Zeynep olmak da ayıp değil, Esma olmak da

Zeynep olmak da ayıp değil, Esma olmak da

Birbirimizi anlayamamak üzerine yoğunlaştığımız şu günlerde heybesinde bir yığın hoşgörü ve iyi niyetle ekrana merhaba diyen bir işle tanıştık bu yaz: Diğer Yarım. Tanıtımları döndüğünde ziyadesiyle heyecanlandığım, ilk bölüm sonrası sosyal medyada fink atıp tepki ölçtüğüm doğrudur. Seyirci profilinin tamamını temsil etmese de sosyal medyanın televizyon yapımları üzerinde müthiş bir güce sahip olduğu kanaatindeyim. Okuduğum yorumların pek çoğunda seyircinin, ekibin iyi niyetli selamını alıp başüstüne koyduğunu gördüm. Nadir de olsa hikayenin ‘ötekileştirmek’, ‘aşağılamak’ gibi amaçlar üzerine kurulduğunu savunan fikirler de okudum. Buraya okuduklarımı değil seyrettiğimi ve hissettiğimi yazacağım fakat.

Diğer Yarım, omuzladığı yükten bağımsız değerlendirdiğimizde usta oyuncuların hayat verdiği renkli karakterleri, sıcak mahalle dokusu, Karadeniz yemekleri ve müzikleriyle naif, şeker bir iş. Ailece çayını, çekirdeğini alıp gözünü kapamadan, sesini kısmadan izlenebilecek, insanın hayatının orta yerine çöreklenme gibi gailesi bulunmayan bir hikaye. Bir diğer yönüyle değerlendirirsek hocası, camii, şivesi, töresi, şarkısı, türküsü, başörtülü, başörtüsüz kadınları, içki içen, içmeyen, oruç tutan, tutmayan insanları, her durumda sevebilen, her haliyle gönül teli titreyen kahramanlarıyla tam bir Türkiye fotoğrafı. Çerçeveletip duvara asmamız ve sıklıkla karşı karşıya kalmamız gereken bir ülke profili.

İşte bu yüzden çok önemsiyorum bu diziyi. Hani hep söylenen o ‘iki ayrı mahalle’yi birbiriyle kucaklaştırma gayesiyle dertlendiği için. Ne başörtülü karakteri Esma’yı mükemmelleştirmek, ne örtüsüz karakteri Zeynep’i küçük düşürmek gibi bir yanlışın peşinden gitmediği için. Geçtiğimiz yıllarda yine başörtülü kadın karakterlerin konu edildiği dizideki gibi başörtülü kızları çağın çok dışında giyiniyormuşlar edasıyla ninem zamanından kalma kostümlerle donatmadıkları için… Bu ‘için’leri çoğaltabilirim. Çünkü insanımızın birbirinden bunca uzaklaştığı bir dönemde böyle bir yükü sırtlanıp kalemini samimiyetle bu uğurda oynatmayı çok kıymetli buluyorum. Çünkü ben Zeynep de, Esma da oldum. Keşke ülkemizde bu tip bir konunun hikâyeleştirilmesi gülünç ve saçma olsa idi. Ama değil.

Bu ülkede Esma olmak ayrı, Zeynep olmak ayrı dert. Daha doğru bir deyimle Esma olmak ona, Zeynep olmak ötekine dert. Ama inanın Esma olmak da ayıp değil, Zeynep olmak da. Aynı rüzgarda birinin başörtüsü, birinin saçları uçuşan kız çocuklarınız aynı şarkıları söylüyorlar kolkola. Bir bakın. Sizin üzerine çarpı attığınız başörtülü kızlardan birine oğlunuz kalbini veriyor. Kiminizin ‘hayatta öyle aileye kız vermem’ diye inat ettiğiniz farklı kültürdeki bir aileye kızınız gelin oluyor. Biz oluyoruz böylece. Senlik benlik bitiyor. Ortada birbirini tanımayan iki ayrı yaka varsa, bu hikâye o ilk buluşmanın kırmızı karanfilidir. Diğer Yarım, bize çok uzak ülkelerden peri masalları değil, ne yazık ısrarla görmek istemediğimiz ‘kendimizi’ anlatıyor. Ona fırsat verin. Diğer yarınızı sevmek için kırmızı karanfilinizi takın gelin.

Emek veren herkesin gönlüne sağlık.
 

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER