorlar ama birbirlerine... Çünkü bir o kadar yakın iken, bir o kadar uzaklar...

Acılarını haykırırlar, kara sevdalarını ağacın köklerinden çıkarırlar ve bakışlarıyla anlatırlar... Sözde sağır sultan bile duyar aşklarını lakin birbirlerini bir türlü görmezler... Her defasında yeniden içlerine gömerler o saf ve temiz aşklarını...
 
Birbirlerinden kaçmanın çözüm olduğunu düşünürler. Cesaretleri yoktur böyle bir aşka yelken açmaya. Ali Kemal zaten sevdasından kaçtığı kadar kendinden, ailesinden de kaçan birisidir. Sevdası gibi, birçok şey kursağında kalmıştır. Ne ailesinden yana şansı vardır, ne de sevdasından. Yaşamaya amaç arar gibi didinir durur.
 
Ailesi ne derdi olduğunu şimdiye kadar toplasak iki bilemediniz üç kere sormuştur ona. Ama herkes Ali Kemal'in kapalı kutu olduğunu ve o ailede yerinin olmadığını düşündüğünü bilir.
 
Yıldız ise çok ayrı bir konudur. Cesaretlidir, içindekini dışına aktarır. Onun o savaş içerisinde huzuru ve mutluluğu istemesi "Bencillik." konu başlığında değerlendirilir. Mustafa Sami'yi bilerek öldürtmediği halde, Azize onu bir kez bile dinlemez. Herkesten azar yer, oysaki amacı sadece mutluluk olmasına rağmen.
 
Savaş istemiyor çünkü iki toplumun da bir arada yaşayabileceğini düşünüyor. Bir yandan hümanist yaklaşıyor. Ama bu yine "Bencillik." olarak yansıtılıyor, böyle bir algı yaratılıyor. Savaş yerine barış istemesinin neresinin yanlış olduğunu düşünüyor. Gayet normal bir şey bu bir genç kız için. O da ailesi tarafından şanssız olan Ali Kemal gibi.
 
Ne kimse ne derdi olduğunu sorar, ne halini vaktini. Yalnızdır, kimse onu anlamaz. Sadece mevkii ve konak sevdalısı olduğunu düşünürler. Aslında öyle değildir. Onun istediği hoş sohbet, mutluluk, aşk, huzur... Ama kimse anlamaz onu da Ali Kemal gibi.
 
İşte hal böyle olunca ne kadar kırgın ve kızgın olsalar da birbirlerine, bilirler ki birbirlerinden başka tutunacak kimseleri yoktur. Sadece birbirlerine böylesine kızarlar ve kırılırlar. Derinden etkiler bu durum onları. Aşkları bin yıllık sedir ağacının kökleri gibidir. Ne kimse görebilir, ne de kendileri kolay kolay açığa çıkarabilirler.
 
Sonsuzlukta kavrulan sevdaları bir onları yakar, bir onlar da devinir. Yürek yakan bu sevdayı taşımak elbet kolay değildir, bedenlerinin her zerresi acı içinde kıvranır. Ama anlatamazlar. Çünkü ne Yıldız aşk konusunda bu kadar cesaretlidir, ne de Ali Kemal. Titrerler birbirlerinin üzerine," Gitme." derler ama gözleriyle... Dillendirecek güç bulamazlar kendilerinde..
 
Son bölümde öyle güzel anlattılar ki kırgınlıklarını, kızgınlıklarını,korkularını... Öyle hissetirdiler ki... Ali Kemal'in "Seni bırakmayacağım!" sözünden sonraki davranışı gayet güzeldi. Hele "Ulan o bomba patladığında, benim canımdan can gitti be!" demesi, benim de canımdan bir miktar alıp götürdü. Gözleri yetmezmiş gibi, sözleriyle de neredeyse ilan-ı aşk yapan Ali Kemal, alacağı cevapla adeta yıkıldı. "Çok geç... Çok geç Ali Kemal..."
 
Daha onu çocukken seven yüreği bu acıya dayanamadı ve basıp gitti. Ama Yıldız ondan bin beter haldeydi. Yıldız'ın "Çok geç... Çok geç Ali Kemal..." derkenki bakışı, yüz ifadesi adeta acı çektiğinin kanıtıydı. Yıldız bunca zaman sustuğu her şeyi ortaya dökmüştü Ali Kemal'e. Tek bir istediği vardı o anda "Ali Kemal artık bir şeyler yapsın, çeksin kurtarsın beni bu çukurdan."
 
Ali Kemal gözleriyle yapmıştı yapacağını ama Yıldız ondan cesaret istiyordu, Ali Kemal'e karşı olan sevdasına destek istiyordu. İnanmak istiyordu en çok da. İnanmak. Ali Kemal'in sevdiğinden emin olmak istiyordu...
 
Ruhları kıskaç altında olan bu iki gencin yaşadıkları ağır hissiyatlar ve derin sevda budur.
 
Bir de hatırlamışken... Bu yanlış bir aşk değil. Daha küçük yaşta kardeş olmadıklarını öğrendiler. Ayrıca aynı anne ve babadan değiller. Bu durumu yanlış içerikli bir kalıba sokmaya gerek yok. Kardeş gibi büyümedikleri belli. Öyle olsa Hilal de üvey kardeşi değil mi? İşte durum tamamen bu.
 
Kısacası durum şu ki, böylesine şiirsel bir aşk sanki bir bilimsel gerçekmiş gibi duygusuz ve yüzeysel anlatıyorlar. Yıldız ile Ali Kemal'i öyle altı boş kaleme alıyorlar ki, doğal olarak insanlar tepki veriyor. Hikâyeleri derinden sarsacak kadar etkiliyken, çok yüzeysel alınıyor kaleme daha deminde dediğim gibi... Güzel bir hikâyeyi hak ediyorlar...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER