Kiralık Aşk: Ömer Bey, ben sizi ve ailenizi çok özledim...

Kiralık Aşk: Ömer Bey, ben sizi ve ailenizi çok özledim...
Bir tren garındayım şimdi. Çok sevdiğim bir aileyi uğurlamak için geldiğim. Yalnız da değilim üstelik. Bir sürü farklı insana yarenlik etmiş bir aile uğurladığımız. Seveni çok. Gar tıklım tıklım. Görevlilerden birini yanındaki arkadaşına şimdiye kadar böyle bir kalabalık görmediğini söylerken duydum. Duygularını yoğun yaşayan, taşkın hallerimizi kastediyor herhalde. Bizi bir de daha önceki toplaşmalarımızda görseydi, delicesine coşkuluyken ya da öfkeli... Şimdi hepimiz çokça buruğuz. Ayrılığın bir gün geleceğini biliyorduk ama beklediğimizden erken oldu. Biz en azından bu kış günü çoluk çocuk yollara düşmez sıcakları beklerler demiştik. Gitmeleri gerekti. Şaşkınız da o yüzden biraz. Cuma gecesinden beri garı terk etmememiz/ edemememiz bundan. Ben o şaşkınlıkla söyleyeceğim şeyleri onlara söyleyemedim, bu kalabalıkta sarılamadık bile... Ağızdan belli belirsiz dökülen bir hoşça kal ile kaldı vedamız. Ama bu kadar çok şey paylaştığım insanlara veda ederken kuru bir 'hoşça kalın..' yetmez. O yüzden onlara mektup yazacağım. Hem benden bir iz kalsın istiyorum onlarda. Sonra mektubumu postaya verip ben de gideceğim.

Böyle ısrarla vedalaşma çabama bakmayın sık sık taşınan bir ailenin çocuğu olmama rağmen vedalara bir türlü alışamadım. Bence her veda zor ve her veda başka zaten. Alışılacak bir şey yok ortada. Yani birçoğumuz gibi ben de sevmiyorum vedanın ağızda bıraktığı o kekremsi tadı. Ama eğer kıymet veriyorsa veda etmeli insan. Hem sadece karşısındaki kişiye değil paylaştıkları tüm şeylere de önem verdiğinin göstergesi bence. Yaşadığı değil paylaştığı dedim, çünkü insanlar yaşayamadıklarını, yarım kalanları, hayallerini de paylaşır. Ve bence onlar da vedayı hak eder. O yüzden ben bu bir buçuk yılda gerçekleştiremediğimiz hayallerimizi de yazacağım mektubumda. Ben olmasam da sahip çıkın diyip onlarla birlikte olan hayallerimize de veda edeceğim. Mesela Defne ve Ömer'le İtalya'ya gidecektik biz. Hatta ben son dakikaya kadar belki gitmezler de burdan İtalya'ya giden bir interrail trenine atlarız diye bekledim. Olmadı. Gülmeyin ya! Defne ile Ömer'i tanısanız bu beklentimi komik bulmazdınız. Onlar biraz şey ya nasıl desem..? Sağları solları belli değildir onların. Delilerdir yani. Beklenmedik anlarda beklenmedik şeyleri yapmaları sıklıkla vâki. Şimdi size ne ilk düğünlerinde mihraba giderken Defne'nin yaptığı çılgınca demenin az kalacağı o itirafı ne de Ömer'in Defne'yi daha göreli 5 dakika olmadan öpmesiyle başlayan hikayelerini anlatacağım. Ama inanın bu beklentim komik en azından çok komik değildi. Da sanırım biraz büyümüşler. Artık anne baba oldukları için olacak, bir olgunluk gelmiş üstlerine. Yollarından dönmediler. Kısmet..

Ne diyordum? Evet veda etmek. Aslında bizimki büsbütün bir veda da değil biliyor musunuz? Hayır bunu vedayı kabullenmek istemediğim için, ben söylemiyorum! TDK söylüyor. 'Veda etmek'i 'sevilen bir şeyle olan ilgisini kesmek' olarak tanımlamış. Ee biz de tüm ilgimizi kesmediğimize göre veda etmiş sayılmıyoruz tam olarak. "Sen onları daha az önce, kendileri gibi masalla gerçek arasında asılı duran ama senin bir daha göremeyeceğin o yere uğurlamadın mı? Gözden ırak olan gönülden de ırak olur. İlgin kesilir yani." diyor iç sesim. Şu anda Sadri Usta'nın dediği gibi hafızam olur olmaz yerlerden bana kastetmişçesine sürekli güzel anları hatırlatsa da iç sesimin bahsettiği gözle gönül arasındaki ilişki tamamen reddebileceğim bir şey değil. Biliyorum ki özlem neredeyse hiçbir zaman o ilk anki canlılığıyla kalmaz. Ne yazık ki. Aslında daha çok, iyi ki. Eğer hiç azalmasaydı, daha zor olurdu. Ama tüm ilgini kesmek de öyle kolay değil. Hele bir de hayatlara dokunulduysa bir şekilde.. Ki dokundular. Hem elimde dehşet albümler var oynak fotoğrafların da olduğu. Şimdi bakamıyorum ama ayrılığın taze acısı dinince arada açıp bakacağım. Yani o göz görmemesi eskidenmiş canım! En azından hiç görmemek olan kısmı... Bir de geçen televizyonda bir oğlan gördüm, bizim Ömer'e nasıl benziyor bir bilseniz. Hayır, özlemden uydurmuyorum. Cidden benziyor. Ben onu gördükçe Ömer'i hatırlarım ki! Tamam biliyorum Ömer değil o. Zaten daha cana yakın sanki. Ömer'in Defne'ye gösterdiği yanı gibi. Barış'mış adı. Bir de Defnenin de kendine çok benzettiği bir oyuncu vardı, adı Elçin. Üstelik o da aynı bizim Defne gibi: naif, bıcır bıcır, yerinde duramayan biri. Bence o iki oyuncuya mutlaka bir film çekilmeli. Hatta birkaç. Ben izlerim yani. Ve izleyecek bir sürü insan tanıyorum. Umarım birileri onların birbiriyle ne kadar uyumlu bir çift olacağını fark eder de güzel bir film çekilir. Biz de sinemaya gidip izler, bizimkileri yad ederiz. 

"Ne abarttılar hala buradalar altı üstü bir buçuk yıllık bir tanışıklıkmış." mı dedi arkadan bir ses? Evet evet bayağı bayağı dedi. Ömer gibi gözlerime "Hakikaten mi? Seni ne ilgilendirir?"ler yüklemeye çalışarak dönüp ters ters bakıyorum. "Şu anda onun kadar 'sana ağzımı açıp cevap vermeye bile tenezzül etmiyorum ama sus' ürkütücü coolluğunda görünübiliyor muyum acaba?" diye bir düşünce geçiyor aklımdan, gülümsüyorum. Ama kadının istifini hiç bozmamasından anlaşılan o ki öyle görünmüyorum. Belki de Koray gibi "Şimdi sana bir hakaret ederim bana dava açmak zorunda kalırsın!" demeliydim. Bu da benim için fazla sanki. En uygunu Sinan gibi "Git biraz yoğurt ye, zehirleneceksin gıybetten!" demek olurdu galiba. Hem o hanımefendi bir buçuk yıl deyip geçtiği zamanda neler neler paylaştığımızı biliyor muymuş?! Vedalar paylaşılanların çokluğu kadar üzer, geçen zaman kadar değil. Paylaşılanların kimisi unutulur kimisinin etkisi azalır elbette ama tamamen unutulamaz bence. Reddediyorum. Üstelik onlarla birlikte ben bir sürü başka insan tanıdım bazılarını çok sevdiğim bazılarını ilginç bulup uzaktan baktığım. Her cuma akşamı mutlaka buluşurduk biz tüm bu insanlarla. Kendimize de Kiralıkçılar derdik. Neden diye sormayın ama şimdi bakınca bu lakap bize "Çok yerleşmeyin, gitmeniz gerekecek.." demiş de görmezden gelmişiz gibi geliyor. Kolay değil ayrıştırılmalara doyamadığımız bir devirde bu kadar farklı insandan oluşan büyük bir arkadaş topluluğunun her hafta bir araya gelmesi. Zaten en çok sevdiğim şeylerden biri de buydu bize dair. Hayatta ortak paydası olmadığına inanan farklı kesimlerden insanlar ortak hayaller kuruyor ortak heyecanlarda buluşup aynı sevinci yaşıyordu. Aramızdan kaç kişi bunu düşünüyordu bilmiyorum ama en azından ben düşünüp mutlu oluyordum. Demek ki olabilirmiş diyordum. Bizi bir araya getirenler gidince çoğuyla yavaş yavaş da olsa kopacağız muhtemelen ama bu her şeye rağmen özeldi. Ortak paydalar bulabileceğimizi göstermişti. Yine düşüncelerimin arasında kayboldum. Defne gibi ben de ne yapacağımı bilemeyince bi' oradan bi' buradan konuşuyorum. Ömer olsaydı gözlerini devirerek "Bırakılsa sonsuza kadar konuşabilirsin." derdi. Evet var öyle yeteneklerim Ömer, hele de bu ruh halindeyken..

Hava kararıyor. Mektubumu yazıp ben de gitmeliyim artık. Vedalaşırken mektup yazmanın alışılageldiği bir kuşaktan da değilim ki ilginç geliyor. Veda yemeği yiyebilseydik keşke ya da sıkıca sarılabilseydim daha kolay olurdu... Neriman olsa "Ee hadi ama hayatım uzattın artık. Altı üstü 'time to say goodbye' yani.." derdi. Aralarda İngilizce bir şeyler söylemeyi sever o. Koray ordan hemen destek çıkar "Yumurta kokulu total misin hayatım? Amma dram yaptın. Hadiiiğ!" derdi. Ayrılmaz ikilidir onlar. Şimdi kesin restoran bölümünde yan yana oturmuş mükemmelliklerinden bahsedip yan masalardaki insanların dedikodularını yapıyorlardır. Hayır bir de gittikleri yerde mütevazılık modaymış -gittikleri yerin masal ile gerçek arasında asılı olduğunu söylemiştim- ne yapacaklar hiç bilmiyorum. Yolculuktaki sınırlı imkanlar bile onların kesintisiz şikayet etmesine yetiyordur. Ayy Ömer çıldırmak üzeredir şimdi. Umarım Ömerler'in kompartımanı bir uçta onlarınki diğer uçtadır da en azından uzak kalabilirler. Minnoş enerjili Sinan yakınlardadır gerçi, trende nereye gidecek en fazla? İyi iyi, bir şey olursa Ömer'i o sakinleştirir. Endişem Ömer'le birlikte hamile haliyle Defne'nin de gerilmesi. Birbirlerinin içidir onlar. O yüzden birbirlerinin ruh halleri onlarda ayna misali yansır. Ben daha önce hiç böyle bir çiftle arkadaşlık etmemiştim biliyor musunuz? Artık yazmaya başlamalıyım.

Nasıl başlasam mesela? Mektubun ellerine sabah ulaşacağından emin olabilsem 'Buenoooss Diaaaaass Passioniiiiiiiss' ile başlardım. Tebessüm ettirirdi. Gerçi bir veda mektubunun tebessüm ettirmesi çok da şart değil sanki. Ama çok üzmesin de.. Yarım kalan hayyallerimizden bahsettikten sonra "Daha fazlası olabilirdi ama / Buna da şükür demeliyim / İşte sevgili dostlar / Ben böyle veda etmeliyim."* yazayım diyorum. Ki zaten öyle düşünüyorum onları üzmemek için değil yani. Onları güzel hatırlıyorum. Zaman geçtikçe ne sıklıkla hatırlarım bilmiyorum ama "Bizi olduğumuzdan da güzel hatırlayacağım." biliyorum. Bir an yeni kırmızı kapılarının önündeki posta kutusundan mektubumu aldıklarını hayal ettim de.. Heyecanlandım. Evet evet yazacağım. Başlıyorum o halde. Biraz tersten olacak belki ama şöyle başlayayım diyorum... "Ömer Bey, ben sizi ve ailenizi çok özledim..."



*İsmail Cem

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER