Bu
şehir: İstanbul... Doğduğum, büyüdüğüm, yaşadığım… İşim gereği seyahatlerimde
onlarca farklı şehirde bulunmama rağmen hep biriciğim. Benim için aile ve
arkadaşlık çemberinin etkisiyle sevgi
ve konum itibarıyla da deniz kokan
bu şehir, Ali için şimdilik sadece kan kokuyor. Sabırla izlemeye devam edersek ilerleyen bölümlerde aşk kokusunun kan kokusunu bastırıp
bastıramayacağını öğreneceğiz…
Bu şehir
kara teslim oldu bu hafta sonu. Madem evde mahsur kaldım, fırsattan istifade gününde izleyemediğim Bu Şehir Arkandan Gelecek’ i izlemeye karar verdim. İlk tanıtımlarından itibaren
takip listemdeydi ama gününde izleyemesem de önyargısız
izlemek adına değerlendirmeleri okumadım, yorumlara kulaklarımı olabildiğince
kapadım.
Ranini.tv
serbest kürsü çatısı altında epey yazım yayınlandı. Takip edenler
onaylayacaktır; kafama yatmayan mantık hatalarını dönem dönem vurgulasam da bana göre önemli olan
hikayenin beni içine çekip çekemediğidir. Ana öyküden çok karakterlerin
hikayelerinin doluluğuna bakarım; eylemlerini, diyaloglarını sahiplenmem
öncelikle bundan geçer, karakterle empati yapmayı da pek severim üstelik.
Klişeleri sevmem dersem yalan olur, iyi işlenirse her klişe ayrı bir değerlidir
gözümde…
İlk bölümü de yine bu bakış açısıyla
değerlendirdim. Daha önce dile getirilmişleri tekrarladıysam affola...
Buyurunuz;
Bu
hikayenin ana temeline oturmuş tersine bir klişe var: Zengin kız Derin (Leyla Lydia Tuğutlu) ve fakir
oğlan Ali’nin (Kerem Bürsin)yollarının kesişmesi. Bununla
birlikte hikaye Ali’nin geçmişine keşif yolculuğundan şampiyonun kanından
canından oğluna kavuşmasına, armatör Tekin Mirkelamoğlu'nun kızına İstanbul’u
hediye edebilecek varlığının kaynaklarından damat Yiğit’in karanlık işlerine ve
hatta anne Rauf’un hikayesine kadar birçok sütun üzerine oturmuş. Hikayeyi
sarnıç gibi düşünürsek sütunlar bazında değerlendirmeden yapı bütünsel olarak
ikinci bölümü izlemek için yeterli keyifli bana göre.
Yine de
ikinci bölüme geçmeden kafamdaki soruları listeleyeyim;
Ali’nin
beş dil bilen bir dünya
vatandaşı olduğunu vurgulamak için çalıştıkları geminin kadrosunu Birleşmiş
Milletler olağan yıllık oturumu katılımcıları düzeyinde yapmak mı gerekirdi?(Gerçi
bu konu kafama epey takıldığı için armatör bir arkadaşımı aradım, kendi
gemilerindeki kadronun uyrukları sayıp bunun mümkün olabileceğini onayladı.)
Bir
kızım olsaydı adını Derin koyardım. Ayrıca tanıdığım bütün Derin’ler pek güzel. Bizim Derin’imiz de pek
güzel ama bir o kadar da şımarık değil mi? Her ne kadar ipek iplikten tasma
olarak tanımlasa da ebeveynlerinin onun için tasarladığı hayatı, tüm isyanını
dans özelinde toplaması da bunu göstermiyor mu?
Derin’ler
güzeldir demişken, Derin’e can veren Leyla Lydia Tuğutlu tescilli güzel ama bir yıla üç dizi
sığdırmışken taptaze projesine bir önceki dizisiyle aynı imajla mı
başlamalıydı? Bölüm boyunca Derin’i değil Pelin’i izleyen bir ben olamam değil
mi?
Derin
araba anahtarını, telefonunu, kredi kartlarını attı peki ya bütün gün Ali’yle parmağında tek taş
yüzüğüyle mi dolaştı?
Ali
Smith’in dövüş sahnesi çok iyiyken Derin’in başrolü garantileyen dans
sahnesinden aklımda kalanın sadece bir o yana bir bu yana savrulan saçlar
olması garip değil mi? Bu sahneye benzer özen gösterilmemesinin kaynağı reji mi
oyuncu mu?
Ali ve
Derin’in bir güne sığdırdıkları hızlı İstanbul turunda sokak satıcılarından
yemedikleri kalmadı; balık-ekmek, pamuk şeker, mısır, midye dolma… Bir de üstüne alkol ve gecenin bir yarısı
sahanda yumurta. İkinci bölümde ciddi bir sindirim yolu problemi yaşamaları
gerekmez mi?
Yağmurdan
kaçarken
iki kez tepeden tırnağa ıslanıverdiler. Ne zaman kurudular?
Bir kez
de mecazi anlamda yağmurdan kaçarken doluya tutuldular. Basından kaçarken
sığındıkları kulüpte dinledikleri Mor ve Ötesi’nden ‘Bir Derdim Var’ şarkısının yorumu sadece benim
kulağımı tırmalamış olabilir mi? Öyleyse şarkının orijinalini çok
sevdiğimdendir.
Derin
yürüyemeyecek kadar sarhoşken(!) yaslandığı duvarın sade kahve etkisi göstermesi pek olası olmayacağına
göre Derin’in asıl amacı sarhoş taklidi yaparak Ali’yle daha yakınlaşmak belki
de yakın zamanda yollarının kesişme imkanı olmadığı denizcinin İstanbul
limanındaki sevgilisi olmak mıydı?
Kendime
not, yine mi başrol olmayan erkek karakteri, üstelik kötü adam olmasına rağmen, yörüngene
alıyorsun? Sırf ekranı doldurması açısından bakarsak Yiğit, Ali’den kat be kat üstün değil mi?
Bu arada Ali Yörenç’in masmavi gözlerinin sklerandaki kırmızılık senaryo gereği
ağlamaktan olmadığına göre bölüm çekimleri sırasında göz alerjisi mi vardı?
Kabul
etmek gerekir ki, dizi hukuku, dizi tıbbı gibi dizilere özgü basın sektörünü de pek
sorgulamamak lazım. Yine de Yiğit’in sözlerinin hemen dijital medya
kanallarında yerini bulması, Derin ve Ali’nin fotoğraflarının bırakın dijitali
yazılı basının sabah baskısına yetişmesi çok abartı değil miydi?
Rauf
Anne, Ali’nin şampiyonla bağlantısı olduğunu biliyordu ama
bize verilen flashbacklere göre hikayenin tamamını yani Ali’nin gerçek babasının
şampiyon olduğunu bilemeyeceğine göre Ali’yi şampiyonla tanıştırma amacı
hastalığının etkisiyle onu - baba bildiği adamı öldürmüş olsa da annesinin
sevdiği adama emanet etmek miydi?
İlk
fragmanın ışığında Tekin Mirkelamoğlu’nun Ali’nin annesinin ölümünden dolaylı suçlu olan ispiyoncu kardeş
olmasıyla işin içine dahil olacak düşman aileler ve olası intikam planı
hikayeyi derinleştireceğine basitleştirmeyecek mi?
Yukarıdaki
soruların tümüne
yanıt bulamayabilirim ama inanıyorum ki üçüncü bölümü daha az soruyla ve
izlediğim bölüm içime daha çok sinmiş bir şekilde karşılayacağım. Çünkü Ali’nin
Derin’e “Sen bu nefret ettiğim şehri lunaparka çevirdin.” demesini takiben
balerinin ışıklarının söndüğü, altı karıncanın durduğu ve dönme dolabın artık
dönmediği zamana şahit olmak istiyorum, çünkü mutlu aşk yoktur.
Biliyorum
ki bu şehirde yaşamak sürprizlere gebe ve Derin’le Ali’nin karşılaşmalarının
da mutlaka bir nedeni var… Ben bu nedeni öğrenmek istiyorum. Ya siz?