Muhteşem Yüzyıl Kösem: Yamanmaya çalışan altın pabuç, ah meğer bir çift eski kundura olmuş*

Muhteşem Yüzyıl Kösem: Yamanmaya çalışan altın pabuç, ah meğer bir çift eski kundura olmuş*
Eskiyle yeninin, Doğu’yla Batı’nın iç içe harmanlandığı ve malzemelerin iki farklı kutupta karışıp tek bir bütün olarak çıktığı, paslı bir Tanzimat romanı okumuş gibi hissediyorum… Temelinde eski, boğazdan yudum yudum alışılmışlık akan ama farklı bir aromanın da tadı hissedilen egzotik bir içecek içmiş gibi hissediyorum… Muhteşem Yüzyıl Kösem’in yeni sezon ilk bölümünü izlerken bana Muhteşem Yüzyıl şemailini unutturmayan standart pabuçları anımsıyor ama bir yandan da yeniden evirtilip baştan yaratılmaya çalışılan bir çift eski kundura görüyorum.

Açılışın çok büyük sürprizleri vardı ancak Çağatay Tosun şüphesiz yarattığı yenidünyasıyla, üstelik geçmiş sezonunda büyük bir enkaz halini almış puslu bir dünyayla neredeyse kusursuz bir şekilde başa çıkmış, görsel olarak harika bir ürün ortaya koymuş… Daha önce Suskunlar ve Merhamet gibi reji diline hayran bıraktıran işlere imza attığından zaten kendisine en başından bir seyirci olarak güvenim tamdı ancak bir dönem işinin, üstelik büyük bir sorumluluk gerektiren Muhteşem Yüzyıl Kösem evrenini kurarken oluşturduğu stratejiye şapka çıkarmamak elde değil… Özellikle hem Muhteşem Yüzyıl’da, hem de Kösem’in ilk sezonunda başımızı çok yakan ağır çekim dövüş sahnelerine bir son verip gayet başarılı planlanan aksiyon sahneleri, bakış açıları, ışığın ve rengin sahne üzerindeki aksi tam anlamıyla profesyonel bir elden çıktığını haykırıyordu adeta…

Hemen hemen her şey kendini yenilemişti… Kıyafetler ve taçlar hariç tabi! Elbette bir ‘kurgu’ bünyesinde gelişen dizinin, oldukça kısıtlı sayıdaki Osmanlı kıyafetlerini aynen uygulamalarını beklemiyoruz ancak “esinlenmek” masumiyetiyle dizi için tasarlanmaya başlanan Avrupai kaftanların o dönem Avrupa’sında bile kullanılmayacak kadar modern ve absürt durduğunu belirtmek isterim. Bir Osmanlı dizisine tasarlanan kaftanların neredeyse çoğunda sıfır Osmanlı figürü, neredeyse hepsinde coşkulu bir Avrupa stili hakim. Kaftanların kabarık omuz detayları, Batılı form ve motifleri ve hanedan kültüründen oldukça uzak görüntüleriyle seyircinin kendisini o dönem Osmanlı’sında hissetmesi oldukça güç. Öyle ki Atike Sultan bile üzerindeki tuvaletten sıkılmış olacak ki bölüm boyunca çeliştirip durdu, bir türlü içine oturamadı. En basitinden İngiliz tarihi kıyafetleri gibi göğüsleri dümdüz, tahta gibi gösteren kare yaka dekolte modeline karşın, ilk dizide harem rehavetini açıkça gösteren, salaş Osmanlı kaftanları çok daha bizdendi. Aynı şekilde sultanların kafasında avize gibi yükselen, birbirinin aynısı taçlar, bu ağır kıyafetlerle birleştiğinde oluşan görüntü göz yoran bir görselden ileri gidiyor mu hiç? Muhteşem Yüzyıl’da sadece valide ve hanım sultanların taktığı sade ve şık taçlar, hotozlar; Muhteşem Yüzyıl Kösem’de hemen hemen her sultanın kafasından eksik olmayan, parıl parıl yanan çoklu şamdanlara döndü adeta. Kaliteli kaftanlar ve güçlü taçlar her sultanda olunca bunların hiçbir özelliği kalmadı. Güçlüsü de, zayıfı da; nüfuzlusu da prensesi de aynı kudrette giyinip takışmaya başlayınca bu tür görsellerin değeri düştü, harem piyasasında kadri kıymeti kalmadı. Yabancılara hazırlıyoruz, diye Avrupalaşan kıyafetler/taçlar kimseyi memnun etmez zira yabancılar sizin bilhassa “kendinize” hazırladıklarınızı beğenip izliyorlar…

Öte yandan yenilenen dekorların muhteşem gözüktüğünü belirtmeliyim… Özellikle bu yeni dekorların Topkapı Sarayı ile neredeyse birebir uyuştuğunu ve gerçek saray dizaynını aynen yansıttığını düşünüyorum. Sadece saray değil, saray dışı dekorları da büyük ölçüde yenilenmiş, neredeyse bambaşka bir plato kurulmuş. Açıkçası ortaya “yeni bir nefes” konmak için gerek biçim, gerek öz her konuda yeniliğe gidilmiş ve işin güzel yanı hemen hemen hepsinde başarıya ulaşılmış… Tek keşkem bu hikaye geçtiğimiz sene, Muhteşem Yüzyıl Kösem’in ilk sezonu olarak verilseydi zira Osmanlı’da her ne kadar Kösem Sultan dönemi çok geniş çaplı hikayelere gebe olsa da ekrana taşınmaya en ve tek müsait olanı IV. Murad dönemidir… Çünkü ortada sağlam bir çatışma kurgusu vardır. Geçmişten bu yana Osmanlı’nın en güçlü padişahlarından biri ve karşısında annesi, hanedanın ve devletin gördüğü en güçlü kadın… Üstelik Evliya Çelebi, Hezarfen Çelebi ile dönemin en güçlü divan sanatçıları ve hatta Karagöz ile Hacivat bile IV. Murad döneminde yaşamış, günümüzde sık sık bahsettiğimiz karakterler. Hem kadın, hem erkek seyirciye seslenebilecek, geniş çaplı bir hikayesi ve kültürlü bir karakter ağı varken Muhteşem Yüzyıl Kösem, geç fark edilmiş bir pişmanlığa kurban gitti desek yalan olmaz sanırım…

Başarılı tiyatro yazarı sanatçılarımızdan ve aynı zamanda Cumhuriyet Dönemi ödüllü edebiyat yazarlarımızdan biri olan Özen Yula’nın da hikayeye kalemini değdirdiği çok bariz belli oluyor... İlk sezonun çok aksine ilk bölümde yer alan tüm karakterlerin bir derdi, bir amacı var. Hiçbir karakter boş değil, her biri taşmaya hazır şarap fıçısı mübarek! Karakterler arasında kurulan çatışmalar ve ilişkiler de şimdilik tutarlı ve temeli oluşturulmuş sağlam, tasası aşikar edilmiş ilişkiler olduğundan, gerek kağıt üzerinde, gerek görsele dökülmüş haliyle izlemeye değer bir iş olarak yeniden biçimlenebilmiş Muhteşem Yüzyıl Kösem.

Aynı zamanda birçok dizide olduğu gibi, ülke gündemini aylardır terk etmeyen paralel devlet anlayışı Muhteşem Yüzyıl Kösem’de de işlenmiş. Papa’nın ve Hristiyanlık dininin güçlerini ve etkisini kullanan gizli güçler, Sultan Murad’ın divanından satın aldıkları paşalar vasıtasıyla kendi adamlarını önemli kademelere getiriyorlar ve devlet içinde iç karışıklık yaratarak Osmanlı’yı bir nevi içten çökertmeye çalışıyorlar. Hikaye daha da dallanıp budaklanacak gibi ama Prenses Farya olayı beni rahatsız etmedi değil… Tudors’a, Kanuni’nin kızı rolüyle bir hanedan mensubu kaçarak gelse ve İngiltere kralıyla aşk yaşayıp ona evlatlar verse ülke gündeminde nasıl karşılanır merak ediyorum… Macaristan’a selamlar. 
Ayrıca bölümün başında belirtilen, “on sene devlet yönetmiş” Kösem Sultan’ın ilk bölümde bir miktar pasif kaldığını belirtmeliyim… Dairesinde bazı evrakları okuyuşu, gizli divan toplaması ve yeni paşalarla görüşmesi dışında bölüm içinde geri planda kalan bir karakter oldu Kösem. Bunun bilhassa yapıldığı ve ikinci bölümde Kösem – Murad çatışmasının daha detaylı bir şekilde aktarılacağı aşikar ancak unutulmaması gereken nokta, yıllarca devlet yönetmiş bir saltanat naibesinin, siyasi sahnelerinin daha dolu dolu ve daha zekice yazılması, evrak okuyup paşaları alttan alttan tehdit etmekle yetinilmemesi gerektiğinin gerekliliğidir.

Temennim ana çatışmalarının sağlam, karakterlerinin dolu dolu, dilinin ve görselliğinin iyileşmiş ve hikayesinin oturaklı olduğunu düşündüğüm, saray dışına açılıp aksiyon alanında genişlemeye yüz tutmuş Muhteşem Yüzyıl Kösem’in, reyting sonuçlarının kaliteye tesir etmemesi. Muhteşem Yüzyıl her ne kadar bir “kalıp” olsa ve izleyici nazarında bu kalıp artık kalıplaşmış olsa da listeye heba edilmemesi gereken bir hikayeyle açılış yaptıklarını düşünüyorum. Umarım ilerisi için yolları açık, sonuçları bereketli olur…



BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER