Tatlı İntikam: Sevilmek, en çok sevmeyi bilene yakışıyor!

Tatlı İntikam: Sevilmek, en çok sevmeyi bilene yakışıyor!
“…Ben senin en çok gözlerini sevdim
Kah çocukça mavi, kah inadına yeşil
Aydınlıklar, esenlikler, mutluluklar
Hiç biri gözlerin kadar anlamlı değil…*”
 
Her ne kadar bölüme ayrı ayrı damgalarını  vurmuş olsalar da Ceyda'yı da Rüzgar'ı da yazmak gelmiyor içimden. Turgut Dede'den, Meliha Hanım'dan ve hatta Süheyla Hanım’dan da uzak durmak istiyorum ama aklımdakileri yazarken söz elbette onlara gelecek...


 
Tankut olarak anımsadığı kişiyi Sinan olarak tanırken, kendisi ile ilgili ufak ama önemli ayrıntıları (“Peki, gerçekten çok mutsuz olduğun zamanlarda hala herkesten gizli sufle yemeye gidiyor musun?”) hatırlamasının tadını çıkarırken söylemişti Pelin "Ben hep ölümsüz aşklara inandım." diye. Ölümsüz olacağına izleyicileri inandıran bir sevgiyi paylaşıyor şimdi onlar...  


 
Daha gidecek yolu olan Pelin-Sinan ikilisini, dedenin yere düşüşü ve Rüzgar’ın öfkeli bakışları karşısında bırakmıştık bir önceki bölüm sonunda. Hastane koridorunda beklerken öfkeli gözlere öfkeli sözler eklendi. Dedesine… Sinan’a… Pelin’e… (belki de en çok kendine…) oyun içinde oyun kurduğunu, bir yalanı gerçek gibi yaşamak istediğini görmezden gelen Rüzgar yaşananların tüm yükünü Pelin’in omuzlarına bırakmak istedi. Söyledikleri içinde en çok “Seni benden daha iyi kim tanıyabilir ki?” cümlesine takıldım. Tanıdığı(!) Sinan’ı en çok acıtacağını düşündüğü yerden, her seferinde yeniden kırmaktan çekinmeyen Rüzgar, bu hakkı kendinde gördüğünü önceki bölümlerde de göstermişti. Bu bölümde ise geçmişin izlerinde, Rüzgar’ın Sinan’ı ‘ustalık eseri’ olarak gördüğünü öğrendik…

 
 
Bu bölüme damgasını vuran diğer karakterlerse çocukları/torunları için ‘en iyisini’ istediklerine kendilerini inandırmış olan Süheyla Hanım, Meliha Hanım ve Turgut Dede oldu. Süheyla Hanım, tanıştıracağı kişinin Pelin’e iyi geleceğinden; Meliha Hanım Havva ve Necip’in evlat edinme planının vazgeçilmesi gereken bir karar olduğundan hiç şüphe etmedi. Oysa Süheyla ve Meliha Hanım kızlarına ‘Attığın adımlarda tökezleyebilirsin ama düşmeden elini tutmak için, düşsen yeniden ayağa kalkmanı beklemek için, seni anlamak ve bazen sadece dinlemek için’ buradayım diyebilselerdi keşke…
 
Uzak durmak istediklerimden, keşke’lerden geriye kalan Pelin-Sinan anlarını yazının sonuna bırakmak istedim. Bölüm biter bitmez aklıma gelen cümle de (Sevilmek en çok sevmeyi bilene yakışır.) bu sahnelerin etkisi ile aklıma düşmüştü..
 
Gerçeklerin ortaya çıkmaması için Pelin’e söyledikleri yüzünden pişman olmuş gibi davranan Rüzgar'ın sorusuyla bir kez daha gördüm ki sevda bazen bir anda düşer insanın içine ya da Pelin'de olduğu gibi usulca... Ve bazen sözcüklere dökülür Sinan’ın anlatımı gibi, kimi zaman dalıp giden gözlere, kimi zaman dudağın kıvrımına yerleşen bir gülümsemeye saklanır Pelin’in yüz ifadesinde olduğu gibi…  


 
Bölümün yoruculuğuna, fragmanın gerginliğine karşın yeni bölümü,

“İnsanın sevdiğini öpmesi ayıp değildir ki ama dedesine yalan söylemesi çok ayıptır. Öpüşmeye baktı diye kimse ölmez ki.” diyen Bengisu’nun çocuk aklının netliği…

Sinan’ın “Ben her anı mutlu olsun diye uğraşıyorum.” sözü ile vadettiği umudu…

Yıllardır saklanan kolyeye hak ettiği değeri hem sözleri hem gözleri ile fazlasıyla veren Pelin’in samimiyeti…

Ve en çok da ‘Söz mü Sinan?’ sorusuna cevabını bildiğin sorular sorma dercesine ‘Söz mü Pelin?’ diye yanıt veren Sinan ve Pelin’in sevdalı gülümsemesini hatırlayarak bekliyorum…
 
Seviyorum & seviliyorum… Gözlerim ‘sevda’ olmuş çok mu?
 
Bencil olmayan, can yakmayan, yaşadıkça coşku veren, güldüren, gülümseten, çoğalan, çoğaltan sevgilerde buluşmak dileğiyle...

* Sevi Şiiri, Ümit Yaşar Oğuzcan
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER