"Birini ikna etmek
istiyorsanız konuyu onun karşısına geçerek değil, yanında durarak
anlatın."
'İnsanları savunduğunuz şeye ikna etmenin yolları' temalı bir yazıda
yer alıyordu bu öneri. Bunu okuduktan çok değil belki birkaç gün
sonra kilitlenmiş olduğum ekranda yan
yana yürüyen bu çifti gördüğümde -nedense- bu öneri geldi aklıma. Bir kadın
ve bir adam yan yana yürüyordu. Kadın adama bir şeyler anlatıyordu. Uzun
bir süredir keşke anlatsa dediğim(iz) ama o an anlatmasını asla tahmin
etmediğim şeylerdi bunlar üstelik. Kadın adamın yanında duruyordu. Oysa ben
karşısına geçip gözlerinin içine bakar, belki de ellerini sıkı sıkı tutar,
sözcükleri boğazına düğümlendiği anda gözleri imdadına koşar diye tahmin
ediyordum. Ama kadın adamın karşısında değil yanında duruyordu. Muhtemelen
benim okuduğum o yazıyı okumamıştı ama doğru yerde durmayı başarmıştı.
Belki de o güne kadar durduğu en doğru yerdi.
“Her şey bir
oyunla başladı.”
Kadın, adamı aldı ve bir yolculuğa çıkardı. Hayat bir yoldur ya hani,
vardığın yer ya da başladığın yer kadar ikisi arasındaki mesafeyi nasıl katettiğin
de önemlidir. Tek bir yol yoktur asla. Doğrudan varış yerine götüren -en
azından götürmeyi vaat eden- kestirmeler de vardır. Çiçekli / dikenli,
uzun ve yorucu yollar da. Bunlar arasında tercih yapılabilir. Yürürken arkadan
gelecekler için taşları da temizleyebilirsin, hendekler de kazabilirsin
kimse sana yetişmesin diye. Gücün hiçbirine yetmezse sadece yürürsün
kendi yolunda.
İşte o kadın yani Defne kestirmelerin tekinsiz vaatlerine kanmadı hiç.
Kanmadı kanmamasına ama ürkeklikle tek başına çıktığı bu yolda çiçeklerle
de pek karşılaşmadı. Neyse ki kendi etekleri çiçeklerle doluydu ve fark etmeden yürüdüğü yola filizlenmeye
gebe tohumlarla dolu onlarca çiçek bıraktı. O çiçekler ki tohumları saçılıp
yeni çiçekler açacak ve o çiçekler eğer biri (Kendi de dâhil.) yuvaya
dönmek ya da her şeyin başladığı yere gitmek isterse yoldan çıkmasını
önleyecek, yol gösterecekti.

“Birlikte aynı yolda, aynı yöne
yürüyelim artık!”
Günlerden bir gün Ömer Defne'ye bundan sonra birlikte yürümeyi teklif
ettiğinde, Defne kendisini Ömer'e götüren yolu bir kez de Ömer'le birlikte
yürümesi gerektiğini anladı. Birbirlerinin elini bırakmadan devam edebilmeleri
için, yeni bir yola çıkmadan önce birlikte yürümeleri gereken çetin bir başka
yol daha vardı. Her şeyin başladığı yere geri dönmeleri gerekiyordu.
Defne girdi koluna Ömer'in ve yan yana başladılar yürümeye. Defne
Ömer'in tam yanındaydı. O yolda ilk kez yürürken onu yaralayan hangi diken
varsa, ayağına takılan hangi taş varsa gösterdi tek tek sevgilisine.
Karşılaştığı her diken, takıldığı her taş Ömer'in de canını yaktı.
Defne girdi
koluna Ömer'in ve yan yana başladılar yürümeye.
Peki ya o
yolda ilk kez yürürken Defne'nin eteğinden dökülen çiçekler, saçılan tohumlara
ne oldu derseniz? İşte şimdi o çiçeklerin, tohumların zamanı! Çünkü Defne'nin
zamanında saçtığı ve belki henüz filizlenmiş belki de hala toprağın altında
olduğu için görünmeyen o çiçekler bir bir açacak. Ve Ömer 'içim' dediği kadının
her zaman vaktinde gelen dokunuşlarını, sevilmeyi olduğu kadar sevmeyi de
şahane bildiğini, su gibi olduğunu hatırlayıp -nasıl unutabilir ki- emek emek
büyüttüğü çiçeklerle bezeli o yoldan artık dönemeyeceğini hatta artık tüm
yolların Defne'sine çıkacağını görecek.