2016'nın son aylarında Hollywood'da düzenlenen AFI Fest'te prömiyeri yapılan ve akabinde sinemalarda seyircilerle buluşan Elle, aile filmlerinin dört bir yanımızı sardığı tatil günlerinde, çölde serap gibi gelen bir sanat filmi oldu. “Total Recall”, “Temel İçgüdü” filmlerinin yönetmeni, eski toprak Paul Verhoeven'in yönettiği Elle'i ünlü Fransız oyuncu Isabelle Huppert resmen omuzlarında taşıyor. Prömiyer öncesi, filmin Los Angeles'da yapılan özel gösterimine katılan yönetmen, zorlu yapım koşullarından bahsettikten sonra söz, başrol oyuncusuna geldiğinde “Isabelle Huppert diye biri olmasaydı, bu film yapılamazdı” diyecek kadar memnun bu iş birliğinden.
Türkiye'de de “O Kadın” adıyla 2016 sonunda gösterime giren film, bir Fransız filminden bekleyebileceğiniz her şeye ve hatta daha fazlasına sahip. 74. Altın Küre ödül töreninde 'En İyi Kadın Oyuncu' dalında ödülü eve götüren emektar oyuncu Isabelle Huppert, ödülle tescil edilsin edilmesin, gelmiş geçmiş en ilginç ve yetenekli oyunculardan biri olmaya devam ediyor. Çok yaşa Bayan Huppert!
Elle, Huppert'in hayat verdiği, yalnız yaşayan iş kadını Michele Leblanc'ın hayatına odaklanıyor. Bir sabah evinde saldırıya uğrayan Leblanc, olaydan sonra hiçbir şey yokmuş gibi hayatına devam etmeye çalışır. Ne var ki, saldırganın kimliğini bulmaya çalıştığı an işler karışır ve Michele, kendini tuhaf bir oyunun içinde bulur. Dozunda gerilim, kabiliyetli yönetmen ve poker suratlı Isabelle Huppert bir araya geldiğinde ortaya çıkan eser, hiç de hayal kırıklığına uğratmıyor. Açıkcası ön gösterime katılan, çoğunluğu beyaz Amerikalı, üstelik de yaşını başını almış seyircinin böyle bir filmi pek de takdir edeceğini düşünmemiştim ama sonunda ayakta alkışlayarak, beni hoş bir şekilde şaşırttılar.
Filmin özel gösterimine katılan Paul Verhoeven, ilginç, rahat kişiliği ve birçok dil bilmesi hasebiyle dilden dile, daldan dala atlayarak, zevkle dinlediğimiz bir söyleşiye imza attı. Ünlü yönetmen söze, projenin hayata geçiş hikayesini anlatmakla başladı.
“Aslında ana fikir, bu filmi İngilizce yapmaktı. Her şey, Fransızca romana kafayı takmamızla başladı. Onu İngilizce'ye çevirdikten sonra, senaryoyu yazmak üzere hikayeyi Amerikalı bir yazara teslim ettik fakat kısa sürede farkettik ki, ne finansal açıdan, ne de sanatsal açıdan bu filmi Amerika'da çekmemiz mümkün değil.”
Moderatör, bunun sebebini açıklamasını istediğinde, filmin şokunu yeni atlatmış seyirci bir ağızdan gülüyor zira bazı bölgelerin aksine, son derece tutucu Amerika'da bu filmi, bu şekilde gösterime sokmanın mümkün olmadığının herkes farkında. Verhoeven devam ediyor:
“Bunun iki temel sebebi vardı: Finansörler böyle bir maceraya atılmak istemediler ve bütün 'birinci sınıf' aktristler bu rolü reddetti. İki ay oyuncu bulmaya çalıştıktan sonra, yapımcım Fransızca'ya dönmemiz gerektiğini söyledi. O noktada, Fransızcamı ilerletmem gerektiğine karar verip, hızlandırılmış kurslara gittim zira 50-60 yıl Fransızca konuşmamıştım. Sonra yapım ofisine döndüğümde, herkese bundan böyle Fransızca konuşacağımı söyledim, öyle de yaptım! Fakat şunu itiraf etmeliyim ki, aylar boyunca berbat baş ağrıları çektim. Bir sürü doktora gittim ama hiçbir netice alamadım. Fransızcamı biraz ilerletip, duruma hakim olduğumu hissettiğim anda baş ağrılarım geçti.”
Kendisi dışında herkesin Fransız olduğu bir sette, İngilizce konuşulmasını yasaklayan Verhoevenbu konuyu,
“Herkes Fransızken ve baştan sona Fransızca bir film yapıyorken, İngilizce konuşmanın saçma olduğunu düşündüm.” diyerek açıkladı.
Altın Küre'de Isabelle Huppert’e ödül kazandıran ve fakat Oscar'da yarışacak yabancı dilde filmler arasında son elemeyi geçemeyerek, bu sene yalnızca ünlü oyuncunun En İyi Kadın Oyuncu kategorisindeki adaylığıyla yetinmek zorunda kalan filmin, set çalışanları dışında, kurgucusu, bestecisi, yapımcıları göz önüne alındığında, son derece uluslararası bir ekibi var ve finans tamamen Fransa'dan sağlanmış. Dünyanın birçok yerinde çalışmaya alışık yönetmen, Amerika'nın kendisine sunduğu olanaklarla ilgili bir soru geldiğinde, seçim yapmasına filan gerek kalmadığını çünkü Hollywood'dan kendisine harika senaryolar, kitaplar gönderilmediğini söylüyor. Değişik bir şeyler aradığı bir anda Elle projesiyle karşı karşıya gelen yönetmen, başlarda bunu nasıl yapacağına dair fikri olmadığını ama kendini zorlama düşüncesinin çok hoşuna gittiğini söylüyor.
Isabelle Huppert'in filme ve karaktere katkılarından söz açıldığında, yönetmenin adeta gözleri parlıyor:
“Isabelle, çok yetenekli bir kadın. Hangi rolde olursa olsun, karaktere bir özgünlük getiriyor ve onun gerçekçi olmasını sağlıyor. Canlandırdığı karakteri sevip saymayabilirsiniz ama Isabelle'in oyunculuğu sayesinde, ona inanırsınız. Bu filmde de, senaryoyu okusaydınız, bir Amerikalı karakterin doğal tepkisinin intikam almak olacağını düşünürdünüz ama bu karakterin intikamla işi yok. Filmin sonunda bir şekilde intikam almış olsa da, bu amacı gütmüyor, kendine bambaşka bir yol seçiyor. Bu da Isabelle Huppert sayesinde oldu. Başka hiç kimsenin bunu yapabileceğini sanmıyorum. Zaten ondan başka kimse de bu rolü istemezdi. Amerikalı meslektaşları bu rolü reddederken, Isabelle, kitabı okuduktan sonra yapımcıları arayıp, kesinlikle bu filmde yer almak istediğini söylemiş.”
Filmin İngilizce senaryosunun, Chicago, Seattle gibi bir bölgede geçmesini planladıklarını ve hikayeyi, Fransızca kitaptan yola çıkarak İngilizce senaryolaştırmalarından mütevellit, bir daha orijinal diline döndürmeye karar verdiklerinde, sadece mekanları, diyalogları değil, kültürel öğeleri de değiştirmek zorunda kaldıklarından bahsediyor yönetmen. Neticede, dört başı mamur, hatta sapına kadar Fransız diyebileceğimiz bir film haline gelmiş Elle.
“Elle, Amerika'da çekilseydi, muhakkak bambaşka bir film olurdu ama zaten, başta da belirttiğim gibi, filmin burada çekilmesi mümkün değildi. Hatta şöyle söyleyeyim, Isabelle Huppert diye biri olmasaydı, bu film yapılamazdı.” Bir nevi, olmasaydın, olmazdık demiş Verhoeven.
Filmdeki vahşi saldırı sahnelerinden ve ana karakterin başına gelenlere verdiği sıradışı tepkilerden konu açıldığında, Verhoeven, karakterin tamamen kendi fikirlerini takip ettiğini ve toplumca belirlenen hiçbir normu kabul etmediğini söylüyor. Gerçekten de karakterin tecavüze verdiği tepki ve hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam etmesi, daha önce hiçbir yerde görmediğimiz cinsten. Yönetmen, karakterin bu davranışını, kurban olmayı reddetmesine bağlıyor. Nitekim, filmin ilerleyen sahnelerinde, bunun spesifik bir nedeni olduğunu ve karakterin, kendisine daha önce biçilmiş bu role bir kez daha kendini kaptırmamaya çalıştığını görüyoruz. Verhoeven, onun daha önce başına gelenleri ve olay sonrası seçtiği yolu göstererek, seyirciye bu bilgiyi hediye ettiğini ama onlara, karakterin neden bu tercihleri yaptığıyla ilgili psikolojik bir açıklama sunma gereği duymadığını, işin güzelliğinin de burada olduğunu belirtiyor. “Filmde her şeyi açıklamak zorunda değilim” ekolüne, gayet sofistike bir yaklaşım.
Elle’in müziğinde Hitchcock-vari bir hava olup olmadığı sorulduğunda, yönetmenin büyük bir Hitchcock hayranı olduğunu öğreniyoruz. Filmlerini defalarca izlediğini, analiz ettiğini söyleyen Verhoeven, müziklerde de ondan etkilendiğini itiraf ediyor.
“Filminizde, 'South by Southwest' ya da 'Vertigo'daki gibi etkileyici, filmle bütünleşen bir müzik yaratabilirsiniz. Müzik size filmdeki bazı sahnelere, belli şekillerde bakmanızı söyler. Ve bunu doğru bir şekilde yaparsa, işiniz kolaylaştı demektir. İyi bestelenmiş film müziği, filmin tonunu belirler ve yönetmenlere yardımcı olur. En azından bana oldu, olmaya da devam ediyor.”
Kendisini zorlamayı sevdiği söyleyen yönetmen, filmlerinde cinselliğe yer vermekten kaçınmadığını ve bunu son derece doğal karşıladığını belirtiyor.
“Cinsellik olmasaydı, hiçbirimiz burada olmazdık, değil mi? İnsanlık olarak buna ihtiyacımız var ve benim de şahsen bu konuya çok ilgim var.”
Yaşını başını almış yönetmenin, uzun bir süre cinsellikten bahsetmesi, haliyle seyircileri güldürüyor. Muhtemelen konuyu utanç verici bulduklarından gülüyorlar ki bu da Danimarkalıların ve Amerikalıların konuya bakış açılarını göstermesi açısından ilginç. Adam sakin sakin cinselliğin önemli olduğunu, insanlığın böyle ilerlediğini ve bu sebeple, konuda çekinilecek bir şey göremediğini anlatırken, bizimkiler kıkır kıkır. Verhoeven gördüğüm en espritüel, en rahat insanlardan biri, bu yüzden onlar güldükçe devam ediyor, o anlattıkça seyirci gülüyor, bir süre böyle takılıyoruz.
Filmdeki tecavüz sahnelerindeki her hareketin önceden incelikle planlandığını belirten yönetmen, sahneleri çekerken zorlanmadıklarını zira buna dans koreografisi çeker gibi yaklaştıklarını anlatıyor. Isabelle Huppert de geçen günlerde katıldığı bir söyleşiside, bu tip sahneleri çekmeyi hiç de tuhaf bulmadığını, aksine her şey planlı olduğundan, kontrolü yönetmenin eline bırakıp, sadece doğru yerlerde doğru hareketleri yapmaya odaklandığını söylemişti.
Verhoeven, Temel İçgüdü'de olsun, Elle'de olsun, güçlü kadın karakterlere yer vermeyi sevdiğini, onlardan beslendiğini anlatırken, belli ki film sırasında derin düşüncelere gark olmuş bir seyirci, felsefik bir soruyla yaklaşıyor yönetmene:
“Hayatta başınıza ne geldi ki hiçbir şeye inanmaz oldunuz?”
Yönetmen savunmaya geçmeden, üstüne alınmadan gülerek cevaplıyor:
“Bazı şeylere inanıyorum. Aileme, arkadaşlarıma inanıyorum. Politik bir amaç gütmesem de politikayla ilgilenenleri anlıyorum ama evren çok tuhaf bir yer. Birbirini yiyen galaksiler var. Nedense, evrenin kendisini yok eden tarafına karşı algılarım çok açık. Ama cinsellik, arkadaşlık, sevgi bunlar ayrı bir yerde. Bence ikisi de sürekli etrafımızda – evrenin kendisini yok etme potansiyeli ve inandığımız diğer konular bir arada barınıyor.”
Verhoeven, son 10 senedir Amerika'da film yapmadığını ve şu anda film noir tarzında bir film yapma hazırlığında olduğunu söylüyor. Yine “R” ibaresi alacağı kesin, ilginç filme stüdyoların pek de yanaşmadığını anlatıyor yönetmen. Umarız gerekli finansı bulur, kafasına göre filmler yapar da alışılagelmiş, formülle yazılan, artık hiç şaşırtmayan Hollywood filmlerinin yanında, arada bir durup düşünmemizi sağlayan eserler yaratmaya devam eder. Isabelle Huppert'e de Oscar'da başarılar diliyor, önemli olan yarışmaktı diyerek şimdiden teselliyi basıyoruz.