İnsana ait ne varsa severim ben. Tabiat insanı falan da değilimdir, öyle çok fazla bağ bahçe gezmem. Şehir insanıyımdır. Çok kalabalık yaşamam ama uzun süreli sessizliğe de katlanamam. Mesleğimin de etkisidir belki de gerçek yaşam öykülerine hep ilgi duymuşumdur bu yüzden. Nerede bir biyografi görsem okunacak ya da izlenecek, es geçmem mutlaka bi’ uğrarım. Biraz fazla gerçekçi olmamın sonucu galiba sahici şeylere olan bu merakım. Bu yüzden de yeni şeyler, yeni mecralar bulurum kendime ve bunlardan biri de son dönemdeki durağım olan Netflix. Dizi filmleri yanı sıra içeriğindeki zengin belgeselleriyle de dikkatimi çekti Netflix ve beni bu tarafıyla ikna etti. 13 korkusu da bunlardan biri. Hem konusu hem de ses efektleriyle izlemeye değer bir belgesel.
“Cinayet hükümlüsü Nick Yarris yirmi yılı aşkın sürece hücrede tutulduktan sonra son kez Pennsylvania Mahkemelerine başvurur. Temyiz süreçlerinin durdurulmasını ve idam cezasının infaz edilmesini ister.” diye başlıyor Nick Yarris’in öyküsü. Çocukken uğradığı tecavüzle beraber ruhuna aldığı ağır darbeyle başlayan yalanlarına, her geçen gün yenisini ekliyor ve oto hırsızlığı yaparken bir gün polise yakalanıyor. Korkudan ve şaşkınlıktan kendince çareler düşünürken, arabada bulunan gazeteye gözü takılıyor. Tecavüze uğrayıp sonra da öldürülen bir kadının haberinin kendine yarar sağlayacağını düşünerek plan yapıyor. Hiç sevmediği birinin ismini vererek onun bu cinayeti işlediğini söylüyor. İşler umduğu gibi gitmiyor ve suç onun üzerine kalıyor.
Amerikan hapishaneleri filmlerin en çok işlenen konularından biridir. İçeride dönen dolaplar, görevlilerin suçlularla yaptıkları iş birlikleri ve de yeni suçlara açtıkları kapıları birçok kere izlemişizdir. İşte böyle bir ortamda idamla yargılanarak yirmi bir yıl geçiriyor. Orada zamanın nasıl hiç akmadığını, sessizliğin insanın beynini nasıl oyduğunu ve gardiyanların suçluları birbirine düşürerek insan hayatı üzerinden eğlence adı altında nasıl oyunlar oynadıklarını anlatıyor. Kitap okumaya başlıyor ve kitaplarla tanışmanın aslında kendiyle tanışmak olduğunu anlıyor Nick. Oraya araştırma yapmaya gelen bir kadına aşık olduktan sonra sevginin insanı iyileştirici gücünü ve geliştiren yönünü keşfediyor. İnsanın sevdiği kişiye nasıl ayna olduğunu ve bugüne kadar bir aynasının olmadığını fark ediyor.
Özgürlük yeryüzündeki hava ve su kadar çok kıymetli. Ama bunun farkına varmadan hayatımızı gelişigüzel yaşayarak geçirdiğimiz her an, aldığımız her nefeste bir o kadar esaret aslında. Kendimizi tanımadan, buradaki amacımızı bulmadan hayatın akıntısı içinde kaybolmak da pek özgürlük sayılmaz. İşte Nick Yarris çocukluğunda uğradığı tecavüzle zaten yaralanmış, ailesi tarafından dışlanmış, uyuşturucu bağımlısı bir oto hırsızı. Ama tüm bunlarla hapishanede geçirdiği yıllar içerisinde yüzleşiyor. Gördüğü bir gazete haberiyle suçu cinayete çevrilen Yarris yine gördüğü bir gazete haberiyle mahkemeye başvuruyor. DNA biliminin sıçrama yapmasıyla cinayetlerin çözüldüğünü ve masum olan birçok kişinin serbest kaldığını öğreniyor bu haberde. Sıradan bir suçla yakalanıp yaptığı bir hatayla suçunun cinayete çevrilmesiyle girdiği cezaevinden 21 yıl sonra çıkıyor. Bir yıl sonra evleniyor ve bir kızı oluyor.
İşte gerçek bir yaşamın bize yaşayan tarafından aktarılan öyküsü. İzlemek isteyenlere öneririm. Şimdiden iyi seyirler…