Hayat Şarkısı: Bir Hülya var, Hülya'dan içeri..

Hayat Şarkısı: Bir Hülya var, Hülya'dan içeri..
İnsanlar "istediklerini elde etmek için bekleyenler" ve "istediklerini elde etmek için savaşanlar" olarak ikiye ayrılsaydı ben kesin "bekleyen" olurdum; Hülya ise kuşkusuz "savaşan". 

O, karar veren, hedefe kitlenen, kafasına koyup vakit kaybetmeden aksiyon alan; ben her daim kararsız, aklının bir köşesi hep seçmediği şıkta kalmış, harekete geçmekte gecikmiş ama sabır dedin mi dağları kıskandıracak kadar iradeli. Ayrı dünyaların insanıyız vesselam. Ama geldi yakaladı beni işte, henüz benim de bilmediğim bir yerden.

Şimdi oturmuş pür dikkat, üstelik de hayranlıkla kararlılığını, soğukkanlılığını, zekasını ve cesaretini izliyorum. Ve görüyorum. Pişmanlıklarını, kalp kırıklıklarını, kalbine yenilen aklını ve korkularını görüyorum. Çevresine gösterdiği Hülya ile içine hapsettiği Hülya'nın savaşını görüyorum. İstedikleri, aldıkları, aldığını sandıkları, hırsları ve savaş yaralarıyla muzaffer bir komutan gibi.

Kerim'i istedi; aldı. Ondan bir bebeği olsun istedi; oldu. Kocaman bir ailesi olsun istedi; o da oldu. Cevher'lerin küçük gelini, Kerim'in karısı muradına erdi galiba. 

Karar vermeden önce bir de Hülya'nın gözlerine mi sorsak? Kerim yanında uyuyup ona doya doya sarılamayan, kucağındaki bebeği her an kaybetme korkusuyla yüreği ateşlerde olan; kocaman ailesi daha bir hafta olmadan çatırdayan Hülya'nın kimi zaman korku dolu kimi zaman yaşlı gözlerine sorsak. Zafer ilan etmek için acele ettik belki de. 

Bu bölüm en çok ablasının gözlerinde gördük gerçek Hülya'yı. Ablası, Hülya'nın sıkıştığı kapanı bile bilmiyor henüz üstelik. Ama gördü, küçük kız kardeşinin gözlerindeki yalnızlığı. Çünkü bir tek o tanıyor kardeşini. O biliyor kardeşinin gerçek hayallerini. Zaten Hülya'nın sarhoş Kerim kollarında merdivenlerden çıkarken dönüp ablasına bakan gözleri "beni yalnızca sen anlarsın" der gibi bakıyordu adeta. Ya da içinden geçirip de ablasına söyleyemediği sözler "ne olur, bana böyle, acı içinde bakma" idi. Çünkü bazı şeylerin üstesinden gelmenin bir yolu da budur: Canını yakan her ne ise o yokmuş gibi davranmak.

Hülya da hayata karşı gardını böyle alıyor. Ablasına "Çok mutluyuz biz Kerim'le!" derken de, kapıya eski sevgilisinin kollarında sarhoş gelen kocasına sevecenlikle "Canım, kötü bir şey mi oldu, kaza mı yaptınız?" diye sorarken de, kendi yöntemleriyle hayatta/ ayakta  kalmaya çalışıyor sadece. Yoksa tabii ki taştan değil, tabii ki yüzsüz değil. Hesabını erteliyor sadece. Çocukken yaptığı gibi eline geçen ilk taşı atmak yerine durup derin bir nefes alıp bir taştan daha çok acıtacak şeyi bulana kadar erteliyor. Yine de bazen size de bir an boş bulunsa yıllar evvel küçük Kerim'in sırtına taş atan o küçük kız olarak kaşlarını çatıp bağıracak gibi gelmiyor mu? 

Yoksunluğu, yoksulluğu, büyük umutları ve zaman zaman derin hırslara dönüşen hayalleri yoğrulup onu bugüne getirdi; Cevher'lerin gelini, Kerim'in karısı, Mehmet'in annesi yaptı. İyi ama hiç çocuk olamamış biri, tam anlamıyla bir kadın, bir anne, bir sevgili/ eş olabilir mi? İzleyip göreceğiz.





BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER