Kara Para Aşk'tan yola çıkan bir deneme: Tam dibe vurdum derken...

Kara Para Aşk'tan yola çıkan bir deneme: Tam dibe vurdum derken...
Kara Para Aşk geçtiğimiz yaz bitti. Her hikaye gibi inişleri ve çıkışları oldu; biz de sevenleri olarak olduğu gibi kabul edip aldık, başımızın üstüne koyduk. Ben, her bir hikayenin izinin /tortusunun her dinleyici / izleyici için farklı olduğuna inanırım. İş bu yazı da sıradan bir izleyicinin neden bu hikayeye kapıldığı sorusuna verilebilecek
yüzlerce cevaptan sadece biridir. Çokca kişisel yargı içerir.

Tam dibe vurdum derken... 
Kara Para Aşk izleyicisi çok iyi anımsar bu sahneyi: "Tam dibe vurdum derken karşıma sen çıktın!" der Elif Ömer'e. Bense dibe vurduğumu bile fark edemeyecek bir durumdayken tesadüfen duydum bu cümleyi ve nasıl olduysa o anda tuttu çekti beni kolumdan. 

Evet, bir kurgu karakter söylüyordu bunu, karşısındaki bir diğer kurgu karaktere. Ama gerçeğinden çook uzaklara düşmüş olan 
beni bir anda sarsmayı başardı, bu sahne. 

İşte o andan itibaren sert bir yüzeyin sivri bir cisimle delinip çatırdayarak katman katman yarılması gibi açıldı 
farkındalık kanallarım. Evet, ben de fena halde dibe vurmuştum, bilincimi kaybedip akıntıda savruluyordum. Ve evet, biri gelip beni buradan çıkarabilirdi. Çıkarmalı idi.

Sonra o 'biri'nin gelmesini beklemeye ve kendimi yerine koyduğum o kurgu karakterin hikayesini takip etmeye başladım. O, yüzeye çıkmaya çırpınırken de, sonra yüzeye çıkıp durgun sularda sırt üstü yüzerken de, yeniden dalgalara kapılırken de izlemeye devam ettim. Onun hikayesi akıyordu, oysa benim beklediğim gelmiyordu. Yani kimse beni tutup dipten çıkarmıyordu.

Artık bilincim yerine gelmişti. Ama kendi çırpınışlarımı görmekten başka bir işe yaramayan bu farkındalık ne işe yarayabilirdi? Kurgu ile gerçek birbirine giderek karışırken, kendimi bildim bileli hep savaş halinde olduğum "zaman" bana yardım edebilir miydi?

Zaman benimle savaşmaktan hiç vazgeçmedi. Elbette çok güçlüydü ama benim de ona karşı etkili bir silahım vardı: Sabır. Yani ben sabrın zamana karşı bir silah olduğunu düşünürdüm, bir zamanlar. Şimdi düşününce aslında bir çok savaşta benim mağlup olmama sebepmiş sabır denilen erdem (!). Sabrım bu savaşta karşı tarafın silahıymış aslında, sonradan fark ettim. 

Bekledim, bekledim.. Dedim ya beklemek benim işim. Ama beklemek hiç bir işe yaramadı. Beklemek yetmezdi, çırpınmak gerek; kulaç atacak gücün olmasa da hareket etmek gerekti. Sonra bir baktım yavaş yavaş yükselmişim. Biri beni çekip çıkarmasa da çıkabiliyormuşum oradan. Boşuna savaşmışım yenilmeyecek olanla, yani zamanla. Ben hayatta beni güçlü tutacağını sandığım şeye yenilmişim aslında. Ne zamanki beklemeyi bırakıp çırpınmaya başladım, işte o zaman yeniden nefes almaya başladım. 

Henüz gün ışığına ulaştım sayılmaz -belki kimse oraya ölümden önce ulaşamayacak- hala koyu derinlerle suyun yüzeyi arasında bir yerlerde salınıyorum. Umuda sarıldım, erdem süsü verilmiş o sinsi düşmanı yenmeye çalışıyorum.

Kurgu kahramanımız (hepimizin malumu) birçok kurgu kahramanı gibi mutlu son umuduyla bitirdi izlediğimiz hikayesini. Ama benim zihnimde hala, o aşkla ve umutla baktığı adamı öptüğü haliyle durur. Hala durur ve yüzüme kırık bir gülümseme; umuduma ışık olur.

"Tam dibe vurdum derken karşıma sen çıktın!" 

Zaman zaman gözlerimi kapatıp o sahneyi ilk kez izlerken hissetiğim şeyi tekrar yaşamaya çalışıyorum. Saniyeler içinde, hızla ve aynı anda hücum eden o "umut" ve "eksiklik" duygusunu! O cümlenin zihnimin duvarlarına çarptığı andaki sarsılmayı! Sarsılayım ki, o gün duyduğum anda nefesimi tutmama sebep olan duygu, bugün derin bir nefesle yeniden hayata dönmeme sebep olsun.

Çünkü bazen yeniden başlamak için sarsılmak hatta dibe vurmak gerek. Yeter ki farkında olun ve bilin sizi sarsan o şey her neyse iyi ki çıkmış karşınıza! Onu sevin!
 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER