2014 yılı, Ocak ayı. Sundance Film Festivali'nin açılış gecesi. Daha önce sadece muhtelif kısa filmler çekmiş bir yönetmenin ilk uzun metrajı, festivalin açılış gecesinde gösterilecek, büyük heyecan. Robert Redford geleneksel açılış konuşmasını yapıyor, ışıklar sönüyor ve 'Whiplash' başlıyor. Damien Chazelle'in, genç bir davulcunun hikayesini anlattığı ve fiziksel acı konusunda 'Black Swan'la kapışabilecek filmi bittiğinde, kalabalık rahat bir beş, on saniye alkışlamadan bekliyor, salonda çıt çıkmıyor. Belki festival ruhundan, belki filmi yüzlerce kişiyle aynı ortamda izlemekten, belki de sadece eserin güzelliğinden olacak, hepimiz çok etkileniyoruz ve bu başarılı film sayesinde, Damien Chazelle ismi belleklere kazınıyor.
2016'ya gelindiğinde, yönetmenin uzun zamandır beklenen müzikal filmi 'La La Land'e önce eleştirmenler, sonra filmi ön gösterimde izleme şansı bulan sektör çalışanları, en son da izleyiciler bayılıyor ve filmin namı kulaktan kulağa yayılıyor. Geçtiğimiz günlerde düzenlenen 74. Altın Küre ödüllerinde, En İyi Komedi / Müzikal film dahil olmak üzere, aday gösterildiği her dalda ödül kazanarak, tek seferde en çok ödül kazanan film olma rekorunu da kıran film, yönetmenin bir nevi sınıf atlamasına ve amiyane tabirle, sektörün büyükbaşlarından birisi olmasına kapıyı aralıyor. Filmi sadece ve sadece müzikallere olan aşkından dolayı yapmak istediğini belirten yönetmenin bu tutkusu, yedi Altın Küre ödülüyle muhakkak perçinlenmiştir! Daha bunun Oscar'ı var, çıldırması var.
'La La Land' isminden de anlaşıldığı üzere, Los Angeles'ta geçiyor ve Ryan Gosling'in hayat verdiği, tutkulu caz piyanistiyle, Emma Stone'un oynadığı aktristin ilginç aşk hikayesini şarkılar ve danslar eşliğinde anlatıyor. Filmde herkese uygun bir şey var; cazsa caz, aşksa aşk, danssa dans. Müzikal sevmeyenler de sabırlı olsun! Filmin şarkı ve dans ağırlıklı ilk 15-20 dakikası zor geçebilir fakat dikkatiniz dağılmasın zira filmin geri kalanı, karakterlerin ikide bir neşeyle şarkı söyledikleri bir müzikalden çok, buruk bir aşk hikayesi tadında geçiyor. Evet, film bir müzikal ve şarkı türkü dolu ama sadece filmin genel tanımına bakıp pas geçebilecek erkek izleyicilere sesleniyorum, gidin bir bakın, bence beğeneceksiniz.
Film Amerika'da vizyona girmeden önce, özel bir gösterime katılan yönetmen Damien Chazelle ve taa üniversite yıllarından eski dostu, filmin müzikal direktörü Justin Hurwitz, soruları cevaplamak üzere Yazarlar Sendikası'nın emektar sinemasında izleyicilerle buluşuyor.
Konu, ikilinin üniversitede tanışmasından açılıyor ve Bay Chazelle, o yıllarda bir müzik grubu kurup, rock star olma heveslerini anlatıyor.
“Ben o dönemlerde bateri çalıyordum ve caz altyapım vardı. Justin de piyanoda daha çok klasik eserler çalıyordu. Çocukluğumdan beri film yazıp yönetmek istediğimi biliyordum, Justin de beste yapıyordu. Bir şekilde birbirimizi, tutkunu olduğumuz konulara yönlendirdik ve birlikte çalışmaya karar verdik.”
Justin Horwitz bu konuya o kadar düşkünmüş ki, üniversitede film müziği besteciliği üzerine tez yazmış ve fakat bu tez, öğrencisi olduğu müzik departmanı tarafından kabul edilmemiş. O da gidip tezini Chazelle'in film departmanına sunmuş ve sonunda orada kabul edilmesi sayesindemezun olabilmiş.
Damien Chazelle, bütün söyleşilerinde belirttiği üzere, eski Hollywood filmlerine, müzikallere çok düşkün olduğundan, bu türün günümüzde geçen, modern bir örneğini yapmak istemiş.
“Filmin modern görünümünü, eski filmlerle birleştirip, gerçekçi bir müzikal yapıp yapamayacağımı düşünüyordum. Bunlar kafamda dönerken, ikimiz de Los Angeles'a taşındık ve şehirdeki debelenmelerimizin çoğunu senaryoya ekledim.”
Yıllarca müzikal fikrini kafasında geliştiren ve bu filmi çekmeye çalışmak yerine, gidip 'Whiplash'i bitiren Chazelle, filmin en baştaki konseptini şöyle açıklıyor:
“Benim aklımdaki fikir, bir müzikali, eski Hollywood filmlerinin büyüsüyle buluşturup, onu modern bir tarzda sunmaktı. Bu tür sayesinde, pek de gerçekçi hayalleri olmayan, genç bir sanatçı olduğumu kanıtlamak istiyordum ki zaten müzikal, yapı olarak, gerçeklikle, hayalcilik sınırında duran ve ikisini bir şekilde dengelemeye çalışan bir türdür. Baştaki konsept temel olarak buydu ama filmi yapımcılara sunmaya başladığımda, işler karıştı. Bana kalsa direkt gidip, 'bir müzikal yapmak istiyorum' derdim. Sonra durumu biraz da kötüleştirip, müzik tercihimi açıklardım: ‘Bu arada, müzik de caz olacak.' Bir de bunun üstüne, 'bir aşk hikayesi var ve kahramanlar filmin sonunda birbirlerine kavuşamıyorlar' diye eklerdim. Son darbeyi de, müzikleri kimin yapacağı sorulduğunda vurdum: 'Üniversitedeki oda arkadaşım.' Harika bir sunum!”
'Whiplash' filminde de yönetmenle birlikte çalışan Justin Horwitz, bu filmin, okul sonrası gerçek hayatta yaptıkları ilk film olduğunu söylüyor. Okulda daha çok orkestrasyon ve genel müzik eğitimi aldığını belirten Horwitz, film müziği besteleme üzerine bir ders bulamadığını ve Whiplash'in kendisi için hızlandırılmış kurs gibi olduğunu anlatıyor. Bu arada, onların sürekli okul aşağı, okul yukarı demelerinden olsa gerek, seyircilerden biri mikrofona gerek duymadan bağırıyor: “Bu sürekli okul okul diye bahsettiğiniz yer neresi allasen?” (Allasen kısmını ben ekledim zira yaşını başını almış seyirci Türkçe bilse kesin allasen derdi.) Söyleşinin moderatörü sakince cevaplıyor: “Harvard.” Bu noktada salondan tuhaf sesler yükseliyor. Sanırım seyirci, kendi halinde, biraz da süklüm püklüm duran bu iki minyon genci Nişantaşı Üniversitesi'ne filan yakıştırmış olacak ki prestijli Harvard'ı duyunca biraz şaşırıyor. Lafı balla bölünen Horwitz de bu konuya son noktayı koyuyor:
“Şimdi neden onlara film müziğini tez olarak kabul etmeyen 'snob'lar dediğimi anlamışsınızdır.”
Filmin çekimleri sırasında yönetmeni estetik açıdan etkileyen unsurlar ve kamera teknikleri sorulduğunda, açılış sahnesine gönderme yapan Chazelle, “İnsaların renkli elbiseler giyip, otobanda koşturmalarından bahsediyorsan, gayet gerçek hayatta yaşanabilecek bir şey bence.” diyerek seyirciyi yine güldürüyor. Kolay kahkaha atan bir kitleyle karşı karşıyayız. Bittabi eski müzikallerin renginden, görüntüsünden etkilendiğini söyleyen yönetmen, bu büyülü havayı, işlerin her zaman yolunda gitmediği gerçeğiyle birleştirme fikrinden yola çıkarak, müziği ve renkleri belirlediğini söylüyor.
“Öyle bir şey yapmak istedim ki, , dansın olmadığı çekimlerde, kamera hareketleri dans niteliğinde olsun. Bu filmi baştan sona sessiz bile izleseniz, eminim filmin melodisini, ruhunu hissedebilirsiniz. Bir de, bu kadar uzun süre var olmayı başarabilen bir türün yeni bir örneğini çekerken, şarkıya girip, şarkıdan çıkma noktalarında deney yapmak istedim. Mesela Emma Stone'un ayna önünde şarkıya başlayamadan arkadaşlarının onu kestiği sahnede olduğu gibi, bu konuyla biraz oynayıp, geleneksel anlayışa kendi bakış açımı getirmek istedim.”
Günbatımında iki ana karakterin dans edip şarkı söylediği eğlenceli sahneyi gerçek mekanda çeken yönetmen, doğal ışık kullanma hevesleri nedeniyle bu sahneyi çekebilmek için sadece yarım saatleri olduğunu ve çekimleri en fazla 40 dakikada bitirmeleri gerektiğini söylüyor. İkinci, üçüncü çekim sırasında büyülü anları yakalayabileceklerini ama esasında beşinci çekim sırasında istedikleri sonucu elde edeceklerini tahmin ettiğini söyleyen Chazelle, çekim alanına erkenden gelerek birçok kez prova yaptıklarını ve çekimden önce sahneyi iyice oturtmaya çalıştıklarını belirtiyor. Oyuncularla provanın yanı sıra, bütün gün kamera hareketlerini çalıştıklarını söyleyen yönetmen, güneşin batmasına yakın, yarışa başlamaya hazır bir şekilde, doğa ananın harekete geçmesini beklediklerini anlatıyor. Saatler 18:30'u gösterdiğinde hızla çekime başlayan ekip, ortalık kararana kadar kayıt yapmaya devam etmiş, hatta bir sonraki gece de aynı yerde çekimi tekrarlamışlar. Neticede, filmde izlediğimiz büyülü sahne, ikinci gecenin, ikinci çekiminden gelmiş. Ryan Gosling'in rıhtımda şarkı söylerek gezindiği sahneyi de bir gecede çektiklerini anlatan yönetmen ve ekibi görünüşe göre doğal ışıktan yararlanmak için zamanla yarışarak çekimleri tamamlamış.
Filmde, geleneksel Broadway müzikallerinin aksine yüksek notalar, gırtlak şov yapan şarkıcılar, büyük numaralar yok. Onun yerine mırıl mırıl ve sakinleştirici bir tonda şarkı söyleyen Emma Stone ve ona eşlik eden Ryan Gosling var. Bunun bilinçli bir tercih olduğunu söyleyen Horwitz, özellikle Emma Stone'un bu tonda şarkı söylemesini, filmin ruhuna çok daha uygun bulduklarını belirtiyor.
Rolleri uğruna onlarca kilo alıp veren, tiplerini değiştiren, at binmeyi öğrenen, fiziksel sınırlarını zorlayan aktörleri hep duyarız ama Ryan Gosling'in bu film için sıfırdan piyano çalmayı öğrendiğini duyduğumda, şahsen çok etkilendim. Filmde izlediğimiz bütün piyano sahneleri bizzat Gosling'e aitmiş a dostlar! Tabii ki filmde yer alan müziği de gidip ona çaldırmamışlar ama oyuncu, çekimler sırasında bütün parçaları çalabilecek ve herkesi inandırabilecek kadar sökmüş piyano işini.
“Müziklerin çoğu önceden kaydedilmişti ve Ryan'ın buna uygun bir şekilde çalması gerekiyordu. Genellikle setlerde bir piyano dublörü olur ve yakın çekimler onunla yapılır ama bu filmde durum farklıydı. Ryan inatçı bir şekilde, her şeyi öğrenme konusunda ısrarlıydı ve açıkçası bunu duyduğumda gözlerimi devirerek kendisine ‘aktörlük görevini yapıp her şeyi öğren tabii ama biz yine de bir piyano dublörlerine bakalım.’ dedim.Bu sürecin sonunda, kimseyi işe almamıza gerek kalmadı çünkü Ryan tek başına her şeyi çalmayı başardı. Açıkçası olayın başında bu işe oldukça şüpheyle yaklaşmıştık. Ryan piyano öğretmeniyle dört ay boyunca her gün çalıştı ve çekimlerden birkaç gün önce, duruma bakmak için yanına gittiğimde, gördüğüm şeye inanamadım. Bana filmdeki bütün şarkıları baştan sona çaldı ve hepsini telefonumla çektim çünkü yapımcıların bana inanmayacağını biliyordum. Onlara bu videoyu gönderdiğimde, 'Bu görüntüyle oynadın mı? Bu Ryan olamaz.' dediler. Çekimlerden birkaç gün önce başrol oyuncunun bunları yapabildiğini görmek, insanın kendine güvenini oldukça arttırıyor.”
Başta filmi düşük bütçeyle yapmayı planladıklarını söyleyen Chazelle, açılış sahnesinde onlarca dansçının dans etmesi gibi 'küçük' konular işin içine girdiğinde, daha büyük bir bütçeye ihtiyaç duyduklarını anlatıyor. Planladıkları bütçenin üzerine gelen parayı prodüksüyonu iyileştirmek amacıyla kullandıklarını belirten yönetmen, üç milyona mal ettiği 'Whiplash'ten sonra 30 milyonluk bütçeyi duyduğunda çok heyecanlandığını ama yapımın boyutu nedeniyle, kendini yine düşük bütçeli bir film yapıyormuş gibi hissettiğini söylüyor.
İlginç bir not, 50-60 farklı mekanda çekilen filmin, geçenlerde Altın Küre'nin açılışına da ilham veren giriş sahnesi, tamamen çekilip montajlandıktan sonra uzunluğu nedeniyle filmden çıkarılmış ama aylar sonra ekibin ortak kararıyla filmin son versiyonuna tekrar eklenmiş. Baştan sona uzun, tek bir çekim şeklinde çekilen sahne için onlarca prova yapıldığını tahmin etmek güç değil. Sahnenin çekimi, Los Angeles Downtown'daki 105 otobanının bir rampasında yapılmış ve o kısım bir haftasonu boyunca kapatılmış. İki günde onlarca araba ve dansçıyla çekimleri tamamlamak için koşturan ekip, neyse ki kendilerine ayrılan sürede tatmin edici bir sonuç elde etmişler. Daha en baştan filmin tonunu belirleyen ve müzik / dans sahnelerinin yanı sıra, trafik şartları ve iklim konusunda konusunda Los Angeles'ı da başarılı bir şekilde betimleyen sahne iyi ki kesilmemiş de filme ayrı bir hava katmış.
Altın Küre'yi silip süpüren ve gişede Lionsgate'i üzmeyen filme Oscar yarışında başarılar diliyor, Chazelle'in kariyeri boyunca 'müzikli' filmlere devam etmesini diliyoruz.