Bir adam düşünün acıdan
doğma, hüzünden olma. Bir adam ki dünyanın tüm felaketlerini üzerinde
toplayacak ne yapmış olabilir bu hayata, inanın bilemiyorum. Sanki tüm belalar
bir araya gelmiş de ortak bir karar almışçasına tek bir adama kümelenmiş, hatta
gelenler ortamı ne kadar beğendiyse arkadaşlarını da davet etmiş. Belki buraya
kadar normal gelebilir sizlere çünkü hepimizin hayatına habersiz gelen bazı
“misafir” dertler var. Nasıl ki misafirler ilgi ve hizmet isterler onlar da
bizden kendilerini birer birer aşmamız için yoğun mesai bekler.Sabrımız,
gitmekle gitmemek arasında mekik dokunan o kapı eşiğinde fazlasıyla sınanmış
olsa dahi sesimiz çıkmaz. Nasıl olsa kurtuluyoruz bu yükten nasıl olsa
atlatmışız evde yokuz gibisinden. Yani bizler bir şekilde bu misafir dertlere
istediklerini verir yolumuza devam ederiz haydi uğurlar olsun!
Ah be
Poyrazcım Karayel keşke senin için de bu süreç böyle gelişseydi.
Üzgünüm ama senin dertlerin sende temelli kalmaya gelmiş çok belli.
Göçebelikten sıkılacakları varmış, yerleşik hayata özenmişler ve birleşip senin
iklimi yaz kış sıcak olan güzelim coğrafyana buz gibi acılar ekmişler.
Soğumuşsun hayattan, yaşamak görünümlü nefes almalardan. Yazık ki sık uğrayan
her kederde ne çok hoş geldin ve elveda kaybetmişsin. En azından artık zaman
kaybetmeyeceksin. Tutunmak için fazla ağırsın be Poyrazcım Karayel, çok fena düşeceksin…
I. Poyraz
Bir insanın
en büyük şansı ona sevildiğini ve hiçbir zaman yalnız olmadığını
hissettiren ailesidir. Eğer buna sahipseniz şansınızla doğdunuz demektir. Biz
insanlar, doğamız gereği ihtiyaçlarımızın karşılanmasına diğer tüm canlılardan
daha çok ihtiyaç duyarız. Yavru hayvanlar kısa bir süre içinde kendi
ihtiyaçlarını karşılamayı öğrenirken bizler çok uzun bir süre ailemize
dolayısıyla da bakıma muhtacızdır. İnsanoğlu belki de bu yüzden biraz sevgi
arsızıdır.
Ailemiz
hayatımızda bu denli önemli bir yer tutarken
yokluklarının yaratacağı boşluğu tahmin edebiliyor musunuz? İnanın etmek bile
istemezsiniz. Poyraz, hep bu eksiklikle mücadele etmiş sevgisizlik sınırında
yaşayan bir adam işte. Sekiz yaşında annesini kaybetmiş sonra babası onu ve
kardeşini terk edip gitmiş. Bir yağmurlu pazartesi sabahında kahvehaneye
gidiyorum diye evden çıkan babasının ondan adım adım gidişini balkondan izlemiş
bir çocuk Poyraz. Babasının döneceği inancını sabah akşam içinde beslemiş bir
çocuk. Küçük kardeşi Meltem’e bu yaşananları yansıtmamak için her şeyi içine
attığından olsa gerek yumruk büyüklüğündeki kalbi, gövdesi kalın bir ağaç kadar
büyümüş ve Poyraz; meyvesi sevgi olan bir adama dönüşmüş. Şimdilerde bu kadar
değerli bir adam olmasının sebebi kalbine yaptığı yatırımlar değil mi? Ve de
onu diğer kaybedenlerden ayıran acılarını yaşama ve atlatma biçimi…
Sonra ne mi
oldu? Düşe kalka büyüdü Poyraz, yaşlar aldı. Belki de artık babasının
onu terk ettiği yaştaydı. Evlendi, bir aile kurdu. Sonra baba oldu.Karısına ve
karısının sevgisiz ailesine sırf aile kavramına hürmetinden elini uzattı.
Öylece bir süre asılı kaldı. Ve sonra yine tutunamadı…
Sevilmek
için taklalar atan bu adam yine tutunamadı. Hayatına giren herkese ederinden
fazla değer vermiş biri olmasının cefasını çekti her
seferinde. İnsanları ondan vazgeçmesinler diye hep çok sevdi. Onu terk etmesinler
diye içinde kocaman sevgiler büyüttü, bir kazağın gövdesini örer gibi ilmek
ilmek ördü tüm sevmeleri. Yetmedi işte. Kendisini sevilmeye değer görmediğinden
olsa gerek sevgisini bir değiş tokuş aracı olarak kullanıyordu. Kalbindeki
cevherin farkında değildi sadece insanların hayatında bir yer kaplamak, bir
şeylere ait olmak ve ihtiyaç duyulmak için bir takastı bu alış verişin adı.
Olmadı. Aşırı sevmek de yeterli olmadı. Maalesef hiçbir çabası kârla
sonuçlanmıyordu. Karşılıklı verilen her söz tek taraflı feshediliyordu.
Suçluları
yakalamaya çalışan dürüst bir polisken kayınpederi ve en yakın
arkadaşı; aynı zamanda da amiri olan Mümtaz’ın rüşvet aldığını ileri süren
iğrenç iftirasıyla tam altı ay hapis yattı. O zaman zarfında insanlar ona
vebalı gibi baktı. Ona yardımcı oluyormuş gibi görünen yakın dostunun aslında
kuyusunu kazdığını geç anlayacaktı. Oğlunun velayetini kayınpederinden
alabilmek ve polisliğe geri dönebilmek için Mümtaz’ın sözüne güvenip ünlü mafya
babası Bahri Umman’ın yanına şoförü olarak girdi. Görevi bu mafya çetesini
çökertmekti. İşte o gün yeni hayatı başladı. Kendi babasından görmediği sevgiyi
ve inancı Bahri Baba’dan gördü Poyraz. Çünkü o, kendisinin rüşvet almadığına
sorgusuz sualsiz inanan tek kişiydi. Belki keskin sınırları olan bir adamdı ama
iyi insandı. Oğlum dedi ona. Bu ait olmayı bilmeyen adama bir “sahiplik”
bildirdi. Arkasında durulması onun en çok ihtiyaç duyduğu şeydi.
Sonra Ayşegül çıktı
geldi, dünyanın en güzel Ayşegül’ü…
Adam kadını
sevdi, kadın adamı sevdi. Bir çıkar gözetmeksizin oldu bütün
bunlar. Ama Bahri’nin kızıydı Ayşegül ve Poyraz kağıt üstünde de olsa düşman
taraftaydı. Gerçekler ortaya çıktıktan sonra her biri inandıkları bu güzel
adamın yalanlarıyla yaralandılar. Bir “Acapella korosu” gibi bütünsel bir harmoniyle Poyraz’ı
hep yargıladılar ve suçladılar. Ekipten biri sustuğunda öbürü yargılıyordu ama
sesler asla kesilmiyordu. Peki bu adam niye bu kadar çok yalan söylüyordu?
Evet, buna mecbur kaldığı çok oldu ama benim için bu cevap yeterli değildi. Zamanla
bu konuda profesyonelleşip neredeyse bir yalan makinasına dönüşmesinin
geçmişten gelen bir alışkanlığı olmalıydı.
Sebebine hep
kendi içimde bir cevap aradım durdum ve sonunda buldum. Bana kalırsa Poyraz,
mahalleden arkadaşları babası onu terk etti diye onunla dalga geçmeye
başladığında geliştirmeye başladı savunma mekanizmasını. Babasının ne zaman
geleceği ve nerede olduğu sorulduğunda yaşadığı hayal kırıklığını palavralarla
bastırdığında başladı yalanları. Sonra da durmadı. Hayat ona hep kötü davrandı
ve şiddetli yumruklar salladı. O yine de hiçbir zaman saldırmadı sadece gardını
aldı. Sonunda aldığı tek şey, yaralardı.
II. Poyraz
Birinci
Poyraz’dan birkaç noktada ayrılan yeni kasa bir Poyraz bu. Eski modelin farklı
bir yorumu gibi düşünün siz onu. Yalan sızdırmayan versiyonu. Artık
yeni bir sayfa açmış ve kayıplara karışan eski sevgilisini sahte kırmızı
bültenle ta Yunanistan’dan aşklarının başladığı şehre getirmeyi başarmıştı.
Deli mi bu adam dediğinizi duyar gibiyim. Kusura bakmayın ama kıskançlık yapıyorsunuz.
Siz de problemlerinizi kendi adalet sisteminizle çözecek kadar delirseniz her
şey hallolur.
Ayrıca tek
suçlu Poyraz mı yani? Ara sıra kızsam da Poyraz’a
tereddütsüz katıldığım bir nokta var. Hatırlarsanız aşklarının ayrılık halinde
söylemişti: “Ama Ayşegül de suçlu bir insan bu kadar güzel olmamalı.”
Barışmalarının
ardından yine bir takım felaketler yaşandı. Bu güzel adamın
çilesi biter mi? Babası sandığı adamın gerçek babası olmadığını öğrendi.
Biyolojik babası, Bahri Umman’ın düşmanı çıktı. Bunlar yetmezmiş gibi öz babası
Ayşegül’ün karnındaki bebeği Poyraz’ın gözü önünde üstelik o zincirlere
bağlıyken çekip aldı. O karanlık akşamdan sonra tahmin edersiniz ki hiçbir şey
eskisi gibi kalamazdı.
III. Poyraz
İntikam alma
isteği tüm hücrelerini ele geçirmiş bir Poyraz’dan
bahsediyorum. İnanın sadece o gece hissettikleriyle dünyanın tüm şarkıları
ebedi bir yasla sonsuza dek susar ve de dünyanın tüm mutlulukları Poyraz’ın
matemine hürmeten hasat zamanı beklenmeksizin kalplerden toplanır. İşte öyle
bir acı.
Üçüncü
Poyraz dönemi resmi olarak Poyraz’ın kürtajı yapan
doktoru öldürmesinden sonra başladı, tabii ki yaşadığı acılar bunlarla sınırlı
kalmayacaktı. Ayşegül için kendini feda etti bu sefer. Her şey aşk, her şey
aşkı, her şey aşktan, her şeye aşka, her şey aşktaydı. Dünyanın en güzel
Ayşegül’ü oluşturuyordu “aşkın her hali”ni. Ona bir ömür fedaydı. Karşılığında
bir bedel ödemesi lazımdı, ödedi de. Tüm sevdikleri onu iki yıl boyunca öldü
bilirken o Orta Doğu’da bir görevdeydi. Bizler onun yaşamasına sevinirken o
ölmeyi başarmıştı, nefes alırken. Ayşegül’ü gelinlik içinde başka bir adamla
dans ederken görmüştü çünkü. Şimdilerde eski hayatına kaldığı yerden devam
etmeye çalışan canım Poyrazcım Karayel’e hatırlatmak isterim:
Yaşamak;
yarıda kalan bir filme devam etmek gibi kolay bir iş değil.
Bu
okuduğunuz sözcük yığını hayatı boyunca kabul görmek isteyen bir
adamın dışlanma hikâyesi. Şu zamana kadar Poyraz’ın hayatla sınanışını üç
evrede izledik. Hayattaki en değerli hazinesi oğlu ve sevgilisi olan bu adam
ikisinden birini kaybetmesi durumunda buna nasıl dayanır ve neye dönüşür tahmin
bile edemiyorum. Peki bunca hüzün, bunca acı neden? Net bir cevap veremiyorum.
Belki de sevmeye yetenekli bu adamın başına gelen tüm felaketler doğarken
gülmesindendir.