Yazarın bir bildiği
vardır elbet, şimdi işin yoksa düşün dur: “Ben bu hayatta aynı günde üç kere
gördüğüm biri var mı ki?
Benim kaderimin yazgısı
yıllar önce aynı gün içinde şehrin farklı köşelerinde aynı taksiye
binmekten öteye geçmediği için en iyisi gelin diziye dönelim.
Yaz dizileri birer birer
ekranlarda yerini alırken ve hemen hepsinin -hikâye örüntüsü farklı bile olsa- karakterlerinin zengin erkek - fakir kız teması üzerine oluşturulduğunu görüyoruz. İşte bu
nedenle ‘Yüksek Sosyete’ karakterleriyle ters köşe yapıyor izleyiciyi:
birbirlerini farklı bile bilseler onlar ‘zengin’ kız ve ‘fakir’ erkek…
Günün sonunda kesişen
yollar büyük bir aşka gebe olacak, besbelli… Bu nedenle Cansu ile Kerem üzerine
çok yazılır, konuşulur… Ben, dizideki en ‘minnoş’ karakter hakkında yazacağım:
Ece (tersten okununca da Ece)
Hayat yolculuğunda engeller seni zorlasa da kendin gibi olma ‘Ece’ gibi
ol.
Ece basit bir tanımla cıvıl
cıvıl bir karakter. Heyecanlı, cana yakın, hemen sahiplenen ve koruyan kollayan,
günümüzde alışık olmadığımız kadar yardımsever, güldüğünde yüzünde güller açan, heyecanlanınca
zıplayarak yürüme alışkanlığını bu yaşında bile değiştirmemiş, enerjik ve her şeyden öte hayata olumlu
yaklaşan bir karakter.
Ece’nin kırgınlıkları yok
mu hayata karşı, elbette var… İleri ki bölümlerde belki detayını öğreneceğimiz
onu bi’ başına bırakıp giden annesi… Bu nedenle belki de mutluluk oyunu
oynuyor, kim bilir?
Ece’nin Kerem’i, yani
nam-ı diğer Mert Çalhan’ı ilk gördüğünde duyduğu heyecanı Cansu ile paylaşma
sahnesi benim bile içimi pırpır ettirdi.
İlk görüşte aşk değil belki ama ‘platonik aşk’ budur işte; insanı
‘aradığım adamı sonunda buldum’ dedirtir.
"Hayatımın aşkı, çocuklarımın
babası daha adını bilmiyorum ama kesin ruh eşim, güneşim”
Ece’nin Mert’i ‘boyu 2
metre, dudakları iki kiraz, gözleri mercan, burnu lokum, yanakları iki büyük
marshmallow’ olarak betimlemesi yok mu, değme şairlere taş çıkartır.
Karaktere can veren Engin Öztürk de yakışıklı adam, doğruya doğru. Tam da
“çikolata parçacıklı kurabiye” tadında…
Ece de ‘kahraman’ beyaz
atlı prensinin onu atının terkisine atıp götürmesine dünden razı, Cansu’nun
onun kim olduğunu -kendince- tanıması ile bu prensin über zengin Mert Çalhan
çıkması ekmek kadayıfının üzerindeki Afyon kaymağı değil de ne?
Platonik aşkın kurallarını
da pek doğru uyguluyor, evrene verilen doğru
mesajlara ait tanımları gün geçmeden kullanmaya başladı bile: ondan bahsederken ‘kocam’, üçüncü şahıslara bahsederken ‘enişten’ ve
kendinden bahsederken ‘Çalhan’ların gelini’ diyerek evrene mesajlarını yolluyor.
Böylesine bir aşkın ‘karşılıklı’
olanı sana nasip olur inşallah diyelim Ece’cim de, Kerem’in kalbinin sahibi
çoktan var bile, biz sana ‘gerçek’ Mert Çalhan’ı verelim. Çünkü anlaşılan onun
ilacı sensin.
Unutmadan; karaktere
hayat veren Meriç Aral’ı izlemek öyle keyifli ki yolu açık, şansı bol olsun…