Bölümü
izler izlemez yazılsaydı bu yazı bambaşka bir başı bambaşka bir sonu
olabilirdi… Bölüm biter bitmez verilen fragman, sevgili Sinem Özcan’ın
yorumu, verilen
ikinci fragman, hikayenin ilerleyişine ilişkin yeni beklentilerle bölüm sonrası
düşünce ve duygularım da yeniden şekillendi.
Pelin’in
çocukluk hayallerinden kopup gelen, ‘mükemmel’ olmasını beklediği düğünde
açıldı Tatlı İntikam sahnesi… Hem Pelin hem Sinan tam da hayatlarının dönüm
noktası olarak gördükleri bir günde karşı karşıya -üst üste mi demeliydim acaba
-
geldiler yeniden…
Kadayıf'ın üstü de yanacak!
Hayatlarının
böyle bir noktasında karşılaştıkları ilk anda Pelin’i hatırlayan Sinan geçmişin güzel duygularını (Filiya’nın ilk menüsünün
‘ilk aşk’ olması gibi), yüklerini hızlıca soktu hayatına. Pelin’in
hatırlaması biraz daha geç olsa da, ayrıntılarını zaman içinde öğrendiği,
öğrendikçe pişmanlığının arttığı geçmişle yüzleşmeye ve hatta mümkünse tamir
etmeye gönüllü oldu.
Geçmiş
geçmiş demişken… Hem Meliha Hanım hem Rüzgar hatırlattıkça, zihnimde ‘ama’ları
harekete geçiren Tankut’u o uçurumun kenarına getiren olayın asla sadece Pelin’in
söyledikleri olamayacağı düşüncesini de buraya not etmeden geçmek istemiyorum. Fiziksel
görünümüyle, duygularını ifade etme gücüyle, ailesiyle, arkadaşlarıyla,
yaptıkları yapamadıklarıyla, o güne
kadar ne biriktirdiyse hayatında Tankut’u o uçurumun kenarına getiren onlar… Hikayenin
bir noktasında özellikle Meliha Hanım’ın bu gerçekle yüzleşmesini bekliyorum.
Uçurumun
kenarından kendi şefi olduğu restoranı açma yolunda ilerlerken sadece
sevilebilir olduğuna inanmak değil hayallerinin, yetkin olduklarının değişmesi
güçlü kılmış Sinan’ı. Ve değişirken -son bölümde de tekrar yüksek sesle
söylediği gibi- Pelin’i hem acıyla hem sevgiyle içinde taşımaya devam etmiş.
Son
bölüme gelmeden önce uzun bir giriş oldu. Söylemek istediğim daha çok söz,
hatırla(t)mak istediğim o kadar çok adım var ki Pelin ve Sinan’ı bir araya
getiren. Ama bir yerde nokta koyup bugüne gelmeli.
Bu
haftaya gelmeden önce (bu yazı için ) son kez yakın geçmişe dönmek
istiyorum. ‘Gerçek aşk’ı arayan Pelin’in aslında bulamadığının kendi içindeki
aşk olduğunu bir kez daha gördük bu hafta. Kendi içinde ‘aşk’ olmadığında
başkalarınca tanımlanmış ‘mükemmel’ içinde aradığı mutluluğu sadece ‘onsuz
olmaz’ dedirten kişi ile bulabileceğini biliyor artık Pelin. ‘Mükemmel olmayan’
bir ilişkiyi kabul ettiğini gösteren en güzel sahne de bir önceki bölümde
geldi. Sinan ile dürümcüde oturduklarında zihninde dönen “Bu sefer öpücek. Ama
ilk gerçek öpücüğümüz dürümcüde mi olmalıydı?” sorusuna hiç düşünmeden verdiği
“E, aşçı adam sonuçta. Ben de Adanalı’yım. Dürümcü normal aslında.” deyişiyle
sevdiğine kendiliğinden bahane buluveren o iç sesini çok sevdim.
Bana ellerini ver!
Bu
bölümün yüz güldüren Pelin iç sesi ise ‘Sevgilim dedi. Ben demeden o dedi.’
cümlesi ve tabii ki eşlik eden yüz ifadesi oldu. Yeniden çarpıştıkları ilk
andan itibaren içinden geldiği gibi davranan, “Ayrı kalamadım daha fazla,
buraya gelmek istedim.” diyebilen, Sinan’ın bile “Israr etseydim keşke. Gerçi Pelin
bu, böyle bir şey istese kendi söylerdi.” dediği Pelin’in doğrudan Sinan’dan
gelen o sözcüğe mutluluğunu çoğaltmak için ihtiyacı vardı.
Bak ya!
İlk
bölümden itibaren duyguları ile karar veren hatta bazen karar bile vermeden
harekete geçen bir adam olduğunu gördüğümüz Sinan’ın hayal kırıklığının
özellikle Pelin söz konusu olduğunda kolayca öfkeye dönebildiğini de tanık
olduk. “Senin bu saf, doğal hallerini çok sevdiğimi söylemiştim, değil mi?”
diyen, tüm şiirlerini ‘Portakal Çiçeği’ne yazdığını itiraf eden Sinan belki de
‘ne oldukları’na dair adım atmak üzere çalmıştı Pelin’in kapısını. Sonrasında Pelin’i
Kerem’in yanında görmesiyle ortaya çıkan öfkesi, bir anda karşı karşıya kaldığı
“Bugün de mi yaşamak istiyorsun, geçmişte mi?” sorusunun şaşkınlığı ile
Pelin’in kapısında kalakalan bir Sinan gördük.
Yan yana da çiçek açarsınız..
Ateş
böcekleri eşliğinde iç seslerinden duyduğumuz ‘İlk ve son aşkım’ ve ‘Tek aşkım’
cümlelerini birbirlerine söyleyebilmeleri için duygularının ifadesi o ilk
öpücük anahtar oldu. Sevmenin, sevilmenin, sevildiğine inanmanın iç içe geçtiği
bu sahnedeki Pelin ve Sinan’ı çok sevdim.
Pelin
ve Sinan, dünü değil bugünden başlayarak yarını yaşamak üzere ‘biz’ olmayı
kutlarken İstanbul’da ortaya çıkan gerçekler romantik anlarını noktalamaya
gittikleri göl kenarında onları yakaladı. Son bölümlerde tek başına hayal
kırıklığı içinde kalan Pelin yerine, Sinan ve Pelin’i bir arada benzer bir
duyguda bırakmak bile önceki bölüm sonlarına göre iyi geldi bana.
Pelin’in
güvenini yeniden kazanmaya çalışan Sinan’ı izlemek üzere bizi bekleyen bölümü
merakla bekliyorum.