Son yıllarda çok izleyici toplamış Hollywood yapımlarının ortak bir sloganla "how it all began" yani "her şey nasıl başladı" diyerek izleyiciyi yıllar öncesine götürmeyi ve hikayelerin başlangıç noktalarını sunması bir trend haline gelmişti. Bu furyanın yayıldığı dönemlerde, beni öyle derinden etkileyen, iyi ki de hikayenin nasıl başladığını görmüşüm dediğim bir yapım olmadı.
Açıkçası Kiralık Aşk'da aynı yöntemle yapacağı geçmişe yolculuk da; Barış Arduç'suz ne kadar başarılı olabilir sorusunu aklıma getirmedi değil. Ama bölümü izleyince Meriç Acemi ve ekibine güvenim bir kez daha perçinlendi. Lafın en başında oyuncularımıza, senaristimize, yönetmenimize, teknik ekibe alkışlarımızı gönderelim. İyi bir iş çıkardılar.
Amerika’da, bu hafta #manfromthefuture hashtag'i Twitter da top trend olurken, Türkiye’de de gönül isterdi ki #Ömerfromthefuture etiketi zirveyi sallamış olsaydı. Katılanlar var mı?
Kiralık Aşk'ın başladığından beri avucumuza "çözün" diye bıraktığı sembollerle malumunuz hepimiz içli dışlı olduk! Yalancı kuş'la başladık, kar baykuşu ile devam ettik. Bir de bu bölümde nur topu gibi pardon "ateş topu" gibi bir Si-murg / Anka kuşu'muz oldu. Kiralık Aşk'ımızın 30'uncu bölümü; tamı tamına 30 kuştan oluşan Simurg'a ancak bu kadar akıllıca benzetilebilirdi. Birbirinden farklı tam 30 bölümü, küllerinden "yeniden" başlangıç yapabilen Zümrüd-ü Anka Kuşu metaforuyla geride bırakabileceğimizi kim düşünebilirdi ki, tabii ki Meriç Acemi!
Kaf dağlarında değil bildiğin kiralık aşk dağlarında yaşatıyor bizleri. Anka kuşumuz, efsanevi hikayesinde 7 vadiyi aşarak yol alırken! Bizler de dizimizin içinde ucu 7'ye bağlanan her göndermeyi çözümleyerek yol almaya çalışıyoruz. Mitolojide yaşamanın, eşsizlik mantığı da bu olmalı..
Gelelim klişelerden uzak bölümümüze! Gözlerim buğulu buğulu, zaman tünelinde, Ömer'in çizdiği yelkenliye binerek, 10 yıl öncesine gittim... Kalbimde engelleyemediğim bir buruklukla, tanıklık ettim karakterlerin geçmişte yaşadıklarına... Halbuki her kesilen sahneyi, her cevapsız bırakılan soruyu, kuşkulara neden olan karakterlerin davranışlarını; gözlerimi kapayarak, hayallerimle süsleyerek, makul cevaplarla donatarak sonlandırmıştım. Yeter sanmıştım Ömer'i ve Defne'yi anlamaya. Ama yetmezmiş...
Çocuklar, çocuklarımız en değerli varlıklarımız. Bir anne ve babanın, çocuklarının hayatlarından ellerini isteyerek veya istemeyerek çektiklerinde ya da çekmek zorunda kaldıklarında, neler olabileceğinin en duygulu örneklendirilmesini izledik bu bölümde.
Genç delikanlı Ömer; madalyasını gururla, iyileşeceğini ümit ettiği annesine hediye edebilmek için, hevesli adımlarla, kavuşmak istiyor. Her çocuk istemez mi hasta annesinin iyileşmesini? Hangi çocuk hazırdır ki bir veda konuşması duymaya? Ya peki bir anne hazır mıdır evladına "son" nefesinde, "son" nasihatlarını, "son" cümlelerinin içine sığdırmaya, "son-suz" sevgisini bırakarak veda etmeye?
Ömer kızgın, Ömer üzgün, Ömer çaresiz. Ama Ömer "yalnız" değil! Kimsesiz hiç değil! Kendi yalnızlığını yaşasa da, dört tarafı onu sevenlerle çevrilmiş. Mesela ustası var. Yaşadığı buhranın içinden çıkmasına, kendisine gelmesine, yoluna ışık olmuş o meşhur ustası. Ömer'in hayatına bir mucize gibi, dedesi tarafından usulca yerleştirilmiş olan Sadri Usta. Bir başka deyimle Ömer'in zor zamanlarındaki pusulası. Öyle bir pusula ki Ömer ona, "sen söylesen ben yapsam" diyecek kadar güveniyor.
Amcası var. Bir amca düşünün yeğeni için çırpınıyor, aklı fikri kendisine emanet edilmiş yeğeninde, ama yaklaşamıyor. Kendi kızının eriyişini göremeyecek kadar yeğeninin derdinde bir amca. Necmi Bey'i geçmişe yolculukda tanımanın mutluluğunu yaşadım bu bölümde.
Yengesi var. Yengelerin en güzeli Nero. "Sen benim doğurmadığım oğlumsun" diyebilecek kadar yeğenlerini seven yengeler kaldı mı? Meraktayım. Bu nasıl bir duygu aktarımı, bu nasıl bir sevgidir? Kaç tane yenge tanıyorsunuz, tek taşını bir saniye bile düşünmeden, "hani sıkıntıya düşersen" diyerek yeğenine verebilecek? Nero'm şoklardayız, ne harika bir kalbin varmış senin. Sen de Defne gibi bravolarımızda yaşar hale geldin. Sana geçmişte yaşamalar yakışırmış da biz bilememişiz.
Ömer'in en yakın arkadaşı, kardeşi Sinan'a gelelim. Hep yanındaymış Ömer'in, hiç bırakmamışlar birbirlerini. Sinan hep aynı Sinan'mış. Hiç değişmemiş. Hep sevecen, hep anlayışlı, hep mutlu. Çok da çapkın değilmiş sanki.
Biri İz mi dedi? Kim dedi? Niye dedi? Ne geçmişte, ne şimdiki zamanda, ne de gelecekte; "biz Ömer'le İz'iz" diyen bir vızıltı duyarsanız es geçin, takılmayın. Tek takılmamız gereken ince nokta "6 aydır evrakları topluyorsun, bana söylemedin" diyen ve köprüleri yakan Ömer'in, yalanı sevmediğinin bir kez daha bizlere hatırlatılmasıydı. İz'i bir çırpıda, dinlemeden silmesi de ürkütücüydü. İz'e çekip gitmeler çok yakıştı o da ayrı konu. (Ama Defne'mi kimse silmesin, Sadri usta'ya da kimse dokunmasın.)
Ömer kimsesizliğini yaşadığını zannederken, o kocaman, aşılmaz soğuk duvarlarını örerken, aslında hep korunmuş, kollanmış ve hiç de farkına varmamış. Ömer annesinin miras bıraktığı tüm değerlere de sahip çıkarak; iyi insan olmus, adaletli olmuş ve tam bir beyefendi olarak yetiştirmiş kendini. Sakinliğini bozmadan hep aklıyla hareket etmiş. Müziğe, kitaplara sığınmış. Duygularını askıya almayı da unutmamış! Güçlü kökleri ve vazgeçmediği hayalleriyle yeniden kurmuş dünyasını...
Peki ya Defne? Mahallemizin külhani kızlarındanmış da haberimiz yokmuş. Hafiften de hırslıymış. Anlaşılan huyu da suyu da hep aynıymış Defne'mizin. Annesinin bilerek ve isteyerek, yüz üstü bırakmasıyla yaşadığı travma nasıl da yüreklerimizi mühürledi.
Yüksek sesi, "Yalnızım, kimsesizim duyan yok mu, isyanımı anla artık hayat" demekmiş meğer. O kız bağırmasın da kim bağırsın? Kimsesizliğine akıttığı gözyaşları, "neden neden" diyerek patlaması, "hiç mi sevilecek bir yanımız yoktu" diye kendisini suçlarcasına haykırışı kalplerimizi eritti. "Ömrüm de, nefesim de sizlere feda olsun" diyen Türkan teyzemiz, anneannemiz hepimizin gözlerinden yaş olup aktı!
Bir genç kızın hayal kurabilmesi kadar masum ne olabilirki bu hayatta? Defne'miz nasıl hevesli, nasıl başarılı, ışıl ışıl parlayan, heyecanla uçarak gittiği sınav yolunda, tesadüflerin en yakışıklısıyla çarpıştı. Dünyanın küçük olduğu da Defne ve Ömer sayesinde kanıtlanmış oldu. 10 yıl önce çarpıştığınız herhangi bir insanın yüzünü hatırlamanız çok zordur. Fakat bir rengi hatırlayabilirsiniz. Ömer Bey, kızıl saça ilginiz algıda seçicilik yaratabilir. Sempati duyar, beğenir hale gelebilirsiniz, aynı rüyalarınızda yaşandığı gibi. Kökleri geçmişte fark edilmeden atılmış bir beğeni, kafede karşınıza çıkabilir ve öpücükle sonlanabilir.
Defne'nin kazandığı sınav, annesinin terk edişi, abisinin sorumsuzluğu ve anneannesinin çaresizliğiyle hiçe gitti. Ve bir genç kız daha kurduğu hayallerinin çöküşünü izledi. Tüm hayalleri kabus gibi yıkıldı omuzlarına. Kim vazgeçmek ister ki hayallerinden, ama Defne vazgeçti. Hem de sesini bile çıkarmadan… Neden sevdiği belli oldu, sürekli taktığı bileziklerini. "Hayal"lerine kavuşabilmek, ağladığı hayatına bir gün "gülümse"yerek bakabilmek ve "sev"ebilecek birisinin çıkacağına inanmak için... İnşallah Defne’m sabret!
"Ev alma, komşu al" atasözümüzün doğruluğunu kanıtlayan Nihan-İso-Defne üçlüsü ne harikalardı. Acım acındır, mutluluğun mutluluğumdur, her ne yaparsan yap, sırtını bana dayayabilirsin. Düşersen elinden tutarım, ağlarsan mendilin olurum. Dostluk temellerinin nasıl atıldığını görmek beni çok mutlu etti. Olsun da Nihan gibi temiz, İso gibi mert dostlarımız olsun. Serdar gibi de abimiz sakın olmasın. Geçmişde yaşayan değil, gelecekde yaşayan Serdar kabulümüz. Defne'nin kimsesizliğindeki şansı da dostları olmuş! Kökleri rüzgarlarla sallanmayacak dostluklar kurabilmek ne kadar önemlidir. Son bulmayacak dostluklar kurabilmek ne büyük kazançtır.
Ve Sude ne kadar sevmiş Sinan'ı, ne kadar bağlanmış ona. Ama takıntısından kurtulabilmenin yolunu da, tedavisini de kendisi seçmiş. Aferinlerim Sude’ye gitsin. Yasemin neymiş, ne olmuş... Yasemin-Deniz ikilisi de hiç fena değillermiş laf aramızda.
Korişim, sen her yüzüm düştüğünde bana tebessüm ettirmeyi amaç mı edindin? Değişmeyen, dobra, yegane karakterlerden biri de Koray Sargın'mış. Bir kamerayla Sinan ve Koray arkadaşlığının temellerinin atılmasına ve bir doğum günü ziyaretiyle Nero-Koray ikilisinin arkadaş oluşlarına tanıklık etmek pek de keyifli oldu.
Hayat bize sunduklarıyla gerçekten bir mucizedir aslında. Nasıl yaşamak istersen öyle yaşarsın. Mutlu olabilmeyi seçersen, hep mutlu olursun. Mutsuzluklarından ders çıkarırsan, doğru yaşamayı öğrenirsin. Başkalarının acısını kendi acın gibi paylaşırsan, merhameti öğrenirsin. Başkalarının mutluluğunu kendi mutluluğunmuş gibi sahiplenirsen bencil olmamayı öğrenirsin. Ve hayata gülümseyerek bakabilirsek, yollarımızda toplayacak gülücüklerimiz de bol olur.
Zaman tünelinde "Kiralık Aşk'a" yolculuk bir ayrıcalıktı. Defne gibi koşulsuzca sevebilmek, Ömer gibi koşulsuzca aşık olabilmek, geçmişten günümüze tüm karakterlerin efsanevi hikayelerine tanıklık etmek, şahaneydi!
Sevgi ve mutlulukla kalın... KA perileri/KA sevenleri...