Güneşin Kızları: AlSel'e mektup...

Güneşin Kızları: AlSel'e mektup...
Sevgili AlSel,

Öncelikle bana, ‘sevgili’ kelimesiyle birlikte adınızı kullanma fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. Durup durup en tepeye, yazdığım o iki kelimeye bakıyorum. Çok iyi ya! Kusura bakmayın, sizi öyle görmek pek nasip olmadı siz de biliyorsunuz. Ama artık dünyada olmadığınıza göre ve oralarda da matematik diye bir şey olmadığına göre içim rahat. İçim çok rahat. Burada sahip olamadığınız her şeye oralarda bir yerlerde sahipsinizdir. Hak ettiğiniz mutluluğa sonunda kavuşmuşsunuzdur. Yani ben öyle umuyorum. Huzur ve mutluluğun sonunda sizinle birlikte olduğuna inanmayı her şeyden çok istiyorum. Hala geceleri bakıyorum gökyüzüne. Oralarda bir yerde siz varsınız diye. Karanlıkları aydınlatan bir yerde… Bu dünya kötü. Bu dünya çocuklar için çok kötü. Siz iki küçük çocuğa göre bir yer değil. Hayır, hayır değil. Kim bilir, belki de böylesi daha iyidir. Bu kadar uzak olmanız… Ama aslında bir o kadar da yakın… Çok uzak, çok yakın…

Bizi sorarsanız eğer biz özlüyoruz. Biz sizi çok özlüyoruz. 4 ay oldu. 4 koca ay. 120 gün. Zaman her şeyin ilacıdır derler ya inanmayın onu söyleyenlere. Yalan. Dünya denen bu tımarhanenin en büyük yalanı hem de. Yoksa aklıma siz düştüğünüzde hissettiklerim saçma. Çok saçma. Öfkeleniyorum. Çok öfkeleniyorum. Şimdilerde bir sürü yeni dizi var. Aynı konular, aynı olaylar. Ama ne biliyor musunuz? Hissedemiyorum. Onları izlerken ben, hiçbir şey hissedemiyorum. Sizden sonra bana kalan ceza bu. Ödediğim bedel. İçimdeki küçük Haluk kemer şaklatıyor:) Sizin yaşayamadığınız ne varsa yaşıyor ama onlar. Sizin aylardır yaşayamadığınız ne varsa onlar, bir iki gün içinde yaşıyor. Anlayamıyorum. Lise müfredatı değişmiş sanırım. Matematikten bazı konular çıkmış, bazıları eklenmiş. Tüm bunların sebebi, bu olsa gerek. İlginç… Olan yine size oldu. Üzgünüm. Hayır, hayır öylesine demiyorum. Gerçekten çok üzgünüm. Böyle olmasını asla istemezdim, biliyorsunuz. Asla.

Neyse biraz da iyi şeylerden konuşalım canım. Bugün küçük bir çocuk gördüm. Masmavi gözleri, upuzun dalgalı saçları olan bir kız çocuğu. Ali, gözleri senden daha güzeldi biliyor musun? Şaka yaptım, şaka, kızma hemen. Senin gibi bakmıyor kimse. Gözlerine bakınca okuyamıyorum ne hissettiğini, ne düşündüğünü… Ben, hep, gözlerin renkli diye bir sıfır öndesin, ondan böyle bakıyorsun sanırdım ama yanılmışım. Çok yanılmışım. Kusura kalma. Sen gidince anladım gözlerine hapsettiğin gökyüzünün, denizlerin, fırtınaların kıymetini. Ali, gözlerine bakmayı özledim ben. Çok özledim. Peki ya senin gamzelerin Selin? Herkes gülüyor, gülümsüyor ama senin gibi gülmüyor. Senin gibi değil. Dünyanın en güzel bahçesini andıran gamzeleri yok kimsenin. Gülünce parlayan koca gözleri de yok. Kimse bir çift mavi gözle bir çift koca gözün birbirine baktığı gibi bakmıyor. Birbirinize sarıldığınız gibi de sarılmıyor. Sizin kadar içten öpen de yok. İnanır mısınız sizin gibi kavga eden bile yok. Ben, size ait olan her şeyi çok özledim. Her şeyi. Senin sarı arabanı bile Ali. Evet, o lanet arabayı bile. O uğursuz araba.

Eee siz anlatın biraz da. Sinemaya gittiniz mi hiç? El ele yürüdünüz mü sahilde? Ne olur baş başa bir şeyler yapıyoruz deyin. Lunapark? Lunaparka gittiniz mi? Doya doya eğlendiniz mi her şeyden, herkesten uzakta? Hak ettiğiniz huzuru buldunuz mu? Mutlu musunuz? Sakın bana yine onun bunun derdine koşuyoruz demeyin, kızarım. Çok kızarım. Ay size ne canım, yeter artık! Bırakın ne halleri varsa görsünler! Siz bu kadar acıyı, bu kadar derdi hak etmediniz hiçbir zaman. Sıranızı çoktan savdınız. Murada ermek, kerevete çıkmak sadece masallarda oluyormuş. Bunu öğrendim ben de. Bu dünya, bana bunu öğretti. Bazen ben de geleyim diyorum yanınıza. Bir yıldız da benim yıldızım olur. Orda huzur içinde yaşarım sizinle. Bu dünyanın huzur rezervleri çoktan tükenmiş durumda. Değil. Hiçbir yer huzurlu değil artık. Siz yine didişirsiniz, bağırır çağırırsınız ama bilirim, kıyamazsınız birbirinize. Selin bir kez o koca gözlerini diksin sana, sen hemen affedersin onu, Ali. Senin de zaafın var Selin. Ben bilirim. Ali’nin içindeki o küçük çocuğa her şeyden, herkesten çok zaafın var. Bunu çok iyi bilirim. İçim rahat o yüzden. Birbirinizin evi olmaya devam ettiğinize eminim. Bilmiyorum siz beni, bizleri unuttunuz mu ama biz sizleri unutmadık. Kalbin hafızası unutmaz çünkü. Gönül bağı kurduğu hiçbir şeyi, bir daha asla unutmaz, unutamaz. Zaman zaman hatırlayınca canımız yanıyor. Canımız çok yanıyor. Yarım kalmak kötüdür çünkü. Yarım bırakılmak çok çok kötüdür. Sizin buradaki hikâyeniz de çok yarım kaldı. Ne yarımı, çeyrek kaldı, çeyrek. Oralarda biz göremesek de hikâyeniz devam ediyor, biliyorum. Olması gerektiği gibi, hak ettiğiniz gibi… Evli barklı insanlarsınız artık canım. Şimdi düşününce dünyanın en saçma şeyi gibi geliyordur size. Evlilik kim, siz kim? Bazen bunu hatırlayınca çok gülüyorum biliyor musunuz? Hatırladığım başka şeylerle birlikte buna da kahkahalarla gülüyorum. Haklıyım ama kabul edin. Böyle evlilik mi olur? Tamam, tamam sustum, tamam. Bu dünya zaten saçmalıklarla dolu. Size yaşatılanlar ne ki… Büyülü bir yer dünya, çok büyülü(!)

Ben sadece, sizi merak ettim. Sizi çok merak ettim, ettik. Yokluğunuzda size ait ne varsa sarılıyoruz. Sımsıkı hem de. Burada bırakıp da götüremediğiniz her şeye. Kimi zaman bir fotoğraf oluyor bu. Saatlerce bakıyoruz gülüşünüze, kısılan gözlerinize, kalbinizden yüzünüze vuran güzelliğe… Kimi zaman bir video oluyor, sol tarafta göğüs kafesimizin altında bir şeylerin attığını hissediyoruz yeniden. Ama hepsi aynı etkiyi bırakıyor. Aynı yer sızlıyor. İnsanlar anlamıyor, anlamak istemiyor. Bilmem, belki de haklıdırlar. Belki de sizi komple içimizden söküp atmamız gerek. Budur belki de. Bu özlemden kurtulmanın tek yolu budur. Sanmam. Hiç sanmam. Geçmez çünkü. Farkındayım, asla da geçmeyecek. Bizi bırakıp gitmeseydiniz olmaz mıydı? Biliyorum. Elbette biliyorum gitmek istemediğinizi ama… Ama bu gittiğiniz gerçeğini değiştirmiyor. Gittiniz. 4 ay önce siz buralardan temelli gittiniz. Hiçbir şey söylemeden öylece gittiniz. Gelseniz yine olmaz mı? Yine tutsak ellerinizden? Yine bağırsanız, çağırsanız, kavga etseniz? Oyunlar oynasanız, rüzgâra fısıldasanız... Olmaz değil mi? Hiç mi olmaz? Siz de haklısınız gerçi. Bu dünyadan ne buldunuz ki gelesiniz tekrardan. Benimki de laf.

Bana bir söz vermiştiniz ama unutmayın. Huzuru bulacağınıza dair sözünüz vardı bana. Yok, öyle, oh yan gel yat:) Bulacaksınız, o kadar! Bulun. Benim için olmasa bile, kendiniz için. Çünkü bulursanız eğer içim daha rahat eder. Evet, özlemim azalmaz ama hiç değilse bilirim. Orada bir yerlerde huzurlu olduğunuzu bilirim. Belki yıllar sonra elimi gökyüzüne kaldırır gösteririm sizi. Ordalar, huzurlular diye. Belki…

Ne çok uzattım ya. Dır dır dır dır başınızın etini yedim. Ben, bilmenizi istedim. Her şey unutulsa bile sizleri asla unutmayacağımızı bilmenizi istedim. Asla.

Koca gözlü kız! Mavi! Bir gün dünyaya dönerseniz, tamam anladık gelmeye niyetiniz yok ama işte bir gün olur da dönerseniz, biz sizleri bekliyor olacağız. Ne kadar zaman geçerse geçsin burada sizleri bekleyen birileri olduğunu unutmayın. Aklımızdasınız. Kalbimizdesiniz.

“Zaman nefes almakla geçen günler değil
 Birinin aklında olmakla ilgili biraz”

Birbirinize de iyi bakın. Ben sizi birbirinize emanet ediyorum. Biliyorum, gözünüz gibi bakarsınız. Ali’nin Selin’i, Selin’in Ali’si… Haydi, kalın sağlıcakla. Uzayın huzurlu çocukları…

Sevgiler,
Alselzede

Not: Ha unutmadan bizimkiler bir iddiaya girdi. "İlk çocuğunuz kız mı olur, erkek mi olur" diye. Bir kısım kız olur, saçlarını savura savura yürür diyor. Bir kısım erkek olur, mavileri misafir eder diyor. Laf aramızda ben, erkek olur, diyorum. Bilmiyorum ya, içime öyle doğuyor. Sarı saçlı, koca gözlü, anne babası gibi atarlı bir şey:) Uzay Mertoğlu… Aman canım, sağlıklı olsun da. 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER