Hayat dediğimiz şeyi en çok yola benzetiriz. Bir başlangıcı
ve bir bitişi oluşu ve daima ulaşılmak istenen bir varış noktasını işaret edişi
ile çok benzerdir bir kere. Engelleri, kestirmeleri, patikaları, dönemeçleri ve
ayrımları ile çok benzer.
“Farkında
mısınız hayat hep yol ayrımlarıyla dolu? Defalarca karar veriyoruz, bir yere
sapıyoruz.”
Defne ve Ömer’in hayatlarının kararını nikâh masasına giden o
kısa ama dikenlerle dolu yolda vermelerine bu bağlamda bakabiliriz belki de.
Birlikte yürüdüler ve bir yol ayrımına geldiler. Defne zaten her şeyi anlatmayı
seçerek Ömer’e gitmek istediği yönü göstermişti. Ömer ise o yöne değil,
Defne’nin olmadığı, o karanlık yöne döndü yüzünü. Defne için yola yalnız devam
etmekten başka bir şans kalmamıştı. Bir şekilde yaşamak zorundaydı. Nefes almak
zorundaydı. Çünkü aralıksız nefes almak nasıl hayatın olmazsa olmazı ise bu
yolun olmazsa olmazı devamlı ileriye doğru adım atmaktır.
“Ne de olsa
yürümeye mecburuz.”
Yürüdü, yürüdü. Zor olsa da yolunun bir daha Ömer’le buluşmayacağını
kabullenerek, kabullenmiş gibi görünerek yürüdü. Gökyüzüne bakmaktan, çiçekleri
koklamaktan, ara sıra yavaşlayıp nefeslenmekten kaçınarak yürüdü. Bakışlarını
yerden ayırmadan, adımlarından başka bir şeye bakmadan yürüdü. “Ya gelirse şu
köşeden” diye döndüğü dönemeçlere bakıp yeniden kırılmamak için, yatağa
yattığında düşünmesine fırsat kalmasın diye yorgunluktan ölene dek yürüdü. Ve
alıştı, kendi yolunda yalnız yürümeye. Kendi kendine anlattı derdini, aşkını ve
yalnızlığını. “Bugün de bitti” diyerek saydı kendi seçtiği yolun
kilometrelerini. Evet, kendi seçti bu yolu, yalnız kalmayı göze alarak. Bir
umudu vardı, elinden tuttuğu adamdan yana. Olmadı. Ama Defne girdiği yolun
gereği neyse yaşadı.
“Hep bir yanı kırık, hep bir yanı aksak.”
“Sonunda
bütün bu seçimlerimiz bizi biz yapıyor. Yine de bazen dönüp hayretle bakıyorum
yaptığım seçimlere. O zamanki ben şimdiki beni şaşırtıyor bazen.”
Yaptığımız seçimlerden pişman oluruz, dönmek isteriz. Defne gibi bir yola/ yalnızlığa mahkûm
edilmenin çaresizliği yanında Ömer gibi tamamen kendi iradenle seçtiğin yolun
pişmanlığı daha büyüktür. Kendinle savaşırsın çünkü. Hele de kalbin de aklın da
senden yana değilken yenilmen de kaçınılmazdır. Ama geri dönemezsin. Vazgeçtim
diyemezsin. Hayat en çok da zaman denen coşkun nehirle yan yana aktığı için
benzer zaten yola. Aldığın her nefeste olduğu gibi attığın her adımda zamanın
hep akıyor oluşu, hayatın asla geri dönülemeyecek bir yol olduğu fısıldar.
“Ve hiç
unutmamak lazım, bu yolları bir defa yürüyoruz, provası, ikinci şansı yok.”
İşte bu yüzden yeni yolların peşine düşmek gerek. Ömer’in
karşısında etrafına duvarlar örmüş bir kadın var şimdi. O kadın bir zamanlar
kendi elleriyle yıktığı Ömer İplikçi’nin duvarları kadar – belki daha- yüksek
duvarlar örmüş. Ve o kadar zordur ki o duvarları örmek; her tuğlasında canının
bir parçası ve gözyaşı vardır. Acı çekerek aldığı her nefesle karar harcını.
Yıkılması ölüm gibi gelir bu yüzden. Defne bir zamanlar dışardan bakıp ürktüğü
şatodan şimdi dışarı çıkamaz olur. Bir ses onu dışarı çağırır, o duymazdan
gelir. Bir soluk onu kendine çeker, o daha çok kabuğuna çekilir. Biri “hep
seninleydim” der o “sen gittin”. Biri
ona “Defnem” diye seslenir. O “bittim” diye cevap verir.
“Tamam, benim
yolum burası diyoruz. Sonra yeniden bir çatala çıkıyor yol. Yeniden, tekrar
tekrar karar vermek zorunda kalıyoruz. Fakat işte hayat bizden yeni kararlar
almamızı bekleyerek devam ediyor.”
Öyleyse şimdi Ömer’e düşen her yol ayrımında tekrar tekrar
Defne’nin karşısına çıkmak. Defne her ne kadar “benim yolum burası” dese de gün
gelecek hayat onu yeni bir kararın eşiğinde bırakacak. Ve umulur ki bu karar
aşktan yana olacak.
Çünkü bugün “Bitti. Bittim.” dese de aslında zamanın birinde
dediği gibi “Hiçbir şey bitmemiş gibi, hatta hiç bitmeyecek gibi”.
Sevgiler.